Oyun dünyası sürekli bir devinim, dönüşüm halinde. Bu dönüşümden oyun firmaları da payını alıyor. Bazıları büyüdükçe büyüyor, devasa boyutlara ulaşıyor. Bazı büyük stüdyolar, altın çağlarını geride bırakıp küçülmeye başlıyorlar, hatta bazıları neredeyse silinip gidecek hale geliyor. Arada sürpriz bir şekilde parlayan stüdyoları görüyoruz, şaşırtıcı bir şekilde çuvallayanları da gördüğümüz gibi. Oyuncular nezdinde prim yapan stüdyolar, oyuncuların nefretini kazanan stüdyolar, oyuncuları hayal kırıklığına uğratan stüdyolar… Birçok sıfat sıralayabiliriz. Ama bizi esas ilgilendiren kısmı bu durumun biz oyun severleri nasıl etkilediği.
Bu konunun pek çok boyutu var elbette. Oyun tercihlerimizin stüdyoların durumundan ne şekilde etkilendiği, piyasadaki oyun çeşitliliğinin artması veya azalması, oyun türlerinin popülerlik kazanması veya silinmeye yüz tutması… Burada da uzun bir liste saymak mümkün.
Bu konuların detaylarına girmeyeceğim, bu başka bir yazının konusu olabilir. Ama bunlarla ilintili bir konuyu gündeme getirmek niyetindeyim bugün: Ubisoft vakası.
Neden “Ubisoft vakası” gibi bir konu gündeme geldi benim için, hemen söyleyeyim. Geçtiğimiz günlerde sizinle paylaştığımız bir haberde Ubisoft’un son 6 ayda 7 oyunu iptal ettiğinden, Skull & Bones’u da bir kez daha ertelediğinden bahsetmiştik. Şirketin bu mali yılı yarım milyar doların üzerinde bir zararla kapatacak olması doğrudan doğruya oyuncuların derdi değil tabii, ama bu işin sonunda yine etkilenecek olan bizler olacağız. Zaten son yıllarda da yaşadığımız aslında bu.
Ben çok sıkı bir Ubisoft takipçisiyim. Onlarca Ubisoft oyunu oynadığım, her yıl da en azından 1-2 Ubisoft oyununa el attığım göz önünde bulundurulacak olursa samimi birkaç eleştirimi dile getirmekte bir sakınca görmüyorum. Bu eleştiriler elbette Ubisoft’un umurunda olmayacak :) Ama olsun, yine de biz bize dertleşelim, fikirlerimizi paylaşalım istedim. Dolayısıyla sizler de bu konu hakkında yorumlarınızı paylaşırsanız memnun olurum.
Bu uzun giriş faslından sonra, artık esas konuya gelebiliriz. Ubisoft, nerede yanlış yapıyor?
Bu soruya cevap bulmak için öncelikle ortada yanlış olup olmadığını netleştirmek gerek. Sanıyorum bu konuda şüphe duyan fazla kişi yoktur aramızda. Zaten son yıllardaki tabloya bakılınca bir şeylerin yolunda gitmediği net bir şekilde anlaşılıyor. Erteleme üstüne ertelemeler, bir türlü çıkmak bilmeyen oyunlar, çıkıp hayal kırıklığı yaratanlar, şirketin yüz milyonlarca dolar zarar ediyor oluşu, duyurulup iptal edilen oyunlar, duyurulmadan iptal edilen oyunlar… Bunlar, yıllardır yakından takip ettiğimiz Ubisoft için hiç de olumlu işaretler değil.
Yiğidi öldürmeden hakkını da teslim etmek gerek; Ubisoft, halen tek kişilik senaryoya odaklanan oyunlar yapan, bizleri uzun saatler süren, içerikle dolup taşan oyunlarla buluşturmanın gayreti içerisinde, bir yandan büyük markaları devam ettirip araya yenilerini de eklemeye çalışan bir stüdyo ve bu yönüyle de takdiri hak ettiğini söylemek mümkün. Zaten biraz da bu yüzden eleştirmeyi uygun buluyorum, sevdiğim bir stüdyonun bu şekilde bocalıyor olması hiç hoşuma gitmiyor.
