Nostalji bana göre insanların anılarında seçici olmalarından ortaya çıkan bir hastalık. Beynimiz kötü günleri ve travmaları hatırlamak istemediği için sadece iyi anlara odaklanıyoruz. Aileyle çıkılan bir dağ gezisi yıllarca hatırlanırken, o gezide tekerin patladığı aklımızda kalmıyor mesela. Bundan 21 sene önce çıkan Vampire the Masquerade: Bloodlines’ta da benzer bir nostalji hissi söz konusu. Bloodlines söz konusu olduğunda oyunun hataları, takıldığı yerler veya düşük performansı değil de, harika karakterleri (Theresa ve Jeannete’i kim unutabilir ki?) ve iyi yazılmış dünyası aklımıza geliyor. Örneğin bir Malkav evladı olarak, dur levhasıyla laf dalaşına girmem benim en keyif aldığım deneyimlerden biriydi.
Bloodlines’ın benim için önemi aslında yıllarca zarla, kağıtla Dungeons and Dragons oynayan şahsıma World of Darkness’ın kapısın açması da olmuştu. Prensesi kurtamaya giden maceracılar yerine aidiyetleri önce kendilerine ve sonra klanlarına olan bir grup vampirin entrika dolu dünyasına girmek gerek dijital gerekse de masa üstü oyunlarda harika bir deneyim oldu hep. Yıllar önce oynadığımız o “maskeli balo”, artık yeni bir dünyada hayat buluyor. Ve şimdi, onca yıl sonra o karanlık dünyanın kapısı yeniden aralanıyor. Bloodlines 2, yalnızca bir devam oyunu değil; hem hatıralarımıza hem de o hatıraların ne kadar güvenilir olduğuna dair bir yüzleşme gibi. Çünkü artık Troika yok, 2000’lerin başındaki o garip RYO ruhu da yok. Yerine daha temkinli, daha sinematik, daha ölçülü bir anlatım geçmiş durumda. Ama şu bir gerçek ki ne kadar modernleşirse modernleşsin, Vampire: The Masquerade ismini taşıyan bir oyundan beklentimiz hep aynı: Gölgelerin arasına karışıp bir maske ardında kendi canavarlığımızla yüzleşmek.
İlk oyunda yeni yetme bir vampircikken, bu oyunda doğrudan bir süper star ile başlıyoruz. Karakterimiz Phyre nam-ı diğer Nomad bir “Elder” vampir. Yani Amerika’dan yaşlı, büyük savaşlar ve vebalar görmüş ve büyük ihtimalle bu olaylarda parmağı olan bir karakter. Kendisi 100 yıldır torpor’da (vampirlerin girdiği bir nevi koma hali -Can) ve uyandığında kendini bambaşka bir dünyada buluyor. Yüksek binalar, parlak neon ışıklar ve binaların arasından esen soğuk rüzgarla Seattle, oldukça ilginç bir oyun alanı oluyor bizim için.
Phyre uyandığında elinde gizemli bir mühür ve kafasının içinde bir Malkavian vampirin sesi var. Fabien her Malkav gibi biraz deli, birazcık dahi ve bir dedektifte olması gereken merak ve şüpheciliği taşıyor. Siz de oyuna Phyre olarak başladığınız için, aslında oturmuş bir karakteriniz var. Phyre’ın soğuk kanlı ve hesaplı kişiliği, Fabien’ın kimi zaman şüpheci ve manipülatif karakteriyle çakışınca, oyunun en durgun anlarını bile ilginçleştiren bir uyum çıkıyor ortaya.
Anılar Bloodlines 2’de büyük önem taşıyor. Hem Phyre hem de Fabien’in anılarında gezmek, rüyaları ve geçmişteki önemli noktaları yaşayarak yavaş yavaş parçaları birleştirmek bence oyunun en keyifli yanı olmuş. İki karakter de güvenilir hikâye anlatıcıları değiller, Phyre’ın torpordan dolayı kafası karışık, Fabien ise delilik lanetiyle kutsanmış bir Malkav. Bu yüzden geçmişte gördükleriniz bazen kurduğunuz ittifak ve kararları sorgulatırken, bazense doğrudan kendiniz hakkında şüpheye düşmenize neden oluyor.
