Pillars Of Eternity İnceleme

Zorla öldürülmeye çalışılan bir türün muhteşem dönüşü

Bugünlerde RYO severler için güzel şeyler oluyor. Uzun zamandır hasret kaldığımız bol diyaloglu, stratejik savaşlara sahip, izometrik soslu rol yapma oyunları bir kez daha, hem de tüm ihtişamlarıyla geri dönüyor çünkü. Önce beklenmedik bir şekilde zarları 20 gelen Divinity: Orginal Sin’le bayram ettik, ufukta da Tides Of Numenera ve Sword Coast Legends gibi patlamaya hazır iki bomba daha var üstelik. Şimdiyse karşımızda bu türün en büyük ustalarının ellerinden çıkan Pillars Of Eternity duruyor tüm görkemiyle…

Başlamadan önce hemen önemli bir not ileteyim sizlere: Okuyacağınız bu inceleme oyunun ilk 30 saati boyunca edindiğim izlenimlere göre yazıldı. Sizin de takdir edeceğiniz gibi böyle bir yapımı hakkıyla incelemek için en az 2-3 hafta gibi bir süre gerekiyor. Ama merak etmeyin, onu da işin ustası, yani Eser Güven hallediyor sizler için. Detaylı incelemesini önümüzdeki ay dergimizde bulabilirsiniz.

Adınız Baldur’s Gate 3 olmasın sizin?

Pillars Of Eternity’nin bizim için neden bu kadar önemli olduğunu, Obsidian Entertainment’ın temellerinde yatan Black Isle kökenini sizlere daha önce de anlatmıştım. O yüzden bir hız büyüsü yaparak tarihçeyi ve maziyi geride bırakıyor, hemen günümüze ve şu anda karşımızda yatan oyuna yöneliyorum izninizle.

Diyalog seçenekleriniz sahip olduğunuz özelliklere göre değişiyor.

Şöyle bir oyun hayal edin: Tamamen fantastik bir diyarda geçen; mazisinde büyük savaşlar, yükselip çöken imparatorluklar ve soyu tükenen medeniyetler yatan; elf ve cüce gibi tanıdık ırkları barındıran; sorunların diplomatik yollarla olduğu kadar büyü ve kılıçla da çözülebildiği; izometrik bakış açısından konuk olduğumuz bir dünyada geçsin. Buram buram Baldur’s Gate koksun, “Ben Baldur’s Gate’in gerçek devamıyım!” diye bağırsın size hatta her bir detayı, mekaniği, özelliği ve içeriğiyle…

Ama bir o kadar da farklı, bir o kadar da özgün ve kendine has olsun. Diyarların, dinlerin, büyülerin adları aynı olmasın mesela. Minoletta's Minor Missiles adlı bir büyü parşömeni bulduğunuzda aslında Magic Missile büyüsüne baktığınızı şıp diye anlayın; ölüleri kaldırabilen, ruhun manasını çözmeye çalışan bir Animancer ile karşılaştığınızda onun başka bir gerçeklikte Necromancer olduğunu iliklerinize dek hissedin. Barbar, Ranger, Druid’in yanı sıra Cipher ve Chanter gibi orijinal sınıfları da barındırsın bünyesinde. Elflerin, insanların ve cücelerin yanında Aumaua ve Orlan adlı farklı ırklar da arşınlasın bu toprakları. Hayal edebildiniz mi? Evet mi? O hâlde Pillars Of Eternity’ye hoş geldiniz…

Tuzla buz olan endişeler, tarifsiz heyecanlar

Açık konuşmam gerekirse her ne kadar ön siparişimi aylar önce vermiş olsam da, her ne kadar kendisini büyük bir heyecanla beklesem de hep içimde küçücük, mini minnacık bir şüphe kırıntısı da taşıyordum Pillars Of Eternity’ye karşı. Çünkü Obsidian dediniz mi akla mazilerindeki başarılı yapımlar kadar bug dolu oyunları da gelir. Ayrıca sıfırdan bir evren tasarlama konusunda ne kadar başarılı olabilecekleri de muallakta olan bir soruydu; çünkü Alpha Protocol haricinde daha önce bunu denemeye kalkıştıklarını hiç görmemiştik.

