Farklı dünyalar, farklı roller.
Devamını okuHideki Kamiya tarafından yaratılan Devil May Cry serisi, hiç şüphesiz oyun dünyasının en sevilen serilerinden biri. Zaten 8 Mart’ta çıkacak olan (belki de siz bu satırları okuduğunuz sırada çoktan çıkmış olacak) Devil May Cry 5’in bu kadar büyük heyecanla beklenmesinin sebeplerinden biri de bu.
Böyle çok oyunlu serilerde hep ‘serinin daha önceki oyunlarını da oynamam gerekir mi?’ sorusu sorulur bildiğiniz gibi. Biz de hem seriye yeni başlayacak olan, hem de bugüne kadar neler olmuştu hatırlamak isteyen oyuncular için seriyi bir özetleyelim dedik. Yazıyı hazırlarken de hem Wikipedia, hem de diğer DMC Wiki ve hayran sayfalarından bolca yararlandık elbette. Aşağıda okuyacaklarınızın tam bir spoiler yuvası olduğunu söylememe gerek yok sanıyorum. Bir de haliyle bazı yerlerde dikkatimden kaçan hatalar olmuş olabilir, yorumlarınızda belirtirseniz hemen düzeltirim.
Devil May Cry serisinin kronolojik sırası, oyun sırasıyla aynı değil çünkü Devil May Cry 3 ilk oyunun öncesini anlatıyordu. Yani hikaye bakımından düzgün sıra şu şekilde:
- Devil May Cry 3
- Devil May Cry
- Devil May Cry 2
- Devil May Cry 4
- Devil May Cry 5
Capcom yapımcılarından Matt Walker, şubat ayı başında yaptığı açıklamayla yeni kronolojik sırayı açıklamıştı. Böylece daha önceden 4-2 şeklinde giden sıralama 2-4 olarak değişti.
Bir de 2013 tarihli DmC: Devil May Cry var ama o oyun hem Devil May Cry serisi için reboot görevi görüyor, hem de ana seriden farklı bir gerçeklikte geçiyor. Yani bizim bilmemiz gereken hikayeye dahil değil, o yüzden o oyunu atladığımı belirteyim.
Aşağıdan linklere tıklayarak istediğiniz oyuna zıplayabilirsiniz:
İki bin yıl önce, insanların dünyasıyla diğer dünya, şeytanların dünyası arasında bir savaş vardı. Lakin şeytanların dünyasında biri adaleti savundu ve tek başına lejyonların karşısına dikildi. Onun adı Sparda’ydı. Sonrasında sessizce insanların dünyasında hüküm sürdü ve ölene kadar da bu uyumu korudu. O bir efsaneydi. Efsanevi kara şövalye, Sparda.
Devil May Cry gökyüzünden inen bir kadını gördüğümüz sahneyle başlar. Dante, Devil May Cry ismindeki dükkanında kafa dinlemekteyken Trish adındaki bu gizemli kadın motoruyla kapıdan içeri dalar. Dante hiç de şaşırmış görünmez, hatta “sıkıştın mı, tuvalet arka tarafta” diyerek umarsız tavırlarını sürdürür :) Dante ile Trish arasında efsane bir kavga yaşanır, Dante karizmatik biçimde bu saldırıyı püskürtür ve “Çocukken bile güçlerim vardı. Damarlarımda iblis kanı akıyor” diyerek Trish’e neyle karşı karşıya olduğunu gösterir.
Neyse efendim şimdi o kadar ayrıntıya girmeyelim tabii de, Dante Trish’e annesiyle erkek kardeşini öldüren şeytanların peşinde olduğunu söyler. Trish de bu saldırının bir sınav olduğunu ve Dante’nin ailesinin ölümüyle suçladığı iblis imparator Mundus’un geri dönmeyi planladığını anlatır. Bu Mundus dediğimiz eleman zamanında Sparda tarafından hapsedilmiş ama şimdilerde insanların dünyasını ele geçirmek istiyor ve bunun için de Mallet Adası’nda dünyaya gelmesini sağlayacak bir kapı açmaya çalışıyormuş. Bu giriş sekansının sonunda kendimizi bahsi geçen o adada buluyoruz işte.