Benim bu oyunla ilgili yaşadığım en büyük şaşkınlık aslında gerçek anlamda bir Rol Yapma Oyunu olmaması. 2021 yılında oyunu devralan Chinese Room, zarları bir kenara atıp kaç geldiklerine bakmadan işin doğrudan hikâyesel kısmına odaklanmış. Oyunun geçtiği karlar altındaki Seattle’da toplanacak eşya sayısı çok az ve bunlar büyük oranda kozmetikler. Oyun Seattle’ı 5x5 blokluk bir yapıda oldukça detaylı bir şekilde resmetmiş. Şehri bildiğimden değil ama araştırınca gördüm ki, Capitol Hill’in neon tabelalarıyla, Pike Place Market’in sisler içindeki hali özellikle bölgeyi bilen oyuncuların takdirini kazanmış. Phyre eski bir vampir olduğu için aslında çoğu tehditle kapışabilecek kadar güçlü ama Torpor’dan uyanıp yeteneklerine kavuşması için sizin aktif olarak çaba harcamanız gerekiyor. Yetenek ağacındaki bazı yetenekler doğrudan görev ödülü olarak gelirken, bazıları da hikâyenin önemli noktalarında kendilerinden açılıyorlar. Phyre’ın en önemli yeteneği telekinezi. Bu şekilde yerden silahları alıp ateş edebiliyor veya bölüm içindeki elementleri eğip bükerek kendi amaçları dahilinde kullanabiliyorsunuz.
Oyundaki becerileriniz ve özel diyalog seçeneklerinin tamamı seçtiğiniz vampir klanına bağlı olarak gelişiyor. Toplamda seçebileceğiniz 6 klan var: Asi ve gözü pek yapılarıyla bilinen, vahşi Brujah, etik ve yasalara bağlılıklarıyla bilinen Banu Haqim, serinkanlı ve gölgelerden avlanan Lasombra, kan büyüleri ve rakiplerini domine etmeleriyle nam salmış Tremere, zarif baştan çıkarıcılar olarak da tanınan ve sanata, güzelliğe düşkün Toreador ve “yönetici sınıfı” sayılan, asil kanlı tiranlar olan Ventrue olmak üzere seçeneklerimiz oldukça yeterli.
Klanlara özel diyaloglar ve sohbetler oyunda mevcut ama ne giydiğiniz de klanınız kadar belirli anlarda önem taşıyor. Örneğin Brujah tarzı bir deri ceketle, seçkin bir davete giderseniz belirli karakterler doğrudan size ters tepki verebiliyorlar. Yine sokaktaki insanları beslenmek için kandırmak istediğinizde, kafanızdaki hikâyeye uygun tipte olmanız işinizi kolaylaştırıyor. Bir kadını yırtık pırtık bir elbiseyle baştan çıkarmak takım elbiseyle olduğundan çok daha zor. Bloodlines 2’de tarz ve moda kesinlikle bir silah ve süregelen Masquerade’in parçası; keşke sonuçları biraz daha sert olaymış ama.
Ana hikâye iyi olduğundan, rol yapma elementlerinin kesilmesi beni çok rahatsız etmedi. Sorun şu ki, yerine gelen yetenek sistemi de öyle aşırı anlamlı sayılmaz. Dövüşler çok tek düze ilerliyor, saldırılardan kaçıp karşı ataklar yapmak aslında bütün dövüş sisteminin ana fikri. Çok hasar yemeden ölümün kıyısına getirdiğiniz düşmanların kanını içtiğiniz sürece hayatta kalmanız çok zor olmayacaktır. Phyre “uyandıkça” daha güçlü yeteneklere sahip olduğu için bölüm canavarları hariç çoğu kavga daha kolay hale geliyor. Belirli klanlar (özellikle gizliliğe önem verenler), bölüm sonu canavarları ve teke tek dövüşlerde sorun yaşasalar da zorlandığım hiçbir düşmana rastlamadım.
Asıl hikâyeyi bu kadar övünce, madalyonun diğer yüzü yan görevlere de girmek durumundayım. Oyunun bazı yerlerinde projeyi devralan Chinese Room’un neleri olduğu kadarıyla yetiştirmek durumunda kaldığını anlıyorsunuz. Yeni yeteneklere erişim sağlayan yan görevler haricindeki bütün içerik ne yazık ki çok klişe olmuş. Bir apartman dairesinde bulunan bir not veya hipnotize olmuş bir insanın verdiği görevler başta merak uyandırsa da yapıları birbirine çok benziyor. “Git, döv gel” veya Git, teslim et” gibi sıradan elementlerin dışına çıkamıyorlar. Bir de tekrar etmeye başladıktan sonra inanın yan görevleri atlayıp doğrudan ana hikâyeye dönesi geliyor insanın. (Veya vampirin mi demeliydim?)
Benim en rahatsız edici bulduğum konuysa beslenmenin neredeyse opsiyonel hale getirilmesi olmuş. Phyre’ın yetenekleri kan gerektiriyor yani yetenek kullanımı haricinde World of Darkness’da olan o açlık kavramı bu oyunda yok. Oyunun belirli anlarında sokaklardan insan kandırıp, kanına ekmek banmak sadece rol yapmayı seven oyuncular için bir gereklilik. Masquerade ise hâlâ duruyor. Yani sokaklarda vampir gibi uçup, yetenekler kullanma lüksünüz yok. Eğer çok dikkat çekerseniz oyunu dilediğinizden hızlı ve acılı bir şekilde bitirebilirsiniz.
Bloodlines’ın en çok parladığı nokta ana hikâyenin ve diyalogların yazımı olsa gerek. Genellikle fantezi ağırlıklı oyunlara kıyasla World of Darkness daha nüanslı ve politik bir dünyaya sahiptir. Kavga dövüş her zaman olur ama bunlar “Kötü ejderhayı öldürelim, diyarı kurtaralım” kafasının ötesinde siyasi hamleler olarak varlar. Phyre 5-6 kişilik bir satranç maçında (Nasıl oluyor sormayın) bir anda sahaya giren bir vezir konumunda. Dengeleri değiştirecek gücü var ve bir noktada herkes ondan faydalanmak istiyor. Klanlar arası toplantılara dahil olmak, verilen cevaplar ve diyaloglarda Makyavelist olmaya çalışmak beni gerçekten bir World of Darkness oyunu oynadığıma ikna etti. Bloodlines 2 oyun olarak istenilen boyuta ulaşamayınca eldeki en güçlü silahına odaklanmış ve bu bence oyunun ortalama üstü bir yapıma dönüşebilmesi için doğru bir karar olmuş.
Halefin selefinden en büyük farkı da burada ortaya çıkıyor: Burada yaşanılması gereken bir hikâye var ve siz onu yaşamakla mükellefsiniz. Aldığınız karaların, verdiğiniz cevapların büyük resimde o kadar da önemli olmadığını oyunu bitirmeye yaklaştığınızda hissediyorsunuz. İlk oyunda da öyle dünyayı değiştiren devasa karalar yoktu ama, biraz daha serbest hissettiriyordu. Burada bütün o karmaşanın üzerine kocaman bir çarşaf örtülmüş de misafir setleri masaya konulmuş bir anlayış, bir yapaylık var.
Oyunu bitirirken yaşadığım o garip boşluk hissini tarif etmek zor. Bir yanım daha fazlasını isterken, diğer yanım da bütün bu sürecin beklentimin altında kalmasından kaynaklı bir hayal kırıklığı oluştu. Sınıfın hiç ders çalışmayan ama zeki çocuğu vardır ya. Kendini verse çok iyi notlar alıp başarılı olacağını bilirsiniz ama aynı zamanda bunun asla olmayacağı da bir gerçektir. Bloodlines 2 o çocuk işte. Farklı bir ailede, daha sağlık bir yapım sürecinde olsaydı belki, çarpıcı ana hikâyesi ve dünyasının etrafına eklenecek düzgün içerik ve rol yapma elementleriyle çok etkileyici bir oyun olacaktı. Bir başka örnekle açıklamak gerekirse, bu haliyle biraz daha kazadan sonra toplanmış bir spor araba hissi veriyor. Hâlâ gidebiliyor ama sürdükçe bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyorsunuz.
Sonuç mu? Bloodlines 2’nin son derece kusurlu ama bir ruha sahip bir oyun olduğunu düşünüyorum. O ruh ilk oyunda da olan, hatalarına rağmen oyuncuların sevgisini kazanan köşeli, kaba ama samimi hissiyatın aynısı. Çalışmayan ve çok daha iyi yapılabilecek çok fazla yeri var. Bunları dert etmeden, kusurlarına çok odaklanmadan ana hikâyesiyle var olan bunu da bir yere kadar başaran bir oyun söz konusu. Tıpkı yaralı bir vampir gibi, bir insanı öldürebilecek onlarca darbe almasına rağmen özü sayesinde yaşama tutunan bir oyun Bloodlines 2.
Başlıklar
Bloodlines 2, yıllarca karanlıklar içinde beklemiş bir mirasın yükünün altında ezilen bir oyun olmuş. İnsan oynarken yaptıklarından çok yapılamayanlara üzülüyor.
- Şehir atmosferi ve mekân tasarımları çok başarılı
- Phyre’ın karakterizasyonu ve seslendirmesi oldukça güçlü
- Diyalog yazımı, özellikle ana görevlerde hâlâ üst düzey
- World of Darkness’tan çıkmış bir oyun hissini güzel veriyor.
- Yan görevler tekdüze, seçimlerin etkisi yüzeysel kalıyor
- Rol yapma öğeleri neredeyse yok denecek kadar sınırlı
- Dövüş sistemi tekrar eden animasyonlara ve yapay zekâya sıkışmış
- Eşya sistemi fazla sade, ilerleme hissi zayıf
- Teknik olarak stabil ama şaşırtıcı derecede “güvenli” bir yapım; risk almıyor

























