Dizi İnceleme - Black Mirror 7. Sezon

Şimdi o telefonu yavaşça yere bırak…

On beş yıl kadar önce yakın geleceğin karanlık ihtimallerini anlatmaya başlayan Black Mirror, kimlik arayışları ve farklı deneylerle geçen çok sayıda sezonun ardından dönüp dolaşıp modern zamanların modern insanlarının sorunlarına kilitledi objektifini. “Kilitlemek” demeyelim de, izlerken pek de yabancı gelmeyen meseleleri, halihazırda bizim de içinden çıkmaya çalıştığımız soruları, yanına bol bol transhümanizm fikri de ekleyerek “öne çıkardığı” bir sezonla çıkageldi diyelim… Dizinin şaşırtıcı olma iddiasını bir yana koyup daha romantik, daha nostaljik, daha duygusal bir yola girmesi sadece anlatacak yeni bir hikâye kalmamasından değil, biraz da gelecek adını verdiğimiz muğlak zamanlarla bugün arasındaki mesafenin geçen 15 yılda iyice kısalmasından kaynaklanıyor bence. Dizinin yazarı, yaratıcısı, eski meslektaşımız Charlie Brooker bunu açıklarken “İnsanlar Black Mirror’dan sürekli yeni sürprizler bekliyor ve her zaman aradıklarını vermemiz mümkün değil. Eğer distopya istiyorsanız evinizde pencere denen, 24 saat yayın yapan bir panel var zaten. Yani her şeyin kötüye gittiğini görmek için ille de bizi izlemenize gerek yok” diyor. Neyse, Brooker’ın The Guardian’a verdiği röportajdaki bu gibi detaylar bana dizinin kendisinden çok daha ilgi çekici gelse de artık uzatmayalım ve yedinci sezonun birkaç bölümüne bakalım…

Her bölümü elden geldiğince sadece tema ve yaklaşım açısından değerlendireceğim ama konuyu bilmek bile size spoiler yemiş gibi hissettiriyorsa siz en iyisi şimdilik sadece notlarına bakın, yazı kısımlarını ise bölümleri izledikten sonra okuyun.

Common People

Yedinci sezon tam da yukarıda bahsettiğim, her an gerçeğe dönüşebilecek hikâyelerden biriyle açılıyor. Bilgisayarlarımızda kullandığımız yazılımlarla başlayıp zaman içinde evdeki su filtreleme sistemlerimize kadar gelen aylık abonelik modelinin hayati meselelere bulaşırsa başımıza açabileceği işleri anlatıyor bu bölüm. Belki Netflix’i canınız isteyince iptal edip iyi dizi gelince tekrar başlatabiliyorsunuz ama ya asla vazgeçemeyeceğiniz bir aboneliğe razı olduysanız?

Parasını verdiğimiz halde sahip olmadığımız, ancak kirasını ödediğimiz sürece erişebildiğimiz hizmet ve ürünler gerçekten de hiç olmayacak alanlara sıçramış durumda. Geçenlerde kulak çınlamasına çözüm olma iddiasındaki bir cihaza (son derece de uyduruk, plastik bir cihaz) ve onun mobil uygulamasına bakarken görüp yuh dediğim astronomik ücretli bir abonelik saçmalığını bir hafta sonra Black Mirror’da görünce “abartmışlar” değil, “tam isabet” diye düşündüm.

Konu yeterince işlenememiş olabilir, eklenen yan hikâyeler asıl meseleyi dağıtıyor da olabilir ama Common People geleceğin geldiğini, kapitalizmden bile beklemediğimiz türden bir açgözlülüğün kapıda olduğunu çok gerçek bir şekilde önümüze koyuyor. IT Crowd’dan sevdiğimiz dostumuz Chris O’Dowd ve Brooklyn Nine Nine, Parks and Recreation, The Office gibi şahane işlerdeki rolleriyle televizyonun has oyuncularından saydığım Rashida Jones’u buluşturan Common People 7. sezonun iyi bölümlerinden. Hem de iyi bir açılış.