Artık kontrol bizde olduğuna göre Dante’den üçüncü şahıs gibi bahsetmeye keseyim. Kalede dolaşıp oyun boyunca bolca karşılaşacağımız iblis Marionette’leri keserken Alastor isminde yeni bir kılıç buluyoruz ve burada ayrıca Phantom adında dev bir örümcek iblisle karşılaşıyoruz. Bu ilk boss’u yenip geçiyoruz ve bu sefer de karşımıza Nelo Angelo ismindeki iblis çıkıyor. Bu güçlü bir iblis ve bizi yeniyor da, ama Dante’nin boynundaki yarım kolyeyi görünce aniden kaçıyor.
Neden kaçıyor dersiniz? İşte burada işin içine Vergil ismi girecek. Oyun boyunca bu Nelo Angelo ile iki kez daha karşılaşacak ve sonunda onu yeneceğiz. Burada önemli bir bilgi ortaya çıkıyor, kendisi aslında Dante’nin ikiz kardeşi Vergil’miş ve kolyenin diğer yarısı da ondaymış. Bu iki kolye birleştiğindeyse kullanmakta olduğumuz Force Edge kılıcı, Sparda kılıcına dönüşüyor.
Neyse nerede kalmıştık? Yolumuz bir kez daha Trish’le kesişiyor ve aslında baştan beri ne kadar yanıldığımızı anlıyoruz. Trish aslında söylediği gibi biri değil, Mundus için çalışıyor. Buna rağmen Trish’in hayatını kurtarıyoruz çünkü oyunun başındaki demoda da gördüğümüz gibi Trish annemize çok benziyor. Kurtarmamızın tek sebebi de bu benzerlikmiş güya, ama daha sonra Mundus’la yüzleştiğimizde ve Mundus Trish’i öldürmeye kalktığında yine kıyamıyoruz. İtiraf etmiyoruz ama iyi kalpliyiz aslında.
“İyilik yap, iyilik bul” derler ya. İşte Mundus tam işimizi bitirecekken bu sefer de Trish bizi kurtarıp kendini feda ediyor. Bu sahne bir nevi barutu ateşleyen kıvılcım misali içimizdeki gücü uyandırıyor, Mundus’a meydan okuyoruz ve kendisi gerçek formuyla karşımıza çıkıyor.
Burada yine önemli bilgiler öğreniyoruz. Mundus her şeyi yaratabileceğini, Trish’I de Dante’yi zayıflatmak için yarattığını söylüyor. Annesine olan benzerliğin sebebi de buymuş işte, hatta “eğer anneye ihtiyacın varsa istediğin sayıda yaratabilirim” diyerek dalga bile geçiyor. İşte burada Sparda formuna bürünüyor ve Mundus ile epik bir mücadeleye girişiyoruz.
Elbette galip geliyoruz ki oyun devam ediyor. Kolyemizi ve kılıcımızı Trish’in yanına bırakıyoruz (“bu kolye annemindi, şimdi sana veriyorum” gibi güzel bir repliğimiz de var). Yolumuza devam ederken bir kez daha Mundus çıkıyor karşımıza ve bizi köşeye sıkıştırıyor. Yardımımıza yine kim koşuyor dersiniz? Tabii ki Trish! Onun da yardımıyla Mundus’u yeniyoruz ama bu Mundus denen şeytan kolay pes eden tiplerden değil, bir gün dünyaya dönmeye yemin ederek gidiyor.
Oyunun sonunda Trish bizden özür dilerken ağlamaya başlıyor ve burada oyunun adına yapılan o ünlü atıfı görüyoruz. Dante, Trish’e artık saf bir şeytan olmadığını, insan olduğunu söylüyor çünkü “şeytanlar asla ağlamaz”mış. Hey gidi hey. Ada havaya uçmadan önce uçakla kaçıyoruz ve oyunun sonunda da Trish’le artık ortak olduğumuzu ve dükkanın adını da “Devil Never Cry” olarak değiştirdiğimizi görüyoruz.