Neyse ki oyunu çalıştırıp Eora topraklarını diyar diyar dolaşmaya başlamamla birlikte zihnimi bulandıran tüm şüphe bulutları rüzgârla savrulan yapraklar gibi dağılıp gitti. Topraklarını dolaşmaya başlamamla birlikte mi dedim? Yoo, hayır… Hiç de bile. Ondan çok çok daha önce, karakter yaratma ekranıyla vurdu ilk darbeyi oyun.

Pillars Of Eternity, tıpkı Baldur’s Gate’de olduğu gibi, bizden oyun boyunca yöneteceğimiz ana karakterimizi tasarlamamızı isteyerek başlıyor. Ve sizi hemen uyarayım… bu ekranda saatlerinizi harcamanız olası. Elder Scrolls ya da Dragon Age gibi modern RYO’ların aksine karakterimizin yüzünü gözünü istediğimiz kadar detaylı bir biçimde şekillendiremiyoruz burada. Çünkü işin makyajından çok detayına ve doluluğuna önem veren bir sistem var karşımızda. Tıpkı Black Isle klasiklerinde olduğu gibi… Irklara baktığımızda Elf, Cüce ve İnsanın yanı sıra James Cameron’ın Avatar filminden fırlamış gibi görünen okyanus halkı Aumaua’yla, kender ve buçukluk sınıfının bir karışımı gibi duran sivri kulaklı Orlan’la ve mistik güçlere sahip, tekinsiz görünümlü Godlike’la karşılaşıyoruz. İşin güzel tarafıysa her ırkın kendi içinde farklı klanlara ayrılması. Mesela insanı mı seçtiniz? Bu diyarın neresinden olduğunuzu da belirlemeniz gerekiyor. Ovalarda yaşayan çiftçilerden misiniz, yoksa dağlarda yaşayan çetin bir kavimden mi? Tercihinizi Aumaua ırkından yana mı kullandınız? O hâlde okyanus kıyısında yaşayan mavi ya da yeşil tenli bir Aumaua mısınız, yoksa adaları mesken edinen kahverengi veya kızıl tenli mi?

Bulmacasız RYO mu olurmuş? Olmaz!

Aynı detay zenginliği sınıflarda da çıkıyor karşımıza. Alıştığımız, sevdiğimiz, hunharca üzerine atladığımız Barbar, Paladin, Monk, Fighter, Rogue, Wizard, Priest ve Druid hemen bize el sallıyor seçeneklerin arasından. Hemen yanlarında da insanların ruh enerjilerini çekerek büyü yapabilen ve zihin okuyabilen Cipher ile tıpkı klasik Bard sınıfı gibi şarkılar söyleyerek silah arkadaşlarını cesaretlendirebilen, ama ekstradan da gayet esaslı büyüler yapabilen Chanter göz kırpıyor bizlere. Bitti mi? Tabii ki hayır! Daha karakterimizin geçmişini belirlemedik ki? Saraylarda yetişmiş bir soylu musunuz, yoksa oradan oraya yolculuk eden bir gezgin mi? Hayatını paralı askerlik yaparak kazanan bir maceracı mısınız yoksa? Belki de özgürlüğü hiç tatmamış bir kölesinizdir, kim bilir? Tüm bu seçenekler karakterinize yol, su, elektrik olarak dönmese de hem fiziksel hem de mental özellikler kazanmasını sağlıyor. Örneğin aristokratlara yakışır bir şekilde konuşabilmek… Ya da diyarların geçmişi hakkında hatırı sayılır bir bilgi birikimine sahip olmak. Tüm bu yetenekler oyun içerisinde girdiğiniz diyaloglarda size farklı seçenekler ve çözüm imkânları sunuyor, ki olması gereken de bu!

Hazır söz diyaloglara gelmişken sizi hemen şu noktada uyarayım. Eğer okumayı sevmiyorsanız, uzun ve çetrefilli konuşmalar size göre değilse, gönlünüz daha çok harekete dayalı hack & slash tarzı yapımlardan yanaysa o zaman bu oyunu sevmeyeceksiniz demektir. Amaaaa… Planescape: Torment misali sayfalarca ve sayfalarca zengin bir anlatıma sahip, detaylı tarihçesini onlarca oyun içi kitapla aktaran ve en basit eşyayı bile paragraflarca satırla betimleyen yapımları seviyorsanız… evinize hoş geldiniz!

Nostalji damarından zerk edilen yenilikler

Pillars Of Eternity, anayurdundan ayrılan ve Dyrwood’da yeni bir hayata başlamayı amaçlayan kahramanımızın öyküsüyle başlıyor. Küçük bir kervanla yolculuk ederken ufak bir rahatsızlık geçiriyoruz ve kervanbaşının önerisiyle hastalığımıza iyi gelecek yerel bir bitkiyi aramaya koyuluyoruz. Ancak dikkatli olmamız gerek; çünkü kadim bir harabenin yakınlarındayız ve burayı korumayı kendine görev edinmiş bir halk önce öldürüp sonra sorgulayan cinsten… ama sizin de tahmin edebileceğiniz gibi ne kadar temkinli davranırsak davranalım işler bir noktada çığırından çıkıyor ve kendimizi bir anda şiddetli bir çatışmanın ortasında buluyoruz. Derken doğaüstü bir fırtına kopuyor, kurtulmaya çalışırken kadim bir tapınağın içinde mahsur kalıyor, sonra da sıra dışı bir takım olaylar sonucu kendimizi bir Watcher’a (İzleyici) dönüşmüş buluyoruz.

Bir Watcher, hem etrafta dolaşan hayaletleri görüp onlarla konuşabilen hem de geçmişte yaşadığı farklı hayatları hatırlayabilen (reenkarnasyon gibi düşünün) kişi anlamına geliyor. Ona bu yetenekleri kazandıran olaya da Uyanış deniyor. Ancak bu bir ödülden ziyade bir lanet… Çünkü Watcher bir süre sonra yaşayanlarla ölüleri birbirine karıştırmaya, geçmişinde yaptığı hataların altında ezilmeye ve yavaştan aklını kaçırmaya başlıyor. İşte baş karakterimizin kurtulmaya çalıştığı kader de bu. Fakat bu sadece buzdağının görünen kısmı elbette, yine de gerisini keşfetmeyi sizlere bırakıyorum.

Oyun ilk başlarda tıpkı Baldur’s Gate 1 gibi boyut olarak çok da büyük olmayan, genellikle yeşil arazilerden ibaret ve bolca düşman kaynayan alanlarla başlıyor. Eğitim görevi tadında geçen bu bölgelerde hem diyarla hem de oyun mekanikleriyle içli dışlı oluyoruz. İlk kasabamız olan Gilded Vale’e vardığımızda bu atmosfer yerini korumaya devam ediyor. Derken yeni ekip üyeleriyle karşılaşmaya ve grubumuzu genişletmeye başlıyoruz. İlk kasabadaki şaşırtıcı derecede bol yan görevden başımızı kaldırabildiğimizde yolumuz Defiance Bay adlı kocaman bir şehre düşüyor ardından. O noktadan sonra aldığınız tat Baldur’s Gate 2’ye doğru kayıyor hızlıca. Hanlar, loncalar, çeşitli tarikatlar, politik çatışmalar, bol bol yan görev derken kendinizi kaybediveriyorsunuz şehrin taş sokaklarında… “Evet, gerçekten de Baldur’s Gate’in tam bir takipçisi,” diyorsunuz oynarken. Ama yeni bir şeyler de arıyor gözleriniz. İşte tam bu noktada Caed Nua, yani kaleniz giriyor devreye.


