Metro 2033’ü D6 isimli füze filosuna ulaşıp füzeleri ateşleyerek bitirmiştik hatırlarsınız. Belki siz farklı sonla bitirmişsinizdir, ama oyun kitapta da olaylar bu şekilde gerçekleştiği için bu ilk sonu kanon olarak kabul ediyordu. Her ne kadar barış istiyor olsalar da, Karaderililer maalesef bu saldırıya maruz kalmışlardı. Neyse, yapacak bir şey yok.
Metro: Last Light ise bizi tam bir sene sonrasına, sıkı durun, 2034 yılına götürüyor! Evet, evet, 2034. Yalnız bu noktada hemen şunu belirtmek lazım, bu oyun Metro 2033’ün aksine bir kitabı takip etmiyor. Oyunun diyalogları ve ana hikaye omurgası Dmitry Glukhovsky tarafından yazılmış olsa da, hikayenin genelinin 4A Games bünyesinde yazıldığını söylemiş olayım. Bu noktada aklınıza “e ama Metro 2034 diye de bir kitap var” diye gelmiş olabilir, o kitap da yine Metro 2033’ten bir sene sonrasını anlatıyor ama farklı karakterlerin macerasına yoğunlaşıyor. Bu ufak girişten sonra hikayemize başlayabiliriz.
“Yıl 2034. Kıyamet sonrası Moskova’nın harabeleri altında, Metro tünellerinde, insanoğlundan geri kalanlar dışarıdan ve içeriden ölümcül tehditlerce işgal altındadır. Mutantlar ıssız yüzeyin altındaki katakomblarda kol gezmekte, yukarının zehirli göklerinde avlanmaktadır. Ancak Metro’nun istasyon şehirleri birlik olmak yerine, D6’nın askeri depolarındaki kıyamet cihazını ele geçirmek için mücadeleye tutuşmuştur. İnsanlığı dünya yüzeyinden sonsuza dek silebilecek bir iç savaş yaklaşmaktadır. Suçluluğun ağırlığını omuzlarında taşıyan ama umudunu kaybetmeyen Artyom rolünde hayatta kalmamızın anahtarı sizin elinizde – bu en karanlık saatimizdeki son ışık…”
İlk oyunda olanların ardından Korucular D6 askeri üssünü işgal ediyor ve biz de onların resmi bir üyesi haline geliyoruz (biz dediğim de Artyom tabii ki). İlk oyundan da hatırlayacağınız Khan, D6’ya geliyor ve bizlere füze saldırısından bir Karaderilinin kurtulduğunu söylüyor. Khan bu Karaderilinin insanlığın geleceğinin anahtarı olduğuna inanıyor ve onunla barış yapmak istiyor ama Korucuların lideri Albay Miller aynı fikirde değil.
Hayır zaten Karaderilileri bu Miller’ın gazına gelip yok etmiştik, adam hala bunların bizim için tehdit olduğunu ve mutlaka öldürülmesi gerektiğini düşünüyor. Miller elbette bizim de komutanımız ve bize yüzeye çıkıp bu Karaderiliyi öldürmek görevi veriyor. Bize eşlik edecek olan ise Miller’ın kızı ve Korucuların en iyi keskin nişancısı olan Anna.
Bizden kaçar mı, elbette Karaderiliyi buluyoruz ve gerçekten de Miller haklıymış. Çok büyük bir tehdit bu Karaderili…Tabii ufak bir nüans var, kendisini henüz bir çocuk. Bu esnada Anna’yla birlikte Dördüncü Nazi İmparatorluğunun askerleri tarafından enseleniyoruz.
İyi kalpli bir komünist Kızıl Hat askeri (ki kendisinin ismi Pavel Morozov) bize İmparatorluğun elinden kaçmamızda yardımcı oluyor ve kendisiyle arkadaşlık kuruyoruz. Birlikte o metro tüneli senin, bu yüzey benim dolaşırken de bayağı vakit harcıyoruz ve aramızda bir bağ kuruluyor. Ama işler Kızıl Hat’a ulaştığımızda değişiyor, meğer Pavel yüksek rütbeli bir subaymış ve amacı da bizden Korucular ve Karaderililer hakkında daha çok bilgi almakmış. Şu post apokaliptik dünyalarda da kimseye güvenmeyeceksin arkadaş.
Artyom’a hangi çılgın zincir vuracakmış, şaşıyoruz tabii ki. Kaçtığımız esnada Kızıl Hat’ın istihbarat şefi General Korbut’un D6’yı ele geçirme planlarını da öğreniyoruz. Korbut elbete yalnız değil, yanında Pavel’e ek olarak D6’dan çaldığı biyolojik silah örnekleriyle birlikte Kızıl Hat’a kaçan hain Korucu Lesnitsky de var. Lesnitsky’nin bu çalıntı biyo-silah ile nelere yol açtığını zaten kaçarken görüyoruz, bu silahlaştırılmış Ebola virüsü sayesinde Kızıl Hat kuvvetleri bir istasyonda katliama neden olmuş.
Artyom, Lesnitsky tarafından kaçırılan Anna’yı Oktyabrskaya yıkıntılarında buluyor ama ikisi de gaz maskelerini kaybediyorlar. Yıkıntılardan kaçarken ikilimiz Hansa polisi ve Khan tarafından kurtarılıyor ama virüse maruz kaldıkları için de hemen karantinaya alınıyorlar. Sonuçta bu virüsün etkilerini gördük, son derece ölümcül bir şey. Dolayısıyla öleceğini düşünen Anna bize içini döküyor, aynı küçükken babası göreve gittiğinde olduğu gibi yalnız hissettiğini söylüyor, hayatta kalabileceklerini düşünmediğini söylüyor falan filan derken baştan çıkarılıyoruz. Yaşanan sıcak anların ardındansa Khan ile birlikte ayrılıyoruz, çünkü test sonuçları negatif çıktı. Anna biraz daha sabretse çok farklı olacakmış yani.