Şimdi dilerseniz filmi biraz geriye saralım, bugünlere nasıl geldiğimize bir göz atalım. Guillemot kardeşler tarafından kurulan Ubisoft (aslında kuruluşundaki adıyla Ubi Soft), 1986 yılında sahneye çıkan bir firma. Ama oyun geliştirme faslında önemli bir mesafe kat etmeden önce, dağıtımcılık konusunda ilerlediklerini söyleyebiliriz. Electronic Arts, Sierra ve MicroProse ile yaptıkları anlaşmalar neticesinde 1993 itibariyle Fransa’nın en büyük video oyun dağıtımcısı haline gelmesi de bunu teyit ediyor.
Bir yandan oyun geliştirme işine de girişiyorlar tabii. 1995 yılında çıkış yapan Rayman, bu alandaki ilk adımlarından birisi olarak değerlendirilebilir. Bugüne kadar devam eden bir seri Rayman. Ama tabii Ubisoft’u oyun geliştiriciliği konusunda başka aşamalara taşıyacak hamlelerden birisi, yaptıkları satın alımlar oluyor. 2000 yılında Red Storm Entertainment’ın satın alınması ve bu sayede Tom Clancy oyunlarının haklarına sahip olmaları, bunun ardından da 2001 yılında The Learning Company’nin eğlence birimini satın alıp, Myst ve Prince of Persia gibi markaları bünyesine katması; firmanın bu alanda ciddi bir atılım yapmasının da yolunu açıyor. Hem bu markalar için yapılan oyunlar hem Rayman serisinin devamı hem de araya sıkıştırdıkları Beyond Good & Evil gibi oyunlarla, oyun severlerin dikkatini çekmeyi başarıyor ve artık kendinden söz ettiren bir firma haline geliyorlar.
2004 yılında, Crytek tarafından geliştirilen Far Cry’ın yayınlanması da Ubisoft için önemli bir adım; sonrasında marka haklarının da satın alınmasıyla birlikte, firma ilerleyen dönemlerdeki ana serilerden birisi olacak bir markaya kavuşuyor.
Bir sonraki aşamaysa; 2007 yılında yeni bir markayla karşımıza çıkmaları. Aslında yolculuğuna Prince of Persia serisinin bir oyunu olarak başlayıp sonra yepyeni bir seri haline gelen bir marka. Bildiniz, tebrikler, Assassin's Creed’den bahsediyoruz. Ubisoft’un o büyük dönüşümünün en önemli parçalarından birisi de elbette Assassin's Creed serisi.
Bu dönemde Ubisoft’un sıçrama yapmaya başladığını söyleyebiliriz. Ellerindeki serileri adım adım büyütüp oyun dünyasının önde gelen stüdyolarından biri haline geldiler. Bu süreçte başarılı bir şekilde hayata geçirdikleri şeylerle oyun severlerin ilgisini çekmeyi başardılar ve bu da uzun soluklu projeleri hayata geçirmek konusunda ellerini rahatlatıyordu.
Bir kere, açık dünya formülünün oyun dünyasında bu kadar popüler hale gelmesinde Ubisoft’un büyük bir payı olduğunu söylemek gerek -ki Far Cry burada ilk akla gelebilecek serilerden birisi-, onun haricinde de diğer serileriyle bu tabloyu desteklediler.
Bunun yanında Ubisoft, AC serisiyle de “büyük anlatı” formülünü devreye soktu. 15 yıl boyunca çıkan oyunlar bizi binlerce yıllık bir zaman dilimine yayılan onlarca farklı hikâyeye ortak ederken, arka planda Tapınakçıklar ile Suikastçılar mücadelesini anlattı, anlatmaya da devam ediyor.
Splinter Cell serisi bir dönemler Metal Gear Solid serisine çok ciddi bir rakip oldu, gizlilik aksiyon oyunları konusunda da Ubisoft rüştünü ispat etmişti diyebiliriz yani. Bunun yanında Tom Clancy markasını farklı serilerle de zenginleştirmeye çalıştılar. İlk Rainbow Six oyunu çıktığında aklımızı nasıl başımızdan almış, bizleri kendisine nasıl da hayran bırakmıştı! Bir operasyonu baştan sona planlamak, ilmek ilmek dokumak, her bir detayı göz önünde bulundurup her ihtimali hesap etmeye çalışmak, bütün bunların sonunda bir hata ile bütün planın yıkılıp gittiğini görüp ekrana yaşlı gözlerle bakmak :) Bir dönemler Ghost Recon serisinin ne kadar da sevilen, takip edilen bir seri haline geldiğini hatırlayalım.