Caed Nua’ya elinize geçen ilk fırsatta gitmenizi tavsiye ederim, çünkü oyuna kattığı yenilikler pek bir enfes. Her şeyden önce burası kişisel kalemiz ve bize pek çok avantajın yanı sıra bazı sorumluluklar da getiriyor. Başlangıçta tam bir harabe olsa da gerekli tamiratları yaptırdıkça giderek eski görkemini kazanmaya ve eş zamanlı olarak da yeni maceraların kapısını açmaya başlıyor mekân. Kalemizi geliştirdikçe prestijimiz artıyor ve çevre bölgelerden gelen vergiler de doğru oranda yükselerek bize ekstradan bir gelir sağlıyor. Ancak yüksek prestij, yüksek yağma tehlikesi anlamına da geliyor. Servetimize göz koyan haydutlar arada bir kalemize baskınlar düzenleyebiliyor. Bu saldırıları bizzat durdurabileceğimiz gibi oyunun ilerleyen bölümlerinde hizmetimize alabileceğimiz onlarca farklı yardımcımızla da karşılayabiliyoruz.

Caed Nua büyüdükçe yeni yan görevler, özel ziyaretçiler ve kiralayabileceğimiz paralı askerler açılıyor. Ayrıca ekibimizde yer almayan yol arkadaşlarımızdan bazılarını yine buradan çeşitli görevlere göndererek tecrübe puanı kazanmalarını sağlayabiliyoruz. Hazır lafı açılmışken, oyunda yanımıza alabileceğimiz sekiz yan karakter bulunuyor. 30 saati aşkın oyun sürem boyunca şimdilik beşiyle karşılaştım (ve bir sürü ana görev, bir dünya yan görev tamamlamama rağmen hâlâ senaryonun çoooook başlarındayım. O kadar dolu bir oyun işte) ve hepsini de cidden başarılı buldum. Aralarında şimdilik en çok Edér adlı asker eskisiyle Kana Rua adlı Aumaua Chanter’ı sevdim. Her karakterin gerek seslendirmeleri gerekse de diyalogları gerçekten de birinci sınıf. Sadece onların değil, oyun dünyasında karşımıza çıkan NPC’lerin ve Quest dağıtıcıların da öyle… Her diyalog seslendirilmemiş elbette, eskiden de öyle değildi zaten, ama mevcut olanlar kulaklarınıza bayram ettiriyor desem abartmış sayılmam. Bu arada oyunda herhangi bir Quest Mark yok; o nedenle özel ismi olan NPC’lere karşı gözünüzü açık tutun.

Oyunun iç mekân tasarımları gerçekten de çok kaliteli

Tekrardan Caed Nua’ya dönüp son bir leziz detayı daha aktarayım size. Kalemiz lanetli! Eee… bir şey bizimse normal olur mu hiç? Olmaz tabiiğğğ… Kalenin altında Endless Paths of Od Nua adlı, 15 kat derinliğinde, canavarlarla tıklım tıklım dolu bir yeraltı zindanı var. Aşağılara indikçe karşılaştığımız yaratıkların gücü ve sayısı artıyor, ama bulacağınız envai çeşit büyülü nesne de barındırıyor içinde. O nedenler buralarda ölmek… şey, buraları keşfetmek ayrı bir keyif.

Bilindik sistem, değişik tatlar

Eğer daha önce Infinity Engine ile hazırlanan RYO’lardan herhangi birini oynadıysanız Pillars Of Eternity’nin savaş sistemi size bir hayli tanıdık gelecektir. Gerçek zamanlı olan, ama boşluk tuşuyla istediğiniz anda oyunu durdurup birimlerinize komut verebildiğiniz bu sistem de birkaç değişiklikten nasibini almış. Bunların arasında belki de en önemli olanı artık yönettiğimiz karakterlerin hayatlarının iki farklı etmene bağlı oluşu. Bunlardan ilki klasik ‘Health’ (Sağlık) barı, diğeriyse ‘Endurance’ (Dayanıklılık). Savaşa girdiğinizde karakterleriniz önce Dayanıklılık kaybetmeye başlıyor ve portreleri yavaş yavaş kırmızılaşıyor. Tüm Dayanıklılığını yitiren bir karakter yere yığılıyor ve savaş bitene kadar da ayağa kalkamıyor, o da galip taraf biz olursak elbette. Sağlık barının tükenmesiyse ölüm anlamına geliyor ve Pillars Of Eternity’de ölen bir karakteri yeniden canlandırmayı sağlayan büyüler yer almıyor. Karakteriniz bir öldü mü pir ölüyor anlayacağınız.

