Dizi İnceleme - Sandman 2. Sezon

Kısa süren düşler, hezeyanlar ve nezaket üzerine

Yaratıcısı Neil Gaiman’ın adının karıştığı ve beni bir hayli üzen skandalların ötesinde The Sandman’in bu ikinci sezonu kesinlikle daha bir olmuş, daha bir doyurucu ve ziyadesiyle duygusaldı. Ben burada ne bu skandallardan ne de bölüm bölüm dizinin akışından bahsedeceğim çünkü gereksiz. Aksine Sandman’in o büyülü, son derece karanlık ve de insani havasını biraz deşmeye çalışacağım.

Bu sezon Rüyalar Lordu Morpheous ciddi seçimler, kalp kırıklıkları (eğer bir kalbi varsa) ve bolca aile dramasıyla aynı anda baş etmeye çalışıyor diyeyim. Ve o sürekli bunlarla mücadele ettikçe kaderin ağları da onu sarıp sarmalıyor. Ama bu hep böyle değil midir zaten? Başkalarının hayatına müdahil oldukça kendi hayatımızın iplikleri de elimizden kayıp giderek başka ipliklere karışıp bir yumak olur ki biz buna yaşam deriz. En geniş mânâda Sandman aslında bir büyüme, baş etme ve hayatta kalma öyküsü. Neil Gaiman’ın karmaşık dimağından süzülüp gelen fikirlerin yankısı her ne olursa olsun bizde karşılıklarını halen buluyor ve Dream, Delirium, Death, Destruction, Despair, Desire ve tabii ki Destiny’nin bu zamansız varoluşları bize de tesir ediyor. Zira onlar bizim için varlar ve biz yok olduktan sonra başka bir gezegende başka bir adla varlıklarını sürdürecekler. Ta ki gökteki tüm yıldızlar sönüp şov sona erene dek. Benim bu sezonda en sevdiğim nokta oyunculuklar, yazım kalitesi ve melankolik, o cidden rüya gibi atmosfer oldu. Geçen sezonun en başarılı dört bölümünü yöneten Jamie Childs’a bu sefer tüm sezon emanet edilmiş ve fantastik dizilere aşinalığı zaten olan yönetmen de emanete hıyanet etmemiş.

Daha iyi bir görüntü yönetimi ve yüksek bütçeli efektler elbette seriye özgün bir hava katıyor ama her şeyin kalbinde yine Tom Sturridge’ın Morpheus performansı var. Geçen sezondan bu yana değişen Düşler Lordu be sefer en temelden sarsılıyor ve bunun her anı da oyuncunun bu kez daha insani bulduğum performansına yansımış. Death rolünde yine kendine ait bir bölümü olan Kirby Howell-Baptiste gerçekten parlıyor ve bu muzip varlığa ironik şekilde bir hayat öpücüğü konduruyor. Bu sezon yazım kalitesi de yüksek olduğundan oyuncular da daha bir iyi geldiler gözüme genel olarak. Yalnız şu da var ki daha evvelden “Anlatacak çok şeyimiz var” diyen yapımcıların olaylardan sonra apar topar diziyi bitirmiş olmaları finalin ve bazı ara gelişmelerin ağırlığını birazcık yok etmiş. Çünkü zamanında okurken hayran kaldığım bazı detayların hızlıca geçiştirilmesi ve Dream’in olmadığı kısımların genel olarak es geçilmesi dizinin gücünü biraz azaltmış. Olsun varsın.

Şöyle anlı şanlı bir The Sandman izledik en azından ve elimizdekiyle mutlu olabilmek de hayatta öğrenmemiz gereken derslerden yalnızca birisi. O yüzden çok üzülmüyorum seri bittiği için. Aksine olmuş olduğu için mutluluk duyuyorum. Sonsuzlar ailesi zaten hepimizle birlikteler ve tüm düşlerimiz, duygularımız ve arzularımız onların himayesinde her daim. Ölümün bile ölebildiği bir kâinatta ne sonsuzluktan ne de sonluluktan korkmak gerek belki de. Başlangıçlar ve bitişler bizi bize dönüştürenler, bazen varlığımızı yerle yeksan eden ama her daim değişimi özgür kılanlar. Dönüşenler. O yüzden siz de çok canınızı sıkmayın dizi bitti diye, hem zaten sevdiyseniz orada bolca okunacak materyal duruyor halen.

Nihayetinde Düş asla ölmez, sadece şekil değiştirir…

Editörün Notu: Ne yazık ki biraz erken final yapan dizi, onu saran tüm olumsuzluklara karşın tertemiz bir sezon ve biraz aceleye gelmiş bir finalle perdeyi kapatıyor. Ama bir garip aile olan “Sonsuzlar”ın dimağlarımızda bıraktığı tat, kaderin bizim için dokuduğu iplikler kesilene değin kaybolmayacak belli ki.

Not: 4 / 5

YORUMLAR
Parolamı Unuttum