Devil May Cry 2’nin başında Lucia ile tanışıyoruz, kendisi oyunun Dante ile birlikte iki ana karakterinden biri. Lucia da bir Şeytan Avcısı ve oyunda yer yer kendisiyle de oynadığımız için bu sefer birinci şahıstan değil de üçüncü şahıstan anlatmak daha doğru olacak sanıyorum.
Oyunun başında Dante ve Lucia aynı müzeye ayrı ayrı giriyorlar, hedeflerindeki obje ise Arcana Medaglia. Devil May Cry 2’de bu Arcana’lar önemli rol oynuyor, geçmişte Argosax’ı hapsetmek için kullanılmış dört kutsal obje var ve bunlara Arcana deniyor. Lucia oyunun önsöz diyebileceğimiz kısmında bu Arcana’yı buluyor ve Puia’lar tarafından saldırıya uğruyor; yardımına yetişen ise Dante tabii ki. Bu yardımlaşmanın ardından Lucia Dante’yi Dumary Adası’na davet ediyor ve annesi Matier ile tanıştırıyor.
Matier, kadim Vie de Marli klanın bir üyesi ve koruyucusu. Zamanında adayı iblislere karşı savunmak için Dante’nin babası Sparda ile birlikte çarpışmışlar. Matier, Dante’den kendilerine yardımcı olmasını istiyor. Anlattığına göre iblis güçlerine sahip Arius isminde bir iş adamı var ve bu adamın hedefi dünyayı ele geçirmek. Dante böyle durumlarda nasıl karar veriyor dersiniz, tabii ki yazı tura atarak. Zaten burada Matier ve Lucia’nın konuşmasından Arius’un Arcana’ların peşinde olduğunu ve Argosax’ı dünyaya salmak istediğini de öğreniyoruz.
Lucia, Arius’un peşine düşüp onunla yüzleşiyor ancak Arius’un büyü gücü yeterince kuvvetli. Dante, Lucia’ya yetişiyor ve Lucia kendisine sonuncu Arcana’yı veriyor. Dante, bu Arcana’yı Matier’e vermek istediğindeyse Matier kendisinden bu Arcana’yı Lucia’yı kurtarmak için kullanmasını rica ediyor. Yine bir yazı tura olayının ardından Dante, Lucia’ya yardım etmek için yola çıkıyor. Bu esnada Lucia Uroboros binasına girip Arius’a saldırıyor ama bir kez daha yenik düşüyor. Dante olay yerine geldiğinde Arcana’yı verip Lucia’yı kurtarıyor. Bunun hemen ardından gelişen olayların ardındaysa iki seçenekle karşı karşıya kalıyor Danye: ya Lucia’yı kurtaracak, ya Arius’u öldürecek. Sonuç olarak Lucia kurtuluyor tabii ki.
Lucia, Arius’u artık durduramayacaklarına inanmaya başlıyor ama Dante aynı fikirde değil. Bu işi ben hallederim diyerek yola koyuluyor, Matier de Lucia’nın yanına geliyor ve Arius’a karşı olan savaşta herkes güçlerini birleştiriyor. Dante, Arius’u bulduğunda Arius kendisine ölümsüzlük sağlayacak ayinin tam ortasında. Elbette kendisi Dante’yi fazla hafife aldığından bunun bedelini ödüyor; Dante, Arius’un işini tabancalarını kullanarak bitiriyor çünkü.
Bu esnada Lucia’nın derdi başka, Dante’den kendisini de öldürmesini çünkü şeytana dönüşmekten korktuğunu söylüyor Lucia. Bu konu sırasında kuleye bir enerji ışını çarpıyor ve iblis dünyasına olan geçit açılıyor. Geçide kimin girip kapatacağına karar vermenin yolu yazı tura atmaktan geçiyor ve sonuçta içeri giren kişi Dante oluyor.