Not: 3/5
Yazan: Charlie Brooker, Bisha K. Ali
Oyuncular: Rashida Jones, Chris O’Dowd, Tracee Ellis Ross

Bête Noire

Aslında bu bölüm hakkında söyleyecek çok bir şeyim yok. Gayet aradığımız dozda bir gerginlik, oyuncular iyi ama hikâye hem fazla fantastik hem de maalesef çok tahmin edilebilir şekilde ilerliyor. Yine de iyi ve kötü arasındaki ayrımı koyan şeyin karakter değil eldeki gücün büyüklüğü olduğunu hatırlamak, halihazırda sosyal medya üzerinden bol bol maruz kaldığımız teknodezenformasyon silahının nasıl ölümcül yaralar açabileceğini bir de böyle bir kurgu üzerinden izlemek iyi geldi. Birkaç mesaj daha var hoşuma giden ama onları yazamıyorum zaten ortalığa saçılmış plot twist’i bir de buradan bağırmayalım diye.

Not: 2/5
Yazan: Charlie Brooker
Oyuncular: Siena Kelly, Rosy McEwen, Michael Workeye

Hotel Reverie

Sezonun üçüncü bölümü, bir saati aşan süresi ve prodüksiyon kalitesiyle neredeyse kendi başına bir film. Üçüncü sezonun meşhur San Junipero bölümünden bu yana gördüğümüz en ağır romans aynı zamanda. Ağlaya zırlaya izlemiş olsam da Black Mirrror’dan beklentim daha ziyade bir köşede titreme krizine girmiş Stewie’ye dönüşmek (bkz: Stewie.GIF) olduğu için en iyi bölümlerden biri diyemeyeceğim. Ama çok sevdiğim oyunculardan kurulu kadrosu ve fena gitmeyen konusuyla Netflix standartlarını zorlayan bir iş diyebilirim rahatlıkla. Özellikle en son Nosferatu’da izlediğimiz Emma Corrin’i bir kez daha takdir etmek için çok sebep veriyor bu bölüm.

Halihazırda örneklerini gördüğümüz, sinemada yapay zekâ kullanımının nerelere gidebileceğini araştıran, “suspencion of belief” denen “hadi tamam görmedik” tekniğine fazla abansa da kendini sonuna kadar merakla ve güle ağlaya izleten bir bölüm Hotel Reverie. Ayrıca sinemaya “content” diyen genç, modern, sırtını teknolojiye yaslayarak iş yapan bir prodüktör karakteri üzerinden, bugün izlediğimiz sinema hâlâ sanat mı diye sormak için de bir parantez.

Not: 3/5
Yazan: Charlie Brooker
Oyuncular: Issa Rae, Emma Corrin, Awkwafina, Harriet Walter

Plaything

Geldik sezonun en zayıf ama şahsen benim için en özel bölümüne… Yukarıda bir yerde Charlie Brooker için “eski meslektaş” demiştim, çünkü bizim PC Gamer Türkiye’de çiçeği burnunda yazarlar olarak işe girdiğimiz 90’larda Brooker da PC Zone’un inceleme editörlerinden biriymiş. Plaything’de birkaç saniyeliğine göreceğiniz ‘94 Kasım PC Zone sayısının kapağını süsleyen System Shock’u da o sayı için bizzat Brooker yazmış. İşte bu bölüm o zamanlara ve bir oyun dergisi editörünün yaşamına direkt referanslarla dolu. İzlerken “ah ulan” dedirten bir sürü gerçek detay…