Ama merak etmeyin. Obsidian ekibi hemen hemen her şeyi düşünmüş, zira oyunun Options kısmı bir hayli zengin. Dilerseniz tüm sağlığını yitiren karakterlerinizi hemen ölmeyecek, ama sakat kalacak şekilde ayarlayabiliyorsunuz. Böylece bir dinlenmeyle hemencecik eski güçlerine kavuşabiliyorlar. Elinizde yeterince kamp malzemesi varsa elbette, aksi takdirde en yakın hanın yolunu tutup paraları bayılmalısınız. Ayrıca oyunun zorluk seviyesini de istediğiniz şekilde modifiye edebiliyorsunuz. Klasik Kolay, Normal, Zor seçeneklerinin dışında düşmanların her anlamda çok güçlü olduğu Path Of The Damned var mesela (Icewind Dale’in Heart of Fury modu gibi). Oyun içi tüm yardımları kapatabileceğiniz Expert Mode ile öldüğünüz zaman tüm kayıt dosyalarınızı silen Trial of Iron diğer seçeneklerimiz.

Çoğu RYO’nun aksine Pillars Of Eternity’de seviye atlamak için yaratık kesmeye abanmanız gerekmiyor. Yaratık keserek tecrübe puanı kazanamıyor musunuz? Kazanıyorsunuz… ammaaa sadece bir yere kadar. Lore kabiliyetinize göre her savaşta karşınızdaki yaratıklar hakkında yeni şeyler öğreniyorsunuz ve bunlar Bestiary’ye ekleniyor. Tüm özellikleri bir kez öğrendiniz mi o yaratıkları öldürmek bir daha size tecrübe puanı kazandırmıyor. Peki bu ne demek? Keşfe, görevlere, diyaloglara daha çok ağırlık vermemiz gerek…

Bu yeşil taşlara oyunun çeşitli yerlerinde rastlıyoruz, ama hikayeyle ne alakaları olduğunu söylemem! Nihöhöhö!

Dikkatimi çeken bir diğer farklılık her karakterin her silahı ve zırhı kullanabiliyor oluşu. Bildiğiniz gibi Dungeons & Dragons siteminde büyücüler zırh giyemez, her sınıf her silahı kuşanamaz vs. Ancak Pillars Of Eternity’de böyle bir kısıtlama yok. Bununla birlikte bazı silahlar bazı sınıflara ekstra özellikler katabiliyor. Örneğin büyücüler asa kullandıkları zaman diğer sınıflara göre daha iyi sonuçlar elde ediyor. Tabii ağır zırh giyen bir büyücü otomatik olarak daha yavaş hareket ediyor ve buna bağlı olarak da büyülerini de daha yavaş yapıyor. Ha, unutmadan… oyunda piştov, tüfek gibi tek seferde bir misket sıkan eski ateşli silahlar da var. Henüz yeni yeni keşfedildikleri için oldukça yavaşlar, yine de oyuna hoş bir tat kattıkları bir gerçek…

Oyunla ilgili en büyük endişemin işin Lore kısmının yeteri kadar zengin olmayacağını düşündüğümü belirtmiştim hatırlarsanız. Ama tam tersine dolu dolu, hatta biraz da kafa karıştırıcı bir dünya var elimizin altında. Dyrwood, Aedyr İmparatorluğu, Hollowborn, Readceras falan derken kafanız bu yeni isim ve terim bombardımanı karşısında tam anlamıyla çorba oluyor. Ama panik yok, havlumuz yanımızda! Oyunun içinde biz gezdikçe ve yeni şeylerle karşılaştıkça genişleyen, detaylı bir ansiklopedi var. Canavarlardan şehirlere, dinlerden tarihi olaylara kadar her şeye ulaşabiliyorsunuz bu yararlı eklenti sayesinde.

