You died
Devamını okuNot: Bu yazı daha önce Oyungezer dergisinin Haziran 2017 sayısında yayınlanmