Röportaj - Jacek Zięba ile The Medium Üzerine Konuştuk

Medyumumuz ile ilgili sorularımızı, oyunun yapımcısına yönelttik

Bildiğiniz üzere yeni neslin ilk gerilim oyunlarından birisi olacak The Medium'un çıkış tarihi ilan edildi, 2 ay sonra kendisiyle buluşacağımızı öğrenmiş olduk. Bu vesileyle biz de Engin'le beraber merakla beklediğimiz bağımsız oyunlar arasında yer alan The Medium hakkında aklımıza gelen bazı soruları Bloober Team'den Jacek Zięba'ya yönelttik, kendisi de samimiyetle cevapladı. İlginizi çekebilecek bir röportaj olduğunu umut ediyoruz:

OGZ: Merhaba. Öncelikle bizlere bu röportaj imkanını sunduğunuz için teşekkür etmek istiyorum. Önce genel bir soru ile başlayayım. Bloober Team olarak korku/gerilim oyunlarıyla anılır olmaktan memnun musunuz? Layers of Fear serisi iyi bir psikolojik korku serisi oldu, Observer harika bir siberpunk gerilim oyunuydu ve şimdi de yine bir gerilim oyunu olan The Medium ile oyun severlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyorsunuz. İleride bir tarz değişikliğine gitmeyi düşünüyor musunuz yoksa uzmanlaştığınız alanda devam etmek niyetinde misiniz?

Jacek Zięba: Yıllar önce kendimize korku oyunlarında uzmanlaşmak gibi bir hedef koyarak çıktık yola. Bu türün önde gelen isimlerinden birisi olarak anıldığımızı görmek harika, çünkü Bloober Team olarak yaptığımız işle gerçekten gurur duyuyoruz. Yaptığımız işi seviyoruz ve her daim oyunlarımızı orijinal ve şaşırtıcı kılmaktan hoşlanıyoruz. Yakın bir dönemde bizden bir yarış oyunu veya RYO görmeyi beklemeyin.

OGZ: The Medium için Krakow’u seçmenizin özel bir nedeni var mıydı? Sizin şehriniz olduğunu biliyoruz; fakat bunun haricinde, belirtebileceğiniz başka sebepler var mı? Oyunun temasına en uygun ortamın bu olduğunu mu düşündünüz? Ya da şöyle sormuş olalım: Neden 1990’lar Polonyası?

JZ: Polonyalı bir geliştirici stüdyo olarak, kültürümüzle gurur duyuyor ve oyunlarımızda Polonya’ya yer vermeye ve böylece dünyanın neresinden olursa olsun oyunculara bir nebze de olsa ülkemizi göstermeye gayret ediyoruz. Bu nedenle, The Medium da dahil olmak üzere oyunlarımızın bir çoğu Polonya’da geçiyor veya Polonya mimarisi veya sanatından parçalar içeriyor. Krakow’un mimarisi gerçekten tarihi ve güzel; bu yönüyle de bir korku oyunu için mükemmel bir ortam sunuyor.

Esasında, oyunumuzun ana karakteri Marianne’in hikayesi 1990’lar Polonyasında geçiyor. Tarihimizde özel bir döneme tekabül ediyor bu dönem; iki gerçekliğin, iki dünyanın birbirine karıştığı bir dönem, bir yandan etrafınızda halen komünizmin izlerini görebildiğiniz, öte yandan demokratikleşme sürecinin ülkeyi dönüştürmeye başladığına şahitlik ettiğiniz bir dönem. Bu da oyunda karşınıza çıkan ikiliğin (dualizmin) bir başka örneğini teşkil ediyor. Oyunun karanlık sanat tarzı, Polonyalı ressam Zdzisław Beksiński’den esinlendi. Bu işi layıkıyla yapabilmek için Beksiński Vakfı ile birlikte çalıştık.

OGZ: Oyunu sadece yeni nesil için çıkarma kararını nasıl verdiniz? Bu bir zorunluluktan mı ileri geldi, yoksa yeni nesil konsolların sunduğu imkanları görünce “daha iyisini yapabiliriz” diye düşünüp mevcut konsol neslini es geçmeye mi karar verdiniz?

JZ: Yeni nesil konsollar, oyuna dair vizyonumuzu gerçekleştirmemize izin verdi, bu yüzden bir gereklilik olduğunu söylememiz mümkün Yeni nesil konsollar çıkmadan önce oyunu çıkarıyor olsaydık, bu oyunun tasarımında büyük fedakarlıklar yapmamız veya oyunun yalnızca üst düzey donanımlara sahip bilgisayarlar için çıkış yapması anlamına gelirdi. Yeni nesil, çok daha geniş bir kitleye ulaşmamızı ve gurur duyduğumuz bir oyun sunmamızı sağlıyor.

OGZ: Önceki oyunlarınızın tamamı çok platformlu oyunlardı, fakat The Medium’u PC ve Xbox Series için duyurdunuz. Bu, PlayStation 5 versiyonunu göremeyeceğimiz anlamına mı geliyor yoksa Xbox için süreli özel oyunlardan mı olacak?

JZ: Oyunumuz resmi olarak Xbox Series X ve S için süreli özel çıkış yapıyor ve biz de şu aşamada oyunu Xbox ve PC için çıkarmaya odaklanmış durumdayız.

