Ghost on the Shore – İnceleme

Geçmişin hayaletleri...

Dönem dönem yeni oyun türlerinin çıktığına ve popüler hale geldiklerine şahitlik ederiz. Bundan 10 sene kadar önce de “yürüyüş simülasyonu” diye bir tür girmişti gündemimize ve takip eden birkaç sene boyunca da güzel örneklerini gördük. Gone Home, The Vanishing of Ethan Carter, What Remains of Edith Finch ilk anda aklıma gelen örneklerdendir mesela. Macera oyunlarının bir alt türü olarak değerlendirilebilecek bu türde, etrafta dolanıp hikâyenin eksik parçalarını toplamaya, neler olup bittiğini anlamaya çalışırız. İşte Ghost of the Shore da bu türden bir oyun.

Bu tarz oyunları incelemek gerektiğinde, nereden başlayıp nasıl anlatsam diye düşünürüm. Çünkü oyunun, yapısı gereği ön plana çıkan noktası hikayesi olmak durumundadır. Ama tutup hikâyenin sırrını da paylaşmamak icap eder; sonuçta oynayacak olanların oyundan alacakları keyfi de baltalamamak gerek. Dolayısıyla, hikayeyi olabildiğince genel hatlarıyla aktarmaya çalışacağım. Böylece sizler de oynadığınızda “keşke incelemeyi okumamış olsaydım” gibi bir cümle kurmak durumunda kalmayacaksınız :)

Bu sahillerde bir hayalet geziniyor…

Oyunumuzda, Riley adlı genç bir hanımefendiyi yönetiyoruz. Kendisi teknesine atlamış ve bilinmeze doğru yelken açmış durumda. Bu esnada bir fırtına kopuveriyor, tekne batacak mı diye endişelenmeye başlarken, karakterimiz gaipten sesler duymaya başlıyor. Kafasının içinde yankılanan ses, onu bir sahile yönlendiriyor ve böylece tekneyi kurtarmış oluyoruz. İşte esas maceramız da tam olarak bu noktada başlıyor.

Riley, adaya adım atıp etrafı kolaçan ederken bir yandan da onunla konuşan hayalete, Josh’a kulak veriyor ve burada neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Bir yandan sağda solda bulduğumuz ses kayıtları, notlar ve mektuplar, bir yandan denk geleceğimiz diğer hayaletlerin anlattıkları, bir yandan da Josh’un yavaş yavaş hatırlamaya başladıklarıyla 3 adadan oluşan bu takımadalarda geçen bir hikâyenin gizlerini açığa çıkarıyoruz. Kökleri 19. yüzyıl sonlarına uzanan bir ana hikayemiz var. Buna bir de farklı tarihlerde adaya yolu düşen karakterlerin hikayeleri dahil oluyor.

Normalde belki ilk bakışta o kadar etkileyici gelmeyebilir oyunun hikayesi. Ama beni yumuşak karnımdan yakalayan detaylar mevcuttu. Gerek ana hikâyede gerekse yan hikâye parçalarında “babalar ve kızları” temasının işlendiğini görünce başka türlüsü pek de mümkün değildi zaten. Bazı oyunlarda böyle olurum. Bir baba-kız hikayesi anlatılıyorsa, ister istemez empati yapar, kendimi oyundaki karakterin yerine koyar veya öyle bir durumda olsam ben ne yapardım diye düşünürüm. Burada da benzer anlar yaşamadım değil.

Bu kısım benimle doğrudan ilgili kısımdı. Bir de oyunun geliştirilme hikayesi var -ki bu kısım zannediyorum sizler için de dikkat çekebilecek detaylar sunuyor. Yapımcı ekip Like Charlie’nin kurucu ortaklarından Dagmar Blommaert’in gördüğü bir rüya ile başlıyor her şey. Dagmar, rüyasında öldüğünü ve sevdiklerinin yas tuttuğunu görüyor. Onları teselli etmek istiyor, ama onlara ulaşmanın bir yolunu bulamıyor. Bir süre sonra sevdikleri yaşamlarına geri dönüyorlar ve bu Dagmar’ın daha da yalnız hissetmesine yol açıyor. Öyle ki, uyandıktan sonra büyük bir yalnızlık hissinin kendisini sardığını ve bir süre bu hissi üzerinden atamadığını söylüyor. Firmanın 2. oyunu, yani Ghost on the Shore için araştırmalar yaparken “Jamie Marks is Dead” adlı filmin fragmanın izliyor Dagmar ve o fragmandaki “Hatırlanmak için ne kadar ileri giderdiniz?” sözü kendisini çok etkileyip yıllar önce gördüğü bu düşü hatırlamasına vesileye oluyor. Aklından geçen “ölümü aşan sevgi” hikayesini ortağı Kenny Guillaume ile paylaşıyor ve sonuçta ortaya böyle bir oyun çıkıyor.