Ama bu kişisel paralelliği ve o döneme ait detay yığınını bir yana koyunca, geriye kalan her şey aşırı zorlama. Mantık hatalarının birini görmemek için kafanızı çevirdiğiniz an bir diğerine tosluyorsunuz… Bir de acımayıp Peter Capaldi’yi oynatmışlar ama adam nasıl bağ kuramamışsa (kafasındaki eğreti peruğun da etkisi olmuştur) en kötü işlerinden birini çıkarmış. Ama şundan eminim; bu dergiyi okuyan herkes için ilginç, hepinizin izlemek isteyeceği türden bir bölüm Plaything. Özellikle Colin Ritman’ın canlandırdığı dahi – deli oyun yapımcısı karakteri, elde imkan olsa Peter Molyneux Populous’u nasıl bir oyun yapardı diye sorup, iyi kurtarmışız diye içinizden geçirin diye konmuş, net.

Not: 3/5
Yazan: Charlie Brooker
Oyuncular: Peter Capaldi, Lewis Gribben, James Nelson-Joyce

Eulogy

Charlie Brooker yine The Guardian röportajında “Benim elimde yaşanacak yıllardan çok yaşanmış yıllar var artık” gibi bir cümle kurmuştu. Eulogy’nin çıkış noktasını ve sunduğu kırılgan samimiyeti bu cümlede aramak lazım. Son derece dokunaklı, içten diyaloglarla kalp kıran, gerçek olabilir mi diye sormaya değer teknolojik icatlar öneren, iyi düşünülmüş, iyi yazılmış bir bölüm bu. Yani sürekli konuyu oyunculara getirmek istemiyorum ama Paul Giamatti de öyle bir ruh katmış ki ana karakterimize, yer aldığı her sahnenin etkisini ikiyle çarpıyor… Yine mantık hataları var ama bu sefer cidden “olur o kadar” diyebiliyoruz. Adobe’deki mühendislerin şu an bu bölümde gördükleri şeyler üzerinden yeni bir Creative Suit çalışmaya başladığına ayrıca eminim…

Not: 4/5
Yazan: Charlie Brooker, Ella Road
Oyuncular: Paul Giamatti, Patsy Ferran, Ramesh Nair

USS Callister: Into Infinity

Haydaaa! Birkaç bölüm hakkında fikirlerimi yazayım diye başlamıştım, hepsini yazmışım :/ Demek ki kusurlarına odaklanmaya çalışsam da sevmişim ben bu sezonu ya… (Bunu da yazının bu noktasında fark eden eleştirmene ne kadar güvenilir, onun değerlendirmesini size bırakıyorum.)

Neyse buraya kadar geldik madem, son bölümü de atlamayalım… Black Mirror takipçileri USS Callister’ı dördüncü sezondan hatırlar: Arıza bir oyun yapımcısı, VR’la çalışan popüler bir uzay fantezi MMO’su yapmıştır. Ancak karanlık bir detay daha vardır işin içinde. Bu manyak, güç bende nasılsa diyerek diğer oyuncuların erişimine kapattığı kendine özel bir mod tasarlamış, buraya da gerçek hayattaki çalışma arkadaşlarının klonlarını hapsetmiştir. Gerçekteki ezik karakterinin intikamını bu kloncukları zorbalayarak almaktadır… Tam her şeyiyle hatırlamadığınızı biliyorum, o yüzden siz de benim gibi yapın. Önce S4Ep1’i açın, sonra hemen üstüne Into Infinity ile devam edin. Zira hikâye direkt kaldığı yerden devam ediyor ve başında bir özet falan da geçmiyor.

Star Trek klişelerinden girip incel oyuncu kültürünün yozluğundan çıkan, yer yer kahkaha attıran hafif, eğlenceli ve yine film gibi bir bölüm. Hele de 4. sezondaki ilk bölümüyle art arda izleyecekseniz kafadan bütün bir Cumartesi akşamınızı ayırın.

Not: 4/5
Yazan: Charlie Brooker, Bisha K. Ali, William Bridges
Oyuncular: Jesse Plemons, Cristin Milioti, Jimmi Simpson

YORUMLAR
Parolamı Unuttum