Dante geçitten geçtikten sonra diğer tarafta Arius diriliyor ve bu sefer işini kökten bitirmek Lucia’ya düşüyor. Dante ise diğer tarafta kısmen çağrılmış olan Argosax ile savaşıyor ve onu yeniyor. Geçit kapalı olduğundan dünyaya dönemeyince de motoruna atlatıp iblis dünyasını gezmeye başlıyor.
Matier, Lucia’ya Dante’yi merak etmemesini, Sparda’nın da benzer bir durumda geri dönmeyi başardığını söylüyor. İşte bu kısımda hoş bir sürprizle karşılaşıyoruz, Lucia, Dante’nin kendisine verdiği o yazı tura parasına bakıyor ve her iki yüzünün de aynı olduğunu görüyor. Yani Dante aslında işi hiçbir zaman şansa bırakmamış, hep de kendisini feda etmiş.
Oyunun sonunda Lucia’yı Dante’nin dükkanında görüyoruz, Sparda’nın cehenneme aynı yolculuğu yapıp nasıl geri döndüğünden bahsederken dışarıda bir motosiklet sesi duyuluyor. Elbette aklımıza gelen ilk ve tek şey Dante’nin geri döndüğü ama oyun bize bunu göstermiyor ve o şekilde bitiyor.
Devil May Cry 3 başta da söylediğim gibi ilk oyunun öncesini anlatan ve başrolünde de daha genç bir Dante’yi gördüğümüz bir oyun. Zaten oyunun başında artık o çok iyi tanıdığımız dükkanı görüyoruz ancak dikkat çeken nokta dükkanın henüz bir adının olmadığı. Demek ki bu oyunda dükkanın o ismi nereden aldığını da öğreneceğiz (tabii ki bunun için oyunun sonunu beklememiz gerekiyor). Oyunun tam ismi Dante’s Awakening, yani Dante’nin Uyanışı bu arada. Bu da hikayeye dair bir ipucu olarak kayıtlara geçsin.
Sparda Efsanesini duymuştun, değil mi?
Küçükken babam bana bununla ilgili hikayeler anlatırdı. Uzun zaman önce, kadim zamanlarda, bir iblis insan ırkı uğruna kendi ırkına karşı ayaklanmış. Kılıcını kullanarak iblis diyarının kapılarını mühürlemiş ve şeytani varlıkları insanların dünyasından uzak tutmuş. Ama kendisi de bir iblis olduğundan, kendi gücü de diğer tarafta kısılı kalmış.
Buna hiçbir zaman inanmamıştım.
Bir çocuk masalı olduğunu düşünmüştüm.
Ama fark ettim ki, bu efsane aslında bir mit değilmiş. Sparda gerçekten de varmış.
Nereden mi biliyorum? Şey…
Sparda’nın oğullarıyla tanıştım… Her ikisiyle de.
İkisinin de damarlarında aynı babalarının kanı akıyor olsa da, ikisi birbiriyle baş düşmanlarmışçasına savaşıp durdular. Sanki bu kardeş savaşından tuhaf biçimde zevk alıyorlarmış gibi.
Ama sonunda… yalnızca tek biri ayakta kaldı.
İlk oyunu oynadığımız (veya hikayesini bildiğimiz) için zaten Vergil’le Dante’nin kardeş olduğunu biliyoruz. Oyunun başında isimsiz dükkanımıza bir ziyaretçi geliyor, yine gelecekte olduğu gibi “çişin geldiyse tuvalet arkada” muhabbeti yapıyoruz ama bu adam, yani Arkham hakkımızda çok şey biliyor. Bunları öğrendiği kişi ise Vergil’in ta kendisi. Bize Vergil’den davet getirdiğini söylüyor ve burada Dante’mizin boynundaki kolyenin henüz tek parça olduğunu da görüyoruz. Güzel müzikler eşliğinde bu ilk iblis saldırısına geçtikten sonra ise oyunumuz resmen başlıyor.