Hansa
Hansa Birliği'nin kökeni aslında gerçek hayata dayanıyor, kendisi 14. yüzyılda Alman kentlerinin kurduğu bir ticari birlik ve bu kentler çıkarlarını korumak için biraraya gelerek Hansaetic League ismiyle bilinen Hansa Birliği'ni kuruyorlar. Avrupa'da o dönemler önemli bir ekonomik ve siyasal güç.
Metro 2035 romanında Hansa şöyle anlatılıyor:
"Çevre Hattı İstasyonları Birliği, kendini 'Hansa' olarak adlandırmıştı. Metrodaki tümmalların transferi Hansa'nın pazar ve gümrük ofisleri tarafından düzenleniyordu. Tacirlerin pek çoğu, metronun bir ucundan diğer ucuna giderek hayatlarını tehlikeye atmamak için, sadece çevre hatların kesiştiği yerlerdeki en yakın marketlere mal vermeyi tercih ediyor, diğer yerleri oradaki tacirlere bırakıyordu. Haraççılar tarafından karanlık tünellerde izlenip kafalarının kesilmeyeceğinden emin olmak için, elde ettikleri parayı da Hansa bankalarına yatırıyorlardı. Mallarını kendileri taşımak isteseler bir ücret ödemek zorundaydılar. Böylece, diğer istasyonlarda ne olduğunun bir önemi olmaksızın Hansa giderek zenginleşiyordu. Metrodaki kimse buraya müdahale edemiyordu. Hansa sakinleri de bu durumdan gururlu ve memnundu; diğer herkes, bir gün Hansa vatandaşı olmayı hayal ediyordu."
Bundan sonra Khan’ın da yardımıyla Karaderili çocuğu kurtarıyoruz. Bunun ardından bir dizi halüsinasyon çıkıyor karşımıza ve geçmişe dönüyoruz. Meğer çocukken bir Karaderili tarafından kurtarılmışız ve psişik olarak Karaderililerle aramızda bir bağ varmış. Bunun üzerine biz de bu Karaderili çocuğu korumak için ant içiyoruz ve Korucular, Kızıl Hat, Nazi İmparatorluğu ve Hansa arasında D6’ya dair barış konferansının düzenlendiği Polis’e doğru yola çıkıyoruz.
Yolumuzu Lesnitsky ve Pavel kesiyor çünkü bu adamlar pes etmenin ne olduğunu bilen tipler değiller. Ancak yanımızda Karaderili bir çocuk olmasının şöyle bir avantajı var, zihinlerini okuyabiliyor. Böylece biz de General Korbut’un D6’yı ele geçirmek ve buradaki biyolojik silahı kullanarak Kızıl Hat müttefiki olmayan herkesi öldürmek istediğini öğreniyoruz. Buralarda düşmanlarımızı affetme veya intikam alma seçeneği tamamen bize ait, o noktada ne yaptığınıza karışmayayım.
Polis’e vardığımızda Karaderili yine devreye giriyor ve telepati yeteneğini kullanarak Kızıl Hat lideri Moskvin’in suçlarını itiraf etmesini sağlıyor, meğer bu barış konferansı General Korbut’un D6’ya saldırmasını maskelemek için düzenlenen bir paravanmış. Bunu öğrenince Miller, Khan ve Korucularla birlikte Korbut’un ordusuna karşı koymaya gidiyoruz. Ancak General Korbut’un yedek bir planı var, zırhlı bir tren. Bu tren savunma hattını yarıyor ve platformumuzu yok ediyor. Ağır yaralı halde kendimiz geldiğimizde Korbut ve adamlarının bizi ve Miller’ı idam etmek üzere olduğunu görüyoruz.
Bu noktadan sonra oyunun yine iki farklı sonu var. “Kötü” kabul edilebilecek C’est la Vie sonunda D6’nın kendini imha cihazını aktifleştiriyor ve böylece Korbut’un biyolojik silahı ele geçirmesine engel oluyoruz. Elbette bu yaptığımız hem bizi, hem Korucuları, hem de Kızıl Hat kuvvetlerini öldürüyor. Bundan sonra bir anda yıllar sonrasını görüyoruz, Anna Artyom’dan olan oğluna babasının metroyu nasıl kurtardığını anlatıyor. Kötü sonun iyi adamıyız yani.
Oyunun iyi olan sonu Redemption’da ise D6’yı havaya uçuracak patlayıcıları tetiklemeden hemen önce Karaderili tarafından durduruluyoruz. O ve D6’da hayatta kalmış olan diğer Karaderililer bizi, Miller’ı ve Korucuları kurtarıyor; Kızıl Hat askerlerini hipnotize ederek birbirlerini öldürmelerini sağlıyor, Korbut’u ise bizzat öldürüyorlar. Yani bu durumda insanlığı kurtaran son ışık Artyom değil, Karaderililer oluyor.
Her ikisi sonun da ardından Karaderili çocuğun hayatta kalan diğer Karaderililerle birlikte ayrılışını ve Anna’ya (ya da hayatta kaldıysak bize) gelecekte dünyanın yeniden kuruluşuna yardım etmek için geri dönme sözü verişine şahit oluyor ve “vay be, ne oyundu” diyoruz.
guzel yazi