Just Dance ve Rocksmith serileriyle müzik sever oyunculara hitap edip, Settlers ve Anno ile de strateji severleri unutmadılar.
Bu serilerin her birisi için ayrı ayrı övgü cümleleri kurulabilir. Ama şimdi yavaş yavaş günümüze gelelim ve “Ne oldu da işler ters gitmeye başladı?” sorusuna cevap arayalım.
Bana kalırsa sorunların başında “seri üretim” mantığının baskın bir hale gelmesi, uzun soluklu bir şeyler yaratmak yerine hızlı hızlı oyunlar çıkarıp firmanın yıllık cirosunu yeni zirvelere taşımak gayreti geliyor. Bu hamleyle Ubisoft, kendi topuklarına sıkmış oldu. Özgün oyunlar çıkarmak yerine, daha önceki dönemlerde tutmuş formülleri tekrar tekrar kullanıp, birbirinin kopyası oyunlar çıkarmaya başladılar.
Bir noktada da oyun severler bu gidişe tepki göstermesi kaçınılmazdı, nitekim öyle de oldu. Ubisoft ise, durumun böyle olduğunu yüzlerce milyon harcadığı oyunları satmamaya, yıl sonu bilançosu kırmızıya dönmeye başladığında anladı. Ama bundan gerekli dersleri çıkardılar mı, o konuda emin olamıyorum.
Bana göre; Ubisoft’un yaptığı bir başka hata, geçmişte oyun severlerin beğenisini kazanmış serileri yıllar sürecek bir kış uykusuna yatırmaları oldu. Splinter Cell, Prince of Persia ve hatta Heroes of Might & Magic bu konuda ilk akla gelenler. Ubisoft da sonunda böyle olduğuna kanaat getirmiş olsa gerek, bu serileri diriltmeye karar verdi. Ama orada da hataların ardı arkası kesilmedi. Mobil oyun mu yapsak, VR mı çıkarsak, yeniden yapımla mı dönsek derken işler iyice sarpa sardı. Halbuki yapılabilecek çok basit bir şey vardı – “köklere dönüş”. Zaten, bana kalırsa Ubisoft’un içinde bulunduğu krizden çıkış formülü de tam olarak bu.
Ubisoft, ellerindeki markaların suyunu çıkarmak konusunda mahir. Buna bir de popülerlik kazanan bir alan varsa, o rüzgâra kapılıp gitmelerini de ekleyelim. Buyurun size gül gibi bir hata daha.
Mobil oyunlarla, VR projelerle heba edilen kaynaklar ve harcanan zaman, Ubisoft’un ayaklarına vurulan prangalardan birisi haline geldi. Sadece mobil ve VR da değil tabii mesele. Örneğin, battle royale vakası. Baktılar bu tür popülerlik kazandı, olmayacak iş yapıp Ghost Recon için bir BR oyunu geliştirmeye karar verdiler. “Oyun servisi” düzenli bir gelir kaynağı olabileceğini düşündürüyor, hemen buraya el atmaya kalktılar. Rekabetçi çevrimiçi oyunlardan geri kalmayalım; Apex Legends, Valorant var, Ubisoft’un niye böyle bir oyunu olmasın? Alın size Hyper Scape! Peki sonra ne oldu? Oyunun fişini çektiler. Bunca emek, insan kaynağı, para, zaman boşa gitti. Halbuki zaten ellerinde Rainbow Six Siege gibi bir oyun var. Yıllardır başarılı bir şekilde yoluna devam ediyor. Ne diye başka maceralara açılırsınız ki?
Bu noktada aslında elimizde iyi bir örnekler de var. Mesela, Immortals Fenyx Rising. Evet, bu da aslında “Kendi Zelda oyunumuzu yapalım, Nintendo haricindeki platformlara da Zelda gibi bir oyun getirelim” gibi bir düşünceyle hayata geçirildiği belli olan bir proje. Ama en azından burada derslerine iyi çalışıp oyuncuların beklentilerini karşılayabilecekleri bir oyun çıkarmayı başardılar. Buradan Ubisoft adına çıkarılması gereken dersler var belli ki.
Ek paketler, sezon içerikleri meselesi işin ayrı bir boyutu. Burada iyi yaptıkları şeyler de var tabii, haklarını teslim etmem lazım. Ek paketlerle oyunları zenginleştirmeyi, oyunun ömrünü uzatmayı başarıyorlar. Ama burada da daha uzun süreli para akışının ana hedef olduğu, bu nedenle de her geçen yıl ana oyunların zayıfladığı, bunu ek paketlerle toparlamaya çalıştıkları bir tabloyla karşı karşıya kaldığımızı düşünüyorum.