Saldırının ardından yakında bir yerde topraktan dev bir kule (Temen-ni-gru) çıkıyor. Vergil’in bu kulede olduğunu seziyoruz. Kulede bizi ilk karşılayan üç kafalı ünlü Cerberus oluyor. Onu yendiğimizde bize silah olarak kullanmamız için ruhunu sunuyor. Oyunda sıkça karşılaştığımız bir şey olacak bu, yendiğimiz baş düşmanlar silahımız olmaya başlayacak.
Burada karşımıza motorlu bir kız çıkıyor, o esnada ismini bilmiyor olsak da (Lady diye geçiyor) bu kızın ismi Mary ve kendisi Arkham’ın kızı. Kuleye gelme sebebiyse babasını öldürmek, çünkü Arkham zamanında güç kazanmak için eşini, yani Mary’nin annesini kurban etmiş. Arkham, doğrudan Vergil için çalışıyor ve amacı da Dante ile Vergil’in annelerinden kalan kolyenin Dante’deki yarısını almak ve bunun sağladığı güç sayesinde insan ve iblis dünyalarını birleştirecek kapıyı açmak.
Bu denkleme kısa süre sonra bir karakter daha katılıyor: Jester. Kuleyi yakından tanıyan bu şahsın neyin nesi olduğunu başlarda anlayamıyoruz tabii. Maceramız bizi kulenin zirvesine kadar taşıyor ve burada Vergil ile karşı karşıya geliyoruz. Bu savaştan galip çıkan isim Vergil oluyor, bizi kılıcı Yamato ile şişliyor, hatta ardından kendi kılıcımızı da kullanarak öldüğümüzden emin olmak istiyor. Vergil Dante’nin kolyesini çalıp kaçıyor ama Dante’nin kanını tadan kılıcı işleri farklı bir hale sokuyor. Uyanan (ya da dirilen de diyebiliriz) Dante artık içindeki gücün net biçimde farkında :)
Vergil’i kulenin kontrol odasında tekrar yakalıyor ve savaşmaya başlıyoruz. Bu sırada Mary ve Jester da oraya geliyor ve işler karışıyor. Şöyle karışıyor, çünkü burada Jester’ın gerçek kimliğini öğreniyoruz. Meğer Arkham karısı Kalina Ann’i kurban ederek ayin yaptığı sırada bu alt benliği ortaya çıkmış, yani Jester ile Arkham aynı kişi. Baştan beri herkesi manipüle eden ve kuleyi aktifleştirerek iblis dünyasına erişmeye çalışan kendisiymiş yani. Nihai amacı da Force Edge kılıcını çalmak ve bunu kullanarak iblislerin istila ettiği Dünya’ya liderlik etmekmiş. Kule uyanırken Arkham da asansör yardımıyla kulenin tepesine gidiyor.
Arkham’ın peşine düşüyoruz düşmesine ama bunun için ilk önce Mary’yi yenmemiz gerekiyor. Haklı sebeplerden o da Arkham’ın işini bitirmek istiyor çünkü. Mary’i mağlup ettiğimizde ve konuştuğumuzdaysa bize en güçlü silahını, Kalina Ann’i veriyor. Zirveye çıkıyor ve iblis dünyasına geçiyoruz. Arkham elde ettiği gücün gazabına uğrayarak tuhaf bir yaratığa dönüşmüş. Arkham ile savaşırken Vergil de ortaya çıkıyor ve iki kardeş birlikte Arkham’ı iblis dünyasından sürmeyi başarıyoruz.
İblis dünyasından tekrar kuleye düşen Arkham’ın bacakları felç oluyor ve burada işini bitiren kişiyse Mary. İblis dünyasında da olaylar devam ediyor çünkü bu sefer de Dante ile Vergil Force Edge kılıcı uğruna savaşmaya başlıyorlar. Galip çıkan Dante oluyor ve kapanmakta olan geçitten elinde Force Edge ve kolyenin yarısıyla geçmeyi başarıyor.
