The Book Of Boba Fett - İnceleme

Benim gönlüm sarhoştur iki güneş altında

Çok uzun zaman önce, çok uzak bir galakside... Aslında her şey bu cümleyle başladı. Şu an oturduğum yerden bakınca bu girişin ne kadar doğru olduğunu da anlıyorum. Gerçekten çok uzun zaman önce Star Wars ile tanıştım. Hayatımın dönüm noktalarından birisi de bu oldu, koskocaman bir evren sizi sarıp, sarmalayınca zamanın harmanıyla birlikte kendinizi bambaşka bir yerin parçası olarak bulabiliyorsunuz. En azından benim için Star Wars ile tanışmak ve büyümek tam olarak böyle gerçekleşti. Tabii hayatta olduğu gibi Star Wars'da da iniş çıkışlar, sevgiler ve nefretler iç içe girdi. Günün sonunda tüm bu duygu karmaşası içerisinde halen 20 sene önceki çocuk gibi acayip sesler çıkarak izlediğim bir diziden sonra bunları yazıyorum. 

Salt filmler perspektifinden bakınca Boba Fett'e çok fazla anlam yüklemek pek mümkün olamıyordu. Görünüş itibariyle epey karizmatik olsa da replik kıtlığı çeken Boba ile benim yakınlaşmam şimdilerde Legends dedikleri eskinin genişletilmiş evreni sayesinde oldu. Üzerine Jango ile birlikte geçmişinin de devreye girmesi falan derken çok daha ilgi çekici bir karakter oldu Boba. The Mandalorian dizisinde geri dönüşü ve bugün sona eren kendi dizisiyle de bolca boşluğu doldurduk. Lakin Book of Boba Fett kesinlikle sadece Boba Fett dizisi değil hatta Boba'dan çok bir Mandalorian ara sezonu gibi ama bu diziden çok fazla şey götürmüyor, aksine Star Wars adına muhteşem anların ortaya çıkmasına yol açıyor. Dizideki sürprizleri bozmadan, son iki bölümün ihtişamı ve hayran servisinden mümkün olduğunca az etkilenerek 7 bölümden oluşan bu hoş Star Wars macerasına bir bakalım;

Hello I Am Boba Fett

Söz konusu Tatooine olunca benim kafamda her zaman Country tarzı müzikler çalmaya başlar. Bir mekanda ağzında mızıkasıyla Johnny Cash belirse inanın yadırgamam. Bu Western atmosferi Star Wars içerisinde Tatooine dışındaki yerlerde biraz zorlama dursa da koca çöl denizi bu atmosfer için biçilmiş kaftan. İşte Boba Fett gibi hayatının kefaret dönemini geçirecek birisi için Tatooine atmosferine balıklama dalmak gerekiyordu. Dizinin başında Dave Filoni olunca bu konuda da sıkıntı yaşamayacağımız belliydi. Yine de dizinin ilk bölümleri bir kesim hayran tarafından gereksiz şekilde yerin dibine gömüldü. Yapılmak istenen salt film ve Mandalorian dizisi üzerinden Star Wars takip eden kitleye Boba'yı tanıtmak ve o meşhur Sarlac çukurundan sonra nasıl hayatta kaldığını anlatmaktı. Elbette buraların gereksiz uzatılmış olması gibi makul eleştiriler de var ama Boba Fett'in karakter gelişimini de bir yerlerden yakalamamız gerekiyordu. 

The Mandalorian'ın ikinci sezonu sona erdiğinde Boba'yı emaneti olan şehr-i Tatooine'i geri almış bir vaziyette bırakmıştık. Lakin Tatooine'i bilen herkes burayı teslim almanın hiç kolay olmayacağını biliyordu. Outer Rim'in suç merkezini tek yumruk altında toplamak neredeyse imkansız bir görevdi. Boba'yı şehri geri almak için izlerken sahnelerin büyük bir kısmı geçmişe dönüktü. Sarlacc çukuru sonrası Tuskenlar ile yolu kesişen Boba, hayatını ve kararlarını sorgularken belki de Jango'nun ölümünden sonra ilk defa kendisiyle baş başa kalma şansına erişiyordu. Tüm bu duygu karmaşasını dizinin geçmişe dönük sahnelerle vermesi güzeldi ama ön tarata akmaya devam eden Tatooine hikayesi de biraz başı boş kalmıştı. En nihayetinde dört bölümden sonra Boba Fett bambaşka bir yola evirilecekti.

Westernpunk?!