Ayrıca, Ubisoft’un (diğer pek çok firmanın da yaptığı gibi) güncellemeler ve ek paketleri bir taktik araç haline getirdiğini de söylemek mümkün. Oyunu erkenden çıkaralım, hataları sonradan düzeltir, eksik içerikleri sonradan ilave eder, zaman içerisinde oyunu toparlarız. Ne güzel formül öyle değil mi! Hem böylece kalite kontrol süreçleri için de fazla masraf yapmamış oluruz, nasıl olsa oyuncular var, onlara QA tester muamelesi yapabiliriz, hem üstüne bir de para veriyorlar, daha ne isteriz ki!
Oyuncular en başından, daha ilk anda iyi bir oyun oynamayı hak ediyorlar. Parasını verdiğimiz bir ürünün eksik olması ne kadar kabul edilebilir bir durum? Marketten sipariş verseniz, ürünler eksik gelse, ama biz onu sonradan tamamlayacağız deseler nasıl bir tepki verirsiniz? Ya da birkaç kıyafet sipariş etseniz, içlerinden bazıları gelmese, bazıları defolu gelse, muhatabınız da eksikleri sonradan gönderip sökük olanları da önümüzdeki günlerde dikeceğiz deseler? Bence artık oyunlar konusunda da net bir tavır sergilemenin vakti geldi de geçiyor bile.
Bir de ek paket olacakken oyun haline getirmeye çalıştıkları oyunlar var tabii. Bildiniz, Skull & Bones’tan bahsediyorum. Ubisoft’un ciddi hatalarından birisi de belirli bir oyun içerisinde beğenilen bir özellik olduğunda bunu oyun haline getirip etinden sütünden faydalanmak istemesi. AC içerisinde gemileri kullanmak, deniz savaşlarına girmek oyuncuların hoşuna mı gitti, hemen bunu ayrı bir oyun haline getirelim o zaman!
Hazır Skull & Bones’tan söz açılmışken, erteleme üstüne ertelemelerle tam bir kısırdöngüye hapsolan projelerinden bahsetmek gerek. Burada Skull & Bones’un yanına Prince of Persia: The Sands of Time Remake ve Beyond Good & Evil 2 gibi örnekler ekleyebiliriz. Oyuncuların beklentilerinin anlaşılmadığı, projelerin el değiştirip durduğu, el değiştirmeyenlerin de fikir değişiklikleriyle işi başa sarıp durduğu örnekler bunlar. Beyond Good & Evil 2, başta bizleri çok heveslendirdi, sonra da hem uzayıp giden geliştirme süreciyle hem de oyuncuların çok da arzu etmediği bir şeye dönüşme ihtimalinin ortaya çıkışıyla büyük bir hayal kırıklığına dönüştü. Çıkışında bu tabloyu tersine çevirmesi mümkün mü, bilemiyorum. Oyuna dair emin olduğumuz tek şey, eğer olur da bir gün çıkış yapabilirse, duyurulduğu tarih ile çıkış yaptığı tarih arasındaki süreyle bir rekora imza atacak.
Bir de işleyen formülleri bozmaları var -ki o da başlı başına bir vaka. Mesela her yıl çıkardığınız Just Dance gibi bir oyun var. Öyle ya da böyle satıyorsunuz. Milyonlarca oyuncunuz var. Çok fazla uğraştırmıyor da. Yeni parçalarla güncelleyip çıkarıyorsunuz oyunu. Peki bu oyunla bile hayal kırıklığı yaratmayı nasıl başarırsınız? Çok kolay. Daha önce desteklenen kamera özelliğini oyundan çıkarırsınız, olur biter. Bir de abonelik sistemini ön plana çıkarırsınız, ana oyun içinde 15-20 parça yer alır, geri kalan onlarca parçayı abonelik duvarının ardına saklarsınız, tamam işte! Kamera desteği bu kadar mı önemli diye düşünenler olabilir aranızda. Evet, benim için önemli. Çünkü bu bana başka bir mesaj veriyor. Oyuna ve oyunculara yeterince önem verilmediğini, bu kadar basit bir şey için bile uğraşılmadığını düşünüyorum böyle bir durumla karşı karşıya kalınca. Neden elimizde cep telefonlarıyla dans edip durmamız gerekiyor? Çünkü kamera için uğraşmak istememiş Ubisoft! Ama her yıl özünde ek içerik olan bir paketi tam oyun fiyatına satmakta bir beis görmüyorlar. Ben de bir oyuncu olarak bu parayı vereceksem, karşılığında bir oyun görmeyi bekliyorum doğal olarak, bir ek paket değil.