OGZ: The Medium'dan ne tür bir hikaye beklemeliyiz? Önceki oyunlarınızla karşılaştırırsanız, hikaye anlatımı açısından bir fark var mı yoksa benzer bir yaklaşım mı sunacak?

JZ: Oyunlarımızın çoğunda, bakış açınızın algınızı nasıl değiştirebileceği fikrine dayanan merkezi bir tema bulunur, ardından oyunun geri kalanını bunun etrafında inşa ederiz. Bu durum The Medium için de geçerli. Hikayeye yoğun bir şekilde odaklanmayı seviyoruz ve önemli konulara temas etmekten çekinmiyoruz. The Medium, önceki oyunlarımıza göre çok daha sinematik yapıda, bu da hikayenin daha değişken, daha çeştili bir yapıya sahip olduğu ve detaylara odaklanacak daha geniş bir alanın sunulduğu anlamına geliyor.

Hikaye; Marianne adında bir medyuma odaklanıyor. Bir gölde öldürülen küçük bir kıza dair hayaller, Marianne’in peşini bırakmıyor. Marianne, terk edilmiş bir otelde bu küçük kıza ilişkin görülerinin ne anlama geldiğini öğrenebileceğini fark ediyor. Bu tesise vardığında ise, otelin gerçek dünya ile ruhani dünya arasında yer aldığını ve kendisi gibi her iki dünyada da var olabilen bir medyumun çözebileceği bir gizemin yanında geçmişte yaşanmış büyük bir trajediye de ev sahipliği yaptığını keşfediyor.

OGZ: The Medium'u benzer oyunlardan ayıracak kendine has bir oyun mekaniği olacak mı?

JZ: Çifte gerçeklik oynanışı, bu oyunu benzer kabul edilebilecek bütün oyunlardan ayıran temel özellik denilebilir. Oyunun yaklaşık olarak üçte birlik bir kısmında oyuncular aynı anda her iki dünyada, gerçek dünyada ve ruhlar dünyasında bulunacaklar. Hem fiziksel dünyadaki hem de ruhsal dünyadaki Marianne, kontrolcünün sol analog çubuğuyla kontrol edilebilecek, fakat etkileşime geçmek istediğiniz şeyin fiziksel dünyada mı ruhani dünyada mı bulunduğuna bağlı olarak farklı tuşlar kullanacaksınız.

Bu oyun, oyuncuların bu şekilde bir ‘ikili oynanış’ görecekleri ilk örnek, daha önce böyle bir oyun yapılmamıştı. Bu konsept kendine has özellikleri olan, yepyeni bulmacalar, meydan okumalar oluşturmamıza imkan verdi ve bu da oyuncuların daha önce deneyimlemedikleri bir oyun tecrübesi yaşadıklarını hissettirecek bir oynanış sunmamızı sağladı.

OGZ: Oyundaki baş düşmanımız hakkında biraz bilgi verir misiniz? Ve elbette bu rolü Troy Baker'a sunmaya nasıl karar verdiğinizi anlatırsanız seviniriz. Performansı hakkında ne düşünüyorsunuz?

JZ: Oyundaki ana düşmanımız ‘The Maw’. Ruh dünyasından, size nerede bulunduğunuzu gayet açık bir şekilde hissettirecek, kabus gibi bir varlık. O, öyle akılsız, sıradan bir canavar değil, gayet zeki bir yaratık.

Maw, saniyeler içinde aşırı çelişkili duygular arasında geçiş yapabiliyor, bu yüzden bunu hissettirebilecek birinci sınıf bir seslendirme sanatçısına ihtiyacımız vardı; dolayısıyla Troy bizim için gayet net bir seçim oldu. Harika bir performans sergiledi. Onu kadroya dahil etmekle doğru seçimi yaptığımıza eminiz.

OGZ: Şüphesiz, korku-gerilim oyunları için ses ve müzik kullanımı çok önemli. The Medium müzikleriyle de dikkat çekecek bir oyun olacak gibi görünüyor. Silent Hill ile hafızalarımıza kazınan Akira Yamaoka’yı projeye dahil etme sürecinizden bahsedebilir misiniz?  Arkadiusz Reikowski’yi de unutmuyoruz elbette. Oyunda aldıkları roller açısından belirli bir ayrım söz konusu mu?

JZ: Bloober Ekibinde birçoğumuz Silent Hill oyunları oynayarak büyüdük, dolayısıyla The Medium’da Yamaoka-san ile çalışmak bizler için tam anlamıyla bir hayalin gerçeğe dönüşmesiydi. Genel olarak, Yamaoka-san ruh dünyasının müziğinden sorumluyken, Arkadiusz maddi (gerçek) dünya için besteler yaptı ve ikilinin müzikleri gerçekten oyuna can kattı. Ancak ikilinin bundan daha derin bir işbirliği söz konusu. Oyunun müziklerinin benzersiz DNA’sını ortaya çıkarabilmek için çok uzun saatler boyunca çalıştılar, bu sayede iki dünyanın müzikleri farklı olsalarda aslında aynı dili paylaşmayı başardı. Her şey bir araya gelip birbirine çok iyi uyum sağlıyor, bu sayede her iki dünyada oynarken müzik senkronize olabiliyor.

OGZ: Bize bu fırsatı sunduğunuz için bir kez daha teşekkür ediyor ve The Medium'un başarılı bir çıkış yapmasını diliyoruz.

YORUMLAR
Parolamı Unuttum