Dante, kulenin dışında Mary ile buluşuyor ve Dante’yi kardeşiyle ilgili teselli ederken o ünlü cümleyi kuruyor işte: Şeytanlar Da Ağlar :) İkisi arkadaş oluyor ve Dante de “dükkan için bundan iyi isim mi bulacağım” diyerek Devil May Cry ismini seçiyor. Son ara sahnede ise iblis dünyasında bir başına kalan Vergil’i görüyoruz. Babasının eski düşmanı Mundus ile karşılaşan Vergil’in hikayesinin sonrasıysa zaten bizi ilk oyuna döndürüyor.
Serinin hem kronolojiye, hem de sıralamaya göre dördüncü oyunu Dante’nin dükkanında başlamıyor. Bu sefer oyunda yepyeni bir karakter var ve kendisinin ismi Nero. Dante’siz Devil May Cry olmaz, Dante de var bu oyunda. Hatta Lady ve Trish’in de serinin dördüncü oyununda karşımıza çıktığını bilmek bu karakterlere şimdiden alışmış olanlar için güzel bir haber. Oyunun ilk yarısında Nero’yu oynarken, sonradan Dante’ye geçiyoruz.
Nero, tanrıları olarak Sparda’ya tapan kutsal şövalyelerin oluşturduğu Kılıç Tarikatı’nın da kurulu olduğu Fortuna adasında yaşayan bir genç. Oyunun başında Nero’yu Opera binasına koştururken görüyoruz, çünkü seremoni başlamak üzere. Seremoninin açılışını da Nero’nun sevgilisi Kyrie söylediği bir şarkıyla yapıyor. Şarkıyı söylerken gözü Nero’nun oturması gereken yere kayıyor ama Nero o sırada dışarıda iblis şişlemekle meşgul. Nero tam şarkı biterken binaya ulaşıyor ve Kyrie ile bir araya geliyor.
Sahneye çıkan tarikatın Baş Rahibi Sanctus herkesi duaya katılmaya davet ediyor, sıkılan Nero tam dışarı çıkmaya hazırlanırken sağ kolu parlamaya başlıyor. Bu, tehlike var demek. İşte tam o anda ekrana Dante giriyor ve Sanctus’u öldürüyor.
Kyrie’nin tehlikede olduğunu düşünen Nero, hemen Dante’ye saldırıyor. Bu dövüş esnasında Nero’nun sağ kolu (Devil Bringer) canlanıyor ve Dante’yi Sparda heykeline çiviliyor. Nero kolunun tamamen değişmesine neden olan bu şeytani gücün o zamana kadar farkında olmadığı için şaşırıyor tabii. Daha da şaşırdığı ise Dante’ye bir şey olmaması, göğsünden kılıcı çıkarınca Nero ona “sen insan değilsin, değil mi?” diye soruyor ve “sen ve ben aynıyız” cevabını alıyor. Dante, Nero’nun “diğerlerinden farklı olduğunu” söylüyor ve bizi kafamızdaki soru işaretleriyle bırakıyor.
Nero’nun görevi Dante’yi yakalamak ve Tarikat şövalyelerinin lideri, aynı zamanda Kyrie’nin erkek kardeşi olan Credo’ya suçları için hesap vermesini sağlamak. Opera Binasından çıkınca da sorunlar peşimizi bırakmıyor, iblislerle savaşırken Kyrie ile ayrı düşüyoruz falan. Tarikatın yeni üyelerinden Gloria ile buluşmak üzere Fortuna Kalesine ilerlerken yeni şeyler de öğreniyoruz. Mesela en önemli bilgi Sanctus’un içine iblis ruhu girmiş olduğu. Burada ayrıca tarikatın üst rütbeli bilimadamı Agnus ile de tanışıyoruz. Kendisi tarikatın iblis güçleriyle olan yakınlaşmasının ardındaki zekaların başında geliyor. Yani Nero belki başlarda Dante’nin kötü adam olduğunu düşünmüş olabilir ama oyunda ilerledikçe aslında Kılıç Tarikatının kötü olduğunu öğreniyoruz. Bu iblisleştirme işlemlerinde kullanılan şey ise Dante’nin ikiz kardeşi Vergil’in kılıcı Yamato.