Bu eleştirilerimin ardı arkası gelmeyecek belli ki, bir noktada durup toparlamam lazım. Peki, bu noktada Ubisoft’un ne yapması lazım? Daha önce de belirttiğim gibi, köklerine dönmeleri gerekir diye düşünüyorum. Basit düşünmeye başlayacaklar. Yaratıcı yönlerini bir kez daha ön plana çıkaracaklar. Bu liste uzayıp gider ama temelde varacağım nokta üç aşağı beş yukarı aynı yere çıkıyor. Oyunculara kulak verecekler. Oyuncular ne istiyor ne istemiyor, bunu göz önünde bulundurup projelerini buna uygun bir şekilde biçimlendirecekler.
Böyle bir yol benimserler mi, bilemiyorum. Fakat, Ubisoft’un bir yol ayrımında olduğuna şüphe yok. Bundan sonra nasıl bir noktaya varacakları, tam olarak bu dönemlerde yaptıkları tercihlerle şekillenecek.
Yazının değinmediği ve benim gördüğüm kadarıyla Oyungezer'in de pek bir duruş sergilemediği cinsel taciz skandallarını da listeye ekleyebilirsiniz. Hatta Blizzard konusunda da aynı şekilde bir duruş sergilenmesini beklerdim. Ama yıllarca Allah yeni AC Allah yeni WoW ek pakedi diye atlandı. Bu firmaların çok şeyi çıkan her bir başarılı oyunla affedildi. En çok yüzü bu skandallarla kaybettiler haklı olarak. Neyseki birileri dosya konuları yazıyor dergide, hiç yoktan iyidir.
Cinsel taciz konusunu görmezlikten gelmek gibi bir durum yok, emin olabilirsiniz. Yazının konusu doğrudan doğruya o konuyla ilişkili değildi, o yüzden burada yer vermedim -ki başlı başına ayrı bir yazının konusu olabileceğini düşünüyorum. Bu arada bu yazı çok daha uzundu, mecburen önemli bir kısmını kırpmak durumunda kaldık. Bahsedilecek o kadar şey var ki; bunları paylaşmamış olmam, onları görmezden geldiğim anlamına gelmiyor, yanlış anlaşılmak istemem. Daha önce bu ve benzeri meselelere hem haberlerde yer verdik hem Twitch yayınlarında gündeme getirdik hem de dergide yazdık. Bundan sonra da yazmaya devam ederiz, müsterih olun.
Blizzard konusunda da aynı duruşu sergilemek meselesine gelirsek; o da benzer bir yazının konusu olur, neden aynı duruşu sergile(ye)meyeceğimizi düşündünüz ki? Dergideki başka bir arkadaş da çıkar, “Ben de falanca stüdyoyu, filanca konuyu yazacağım” der, onu yazar. Bu yazılar böyle devam eder, liste yavaş yavaş uzar gider.
Uzun süredir aklımızda olan, fırsat bulup da yazamadığım bir konuydu. Eser ile bu konuları konuşup duruyorduk. Son dönemlerdeki erteleme ve iptal haberleri vesile oldu, Ubisoft ile başlamış bulundum. Ama bu "Aman bam teline basmayalım" diyerek bazı stüdyolara ilişkin eleştirilerimizi dile getirmekten imtina ettiğimiz anlamına gelmez. Böyle düşünmenize şahsen üzüldüm. Halbuki haberlerimizde sık sık eleştirilerimizi dile getiriyor olmamızdan hareketle böyle bir çekincemiz bulunmadığını tahmin edebilirdiniz diye düşünüyorum. Bunun en güncel örneği de bu yazı oldu zaten. Kimse bana niye böyle bir yazı yazıyorsun demedi, hatta Eser “Hadi niye hala yazmıyorsun” diye itekledi, o zorlamasa ben bu tembellikle 1-2 hafta daha bekletirdim yazıyı :) Umarım bu mesajla endişenizi giderebilmişimdir.
Sizin yorumunuzdan da bir ders çıkardım kendi adıma. Demek ki, böyle konulara daha sık değinmek lazımmış. Bunu bir tavsiye olarak alıyor, teşekkürlerimi sunuyorum. Değinilmesi gerektiğini düşündüğünüz konuları da bizlerle paylaşırsanız, onları da gündemimize almaya çalışırız. Dediğim gibi aslında yazmayı planladığımız, aramızda konuştuğumuz çok konu var ama bir fırsat bulup da yazamıyordum, bundan sonra daha çok yazıyla karşınıza çıkmaya çalışacağım. Bu arada sadece böyle eleştirel metinler değil, oyun dünyasına dair, video oyunlar tarihine dair de birçok konu var listemizde. Belki onlar da ilginiz çeker. Yazılsa güzel olur dediğiniz konuları paylaşın, onları da listeye ekleyelim:)
"Twitch yayınlarını izlemiyorum" AA çok ayıp! Kınadım! Cık cık cık! :D
Şaka bir kenara duruşunu beğenmediğimiz firmaları boykot etme, oyunlarını incelememe gibi konuları kendi aramızda da çok tartıştık. Fakat bunu için iki problem var:
1. Türkiye'deki oyun kültürü
2. Çizgiyi nerede çizeceğiz sorusu
1. Türkiye'deki oyun kültürü
Bir oyun dergisi olarak zaten oldukça niş bir insan kitlesine hitap ediyoruz. Bunun üzerine bir de duruşunu beğnemediğimiz firmaların oyunlarını incelemekten vazgeçersek AAA oyunların çok büyük bir kısmı gidecek. Ubisoft, Blizzard, Activision dediğin zaten AAA oyunlarının yarısı ediyor. Her ne kadar görece düzgün olsa da Bethesda'nın da problemleri var. Oyuncular EA'den nefret etmeyi de çok seviyor. Haydi AAA'den vazgeçelim, sadece bağımsız oyunları inceleyelim dediğimiz zaman da problemler bitmiyor. Bu noktada da 2. probleme geliyoruz.
2. Çizgiyi nerede çizeceğiz
AAA stüdyosu olsun, bağımsız geliştiriciler olsun herkesin bir noktada bir sıkıntısı, bir problemi olmuştur. Bu problemlerin ne kadar istisna, ne kadarının sistematik olduğunu, ne kadarının medya şişirmesi olduğunu ayırmak zor. Haydi diyelim ki ayırdık. Sistematik olarak cinsel tacizlerin olduğu ve yönetimin tacizcileri koruduğu stüdyoları ayıkladık. İş yerlerindeki tek sorun cinsel taciz mi? Mobbing, adam kaytarma, az maaş, crunch gibi birçok sıkıntı var. Onları görmezden mi geleceğiz? Bu problemler bağımsız oyun stüdyolarında da mevcut.
Bu yüzden oyunları incelemeye devam ediyoruz ama konusu açıldıkça da problemleri hatırlatmaya, yeni şeyler öğrendikçe de sizlerle paylaşmaya karar verdik. Özellikle Twitch yayınlarında sık sık değiniyoruz bu konulara. Hatta bir ara yayına hazırlanırken bültende "legal" diye bir kısım vardı, davaları ve skandalları orada topluyordum :D
Teşekkürler. Ben, neden bilmiyorum medyaların yazar ya da sunucu başına değil de, tüm eser boyunca bir duruş sergilemesini bekliyorum. Bu adamların oyunlarını artık incelemeyeceğiz gibi. Belki yanlış düşünüyorum. Zaten bu işin doğrusu budur diye bir şey yok. O benim kendi ekşiliğim. Twitch yayınlarını izlemiyorum ama üzerinde durduğunuza dair sözünüze güveniyorum. Derginin her sayısının her sayfasını okuyorum ama demek ben 3 görüyorsam 10 gücünde bekliyorum.
Cevap ve üzerine düştüğünüz bilgisi için teşekkürler. Normalde sitedeki yazıları gözümle süzüp geçiyorum ama bunu tamamen okudum some good shit deyip :D
Yerelleştirme konusunu da listeye ekledim, teşekkürler.
Bence şu yerelleştirme süreçlerine biraz daha değinelim. Pek değinilmedi gibi sanki. Kim neyi nasıl yerelleştiriyor? Dil dosyalarını oyuncuların erişimine açan açmayan firmalar falan, yerelleştirmede çuvallayanlar çuvallamayanlar... Uzun uzadıya yazılabilir bir konu.