Röportajda yapımcısının kullandığı “Ghost on the Shore görülmek ve hatırlanmakla ilgili. Sevilmekle ilgili. Aynı zamanda sevgiye layık olmakla ilgili” ifadeleri oyunu çok güzel özetliyor aslında. Ölüp gidenler ve geride kalanlar arasında nasıl bir bağ olur? Sevdiklerimize söyleyemediklerimizin, onlarla paylaşamadıklarımızın pişmanlığı ne kadar ağırdır? İnsan sevdiği birini kaybettiğinde, zamanla bu kaybı gerçekten unutur ya da alışır mı yoksa sonsuza dek sürecek bir boşluk mu kalır geride? Bu gibi pek çok soruyu akıllara getirebilecek bir hikâye uzanıyor önümüzde.

Bunun yanında; ufak bir oyuncak, bir dürbün, bir gitar, bir küre bile bir şekilde farklı kişilerin hayatlarına temas eden, onların hikayelerinden birer parça sunan nesneler olarak çıkıyor karşımıza; bu da oyunun dramatik yönünü destekleyen bir detay olarak not edilebilir.

Temel olarak bir “yürüyüş simülasyonu” olaran Ghost on the Shore'da 1-2 tane de ufacık tefecik bulmaca bizi bekliyor. Bunlar ahım şahım bulmacalar değil; bir renk olsun diye eklendiklerini düşündürttü bana. Bir de diyalog seçimleri kısmı var, ama Telltale oyunlarındakine benzer dallanıp budaklanan bir hikâye akışı yok. Yine de o oyunlardan alışık olduğumuz şekilde farklı sonlar bekliyor bizi. Benim gördüğüm iki farklı final, aslında bir detay dışında çok da farklı sayılmazdı. Ama daha görmem gereken 2 final daha var, ayrıca final aynı olsa bile oraya gelene kadar yaşananlar (en azından diyalogların akışı) farklılaşabiliyor. Yani her hâlükârda tekrar oynanabilir bir oyun olduğunu söylemek mümkün.

Oyunu görsel yönden değerlendirirken kararsız kaldım açıkçası. Bazı sahneler “güzel olmuş” dedirtebilirken bazen de göze batan detaylara denk gelebiliyorsunuz. Bir yandan basit, bir yandan bu ölçekteki bir oyun için uygun diye düşündüğüm bir görsel tarzın benimsendiği görülüyor. Yani çok yüksek bir beklentiye girmedikten sonra bir sorun yok. Hatta şöyle suluboya tablolara göz atarmış gibi oynadığımız oyunlarını seviyorsanız, Ghost on the Shore’un görsel tasarımı hoşunuza gidebilir bile.

Fakat bazı sahnelerde, ortada sistemi zorlayacak bir şey olmamasına rağmen gözle görünür fps düşüşleri yaşanıyor. Zaman zaman alakasız bir engele takılıp kalabiliyoruz da, bu tür grafik sorunlarına denk gelebilirsiniz. Seslendirme ve müzik kısmı ise oyunun artı hanesine yazılabilir; bu konuda başarılı bir iş çıkarılmış bence. Burada da bir nazar boncuğumuz var; birkaç sahnede yarıda kesilen diyaloglara denk geldim. Bir de seslendirme konusunda anlam veremediğim bir tasarım tercihi vardı. Normalde, hayalet zihnimizin içinde konuşuyor, bu yüzden hayaletin sesinin hep sabit olması gerekir mantık olarak. Ama oyunun içinde sesin uzaklaşıp yakınlaştığı, sağınızdan solunuzdan veya arkanızdan gelmeye başladığına şahit olabilirsiniz. Neden böyle bir tercihte bulunmuşlar, bilemiyorum. Belki bu da bir sonraki oyuna hazırlık için yapılmıştır :)

Toparlarsak; yürüyüş simülasyonlarını sevenler için göz atılabilecek alternatiflerden birisi olduğunu düşünüyorum; görece uygun bir fiyatla gelmesi ve her ne kadar ortalama 2-3 saatte bitirilebilen bir oyun olsa da tekrar oynamayı teşvik eden bir yanının da bulunması bu konuda elini rahatlatıyor.

SON KARAR

Yürüyüş simülasyonu seviyorsanız, hesaplı da olsun istiyorsanız bakabileceğiniz alternatiflerden birisi. Farklı sonları görmek ve hikâyenin bütün detaylarını açığa çıkarmak için yeniden oynamak isteyebilirsiniz.

Ghost on the Shore
İyi
7.0
Artılar
  • Hikâye, başlangıçta görünenden daha farklı bir noktaya akmayı başarıyor; yan hikayelerle beslenmesi de güzel olmuş
  • Eksik kalan kısımları tamamlamak için bir kez daha oynamayı düşünebilirsiniz
  •  Az sayıda olsalar da müzik seçimleri güzel olmuş, seslendirme performansı da hiç fena değil
Eksiler
  • Yeterince araştırma yapmazsanız, hikâyenin bazı parçaları kopuk kalabilir
  • Ana hikâyeye bağlanan yan hikayelerin bazı noktaları hızlı geçilmiş, daha iyi anlatılabilirlerdi sanki
  • Çok büyük çaplı olmasa da bazı teknik sorunlar sizi de rahatsız edebilir (ani fps düşüşleri, yarıda kesilen diyaloglar vs)
YORUMLAR
Parolamı Unuttum