Biraz da teknik boyutuna bakalım

Pillars Of Eternity yukarıda saydığım tüm artılarına rağmen bazı olumsuzluklardan da muzdarip elbette. Oyunda şu anda iki önemli bug bulunduğu söyleniyor. Birincisi Gilded Vale’in kralıyla karşılaştığınız bölümde, diğeriyse envanter ekranında bir eşyanın üzerine çift tıkladığınızda gerçekleşiyor(muş). Ben ikisiyle de karşılaşmadım, hatta oyun içinde sadece ve sadece tek bir bug’a denk geldim (karakterim yürümek yerine süzülüyordu), o da 3 saniye falan sürdü. Yukarıda saydığım hatalar oyunun bir sonraki yamasıyla düzeltilecek deniyor (hatta bu yazı yayınlandığında maziye karışmış bile olabilirler).

Oyunun grafik motoru nasıl diye soracak olursanız ‘yeterli’ cevabı alırsınız. İç mekân çizimlerine, bazı antik mimarilerin görkemine ve büyü efektlerine kesinlikle lafım yok. Bununla birlikte Divinity: Original Sin’deki muazzam çevre tasarımlarının birazzzzcık gerisinde kalıyor bu anlamda. Aynı şekilde, kamerayı istediğimiz gibi sağa sola döndürememek de bazen sıkıntı olabiliyor. Oyunu oynamaya engel teşkil ediyor mu? Hayır. Fakat bazen savaş esnasında ağaçların vs arkasında kalan birimleri görebilmek de fena olmazdı hani. Bir de karakterlerin animasyonlarında çok hafif bir kütüklük hissi var. Nostalji hissinin tavan yaptığı ansa bir mağarada ya da zindanda kamp kurduğunuz zaman ara sahneden yıldızların altında, çayır çimenin ortasında gözüktüğümüz andır! Bu kadar nostaljiğiz işte! (Abi şunu yapmasaydınız beaa… Yıl olmuş 2015, cık cık…) İlla ki biraz daha çemkir, yok mu bunun başka kötü yanı derseniz, karakterlerin silahlarını daima ellerinde tutmalarını gösterebilirim. Yani… Belki… Olmadı mı? Bence de…

Oyunun seçenekleri bir hayli geniş. Koca kafa modu bile var yahu!

Oyuna eklenen Hızlı/Yavaş zaman akışı seçeneğiyse gayet güzel olmuş. Artık daha önce geçtiğimiz yerlerde tekrar taban teperken oyunu hızlandırıp o bölgeleri rüzgâr gibi geçebiliyoruz. Yahut tam tersine yavaşlatıp oyunu durdurmadan da savaşlarımızı planlayabiliyoruz. Müzik ve seslendirme konusunda da bir hayli başarılı buldum Pillars Of Eternity’yi, hatta beklediğimden çok daha iyi diyebilirim gönül rahatlığıyla.

Uzun lafın kısası, tam da söz verdiği şeyi sunan bir oyun var karşımızda: Eski usul oynanışa sahip, izometrik açıdan oynanan bir RYO. Hem de bu işi en iyi yapan ustaların ellerinden… Ne eksik, ne de fazla; ama tam da kıvamında. Öldü denilen, zorla öldürülmeye çalışan bir tür ancak bu kadar müthiş bir şekilde geri dönüş yapabilirdi. Darısı diğerlerinin başına…

 

NOT

9

KÜNYE

PILLARS OF ETERNITY (PC)

Tür: RYO

Yapım: Obsidian Enterteinment

Dağıtım: Paradox Interactive

Platform: PC

Ne İyi?

-Buram buram nostalji havası

-Muazzam bir dünya

-Stronghold ve Endless Path sistemi

-Harika müzikler ve seslendirme

Ne Kötü?

-Animasyonları biraz daha iyi olabilirdi

-Bir iki ufak bug

YORUMLAR
Parolamı Unuttum