Hani Tatooine'in kendine has Western atmosferine bu kadar daldıktan sonra bir anda üçüncü bölüm ile birlikte ani ve çirkin bir uyanış yaşadım. Cyberpunk'tan fırlamış gibi gözüken o bol modlu karakterler atmosferi baltalamış. Tatooine'in arka sokakları, hayatta kalma mücadelesi anlatılmaya çalışılırken hiç istenmedik şekilde konudan soyutlanmaya başladım. Neyse ki bu karakterlerin hikayeleri çok derinlemesine işlenmedi de özümüze dönmeye başladık. Bu modlu arkadaşlar da Boba'nın yanında değerli birer yoldaş olarak var olmaya devam etti. Bu arkadaşların desteği önemliydi çünkü büyük fırtına bulutları Tatooine'in üzerinde dolaşmaya başlamıştı ve Boba'nın koruması gereken bir gezegen vardı.

Dördünü bölümden sonra kalan üç bölümde çok özel şeyler izleyeceğimizi üç aşağı beş yukarı tahmin ediyorduk. Paranın bile değersiz kaldığı anlarda iyilik borçları devreye girer. Tatooine'in baharatının peşinde olan Pyke sendikasına karşı Tatooine'in iç politikasındaki yozlaşmalarla birlikte büyük bir mücadele gösterilecekti. Boba'ya yapılan saldırılar, Hutt sonrası şehrin mirasının kimde kalacağı tartışmaları derken artık ortak bir düşman karşısında birleşmek klişe bir hikaye gibi gözüküyor. Tabii Filoni'nin bu konuda bambaşka fikirleri olduğunu dördüncü bölümden önce kestirememiştim. Bu raddeden sonra bambaşka bir Star Wars macerasına giriş yaptık.

İki Güneş Olduğu İçin Şafakta Nereye Bakacağız Bilemedim

Boba Fett'in hikayesi bir noktada savaş için adam toplamaya başlayacağı için tıpkı bir RYO oyunu gibi yan görevler devreye girdi. Ya da Boba Fett'in hikayesi tamamiyle bir yan görevdi ve ana göreve geri döndük. İkinci ihtimal daha akla uygun geliyor çünkü dizinin son üç bölümü adeta bir Mandalorian Sezon 2.5 şeklinde ilerledi. Çok sevgili Bebek Yoda (sana Grogu demeyi halen kabul etmiyorum) Luke Skywalker ile birlikte Jedi eğitimi almak için uzun bir yolculuğa çıktığında Mando'yu tek başına bırakmıştık. Ancak bir babanın oğlunu unutması pek mümkün değil, Boba'dan Mando'ya geçen bu süreçte duygu şelalesi de şarıl şarıl akmaya başladı.

Belki de tarihin en epik girişlerinden birisiyle hikayeye dahil olan Mando, kendi dertleriyle uğraşırken bizi de peşinden sürükledi. Artık Darksaber'ın da sahibi olduğu için çok daha büyük sorumlulukları sırtına yükleyen Din Djarin'in aklında ise daima Minik Yoda vardı. En iyi bildiği işi yaptıktan sonra kendinden olanları bulup yeniden bir yere ait olma hissiyle çıktığı yoldan daha mağrur ama güçlü şekilde çıkan Din ile Boba'nın yolunun kesişmesi de uzun sürmedi. Bu süre zarfında bizleri Naboo semalarına götüren şahane bir detayın varlığı da ben dahil tüm Star Wars hayranlarının içini ısıtmayı başardı.

Yolun Yolumuzdur Dave Filoni

Girdiği yol gereği iyilik borçlarına daima sadık kalan Mando ile Boba tam olarak yeniden bir araya gelmeden önce çözülmesi gereken çok minik bir sorun vardı. Yeni gemisiyle birlikte çok uzak diyarlara yolculuğa çıkan Mando sayesinde belki de Star Wars tarihine geçecek bir altıncı bölüm izledik. Hatta bence tüm Mandalorian bölümleri dahil orijinal üçlemeden bu yana bu kadar "Star Wars" hissettiren bir şey olmamıştı. Her ne kadar heyecanlı heyecanlı anlatmak istesem de altıncı bölümü hiçbir etki altında kalmadan izlemek bir Star Wars hayranının kendine verebileceği en güzel hediyedir. O yüzden eğer yazının burasına kadar gelip halen son 2 bölümü izlemediyseniz her şeyi bırakıp rotanızı terse çevirmenizi tavsiye ederim. 

Epik bir altıncı bölümden sonra beklemenin dayanılmaz ağırlığı ile daha da epik bir final için beklemeye başladık. Altıncı bölümün yönetmeni olan Dave Filoni finalde koltuğu Robert Rodriguez'e teslim ederek bir belki biraz muammalı bir karara imza atmış olabilir.  Altıncı bölüm Star Wars adına Boba'nın hikayesi dışında kalan çok fazla detayıyla küçük çaplı kalp krizlerine neden olmuştu. Finale geldiğimizde ise nihayet Boba Fett'i aksiyon içerisinde görmeyi başardık. Bir insanın en tehlikeli olduğu zaman köşeye sıkıştığı zamandır misali bu zamana kadar hep zayıflıkları ve hayata yeniden dönüşüyle gördüğümüz Boba Fett'in neden bunca yıl evrenin en korku salan kelle avcılarından birisi olduğunu da yeniden görmüş olduk. Tabii bazı açılardan final insanları tatmin etmemiş veya hayal kırıklığına uğratmış olabilir ve bunun sebeplerini görece anlıyorum. Lakin benim penceremden son 3 bölümü bir araya getirince adı Book of Boba Fett olan bir dizi için doyurucu bir son ortaya çıkmış. The Mandalorian Sezon 2.5'dan sonra 3'ün yolu da sanılandan biraz daha farklı olarak açılmış oldu. 

En nihayetinde In the Name of Honor isimli final bölümüyle birlikte Boba Fett kendi yöntemleriyle, kitabına uygun bir şekilde yaşamaya karar verdi. İlk bölümlerde Tuskenlar ile birlikte Boba'nın hayatta kalma ve gelişme serüvenini öğrendik, sonrasında Star Wars külliyatının en sevilen dönemlerinden güzel nostaljiler yaşadık. Mandalorian ile başlayan Episode 6-7 arasındaki boşluk giderek daha kaliteli bir şekilde doldurulmaya devam ediyor. Keşke yeni nesil garabet üçleme bir şekilde ortadan kalksa da burada atılan karakter temelleri üzerinden bambaşka bir Star Wars yoluna sapabilsek. Dave Filoni önderliğinde daha keşfedecek çok gezegenimiz var. Son olarak adet gereği tüm yedi bölüme de bir puan vermek lazım, her ne kadar son iki şahane bölüm ve tatminkar final beni çok etkilese de ilk başlardaki Tusken/Boba hikayeleri herkesi çekmeyebilir ama beni meraklandırmayı başardı. Bu yüzden The Book of Boba Fett'e benim kitabıma göre 8/10 uygun gibi gözüküyor. 

YORUMLAR

Lord Of The Rings'in Oyun Ve Film Hakları Satışa Çıkıyor

Artık iki kulenin yanına gökdelenler dikerler

Lord Of The Rings'in Oyun Ve Film Hakları Satışa Çıkıyor

Days Gone’ın Yönetmeni, Bir Uncharted Oyunu Yapmak İstiyor

Sully’nin gençliğini anlatmak niyetindeymiş

Days Gone’ın Yönetmeni, Bir Uncharted Oyunu Yapmak İstiyor

Days Gone için bir devam oyunu gelmeyeceğinin netleşmesi, Jeff Ross’u ve ekibini başka arayışlara yönlendirmiş. Ele aldıkları alternatiflerden birisi de Uncharted serisi için bir oyun yapmakmış.

Days Gone’ın yönetmeni Jeff Ross; Sacred Symbols+ ile yaptığı röportajda, bir devam oyunu için Sony’den onay çıkmayınca, Sony’nin elindeki diğer IP’ler için bir oyun geliştirmek üzerine fikir jimnastiği yapmaya başladıklarını ve bu markalardan birisinin de Uncharted olduğunu dile getiriyor.

Ross; oyuna dair geliştirdikleri fikirleri “Victor Sullivan 25 yaşında... Yaşı ile ilgili hesaplamalara göre 1976 yılı civarında bir tarihte oluyoruz. Bazı nedenlerden ötürü Deniz Kuvvetlerinden firar etmiş. Onun gözünden bakıyorum dünyaya: Kendi yolumu bulmaya çalışıyorum. Asker olmayı denemişim ama bunda başarılı olamayınca kendimi sokaklarda bulmuşum ve artık bir dolandırıcı olmak yolunda adım adım ilerliyorum” şeklinde özetliyor.

Genç Victor Sullivan’ın kendisine göre vaktinde James Bond'a hayat veren Sean Connery gibi bir karakter olduğunu söyleyen Ross; Joker ve Once Upon A Time In Hollywood gibi filmlerde 70’lerin ele alınış biçiminden de etkilendiğini eklemeyi ihmal etmemiş.

Ross, konsepti geliştirirken karşı karşıya kaldıkları bazı sıkıntılar olduğunu da söylüyor. Geliştirdikleri konsept, oyunculara çok fazla çatışma imkânı sunmayacak bir konsept. Hal böyle olunca, ortaya çıkan şeyin “oyuncuların kimseyi vurmadığı ilk Uncharted oyunu” olması gibi bir ihtimal bulunduğunu ve bunu yapmak istemediğini de belirtmiş :)

Kâğıt üzerinde ilgi çekici yönleri de Ross’un belirttiği gibi bazı riskleri de bulunan bir fikir. Önümüzdeki dönemde hayata geçirilir mi, kim bilir?

Parolamı Unuttum