Nero, Agnus’un tesisine vardığında kırık Yamato, Nero’nun varlığına tepki veriyor ve düzelerek eline uçuyor. Nero, Agnus’un saldırılarına arkasında beliren mavi iblis ruhunun da yardımlarıyla savuşturuyor ve yorgunluktan bitap düşmüş halde kalıyor.
Bu sırada Nero’nun karşısına bu sefer de Credo çıkıyor, o da iblis gücüne sahip. Nero onu yenmeyi başarıyor ama zamanlaması kötü, çünkü tepesinde iblis koluyla dikilirken Kyrie gelip bu sahneyi görüyor. Agnus da bu karışıklıktan faydalanarak Kyrie’i kaçırıyor.
Bundan sonra Nero yeniden Dante ile karşılaşıyor ama isteği onu öldürmek değil, Kyrie’in peşinden gitmek. Ancak Dante buna hemen izin vermiyor, çünkü o da kardeşi Yamato’nun kılıcını istiyor. İkili bir kez daha kapışıyor, bu sefer Dante galip geliyor ama Nero’nun niyetinin iyi olduğuna emin olduğu için “şimdilik Yamato’yu kullanabilirsin aslanım” diyerek güzel bir dostluğun temelini atıyor. Nero ayrılmadan önce Gloria geliyor ve burada da aslında Gloria’nın ilk oyundaki Trish olduğunu öğreniyoruz.
Nero, Sanctus’a ulaştığında Nero ve Yamato’nun gücünü kullanarak tekrar hayata döndürmeye çalıştıkları devasa şeytan Savior ile de karşılaşıyor. Sanctus, Kyrie’yi kullanarak Nero’yu rehin alıyor. Meğer Saviour’un tam gücüne ulaşması için Sparda’nın esansına ihtiyacı varmış ve tarikatın asıl planı bunun için Dante’yi kullanmakmış. Ama flaş flaş flaş, Nero da Sparda’nın soyundan geldiği için Dante yerine Nero’yu kullanmaya karar veriyorlar. Bunda da başarılı oluyorlar ve Nero, Savior tarafından absorbe ediliyor. Agnus, Yamato’yu kullanarak cehennem kapılarını açıyor ve iblisler şehre doluşmaya başlıyor.
İşleri toparlamak elbette Dante’ye düşüyor bu noktadan sonra. Önce Opera binasına gelip Agnus’u öldürüyor. Sonra Yamato’yu alarak cehennem kapılarını yok ediyor. Sanctus ve Savior ile karşılaştığınızdaysa acı gerçeği fark ediyor Dante, Saviour’u dışarıdan öldürmek mümkün değil. Dante Yamato’yu Sanctus’un göğsünden içeri sokup Nero’ya veriyor, o da Savior’un içinde Sanctus’u mağlup ederek Kyrie’yi kurtarıyor. Kulağa biraz karışık gibi geliyor ama klasik günü kurtaran kahramanlar işte. Zaten Nero nihayetinde Devil Bringer yeteneğini kullanarak Savior ve Sanctus’u yok ediyor. Dante ise Yamato’yu geri almıyor ve Nero’ya emanet ediyor. Adam gibi adam.
Emeği geçenlerin listesini izledikten sonra gelen sahnede ise Trish, Lady ve Dante’yi ünlü dükkanımızda görüyoruz. Burada Dante’nin okuduğu derginin adı Two Handguns ve iç sayfalarda da Devil May Cry 4 ve Ebony and Ivory başlıklarını görmek mümkün :) Lady tam dükkandan çıkacakken yeni bir telefon geliyor ve üçlü birlikte yeni bir maceraya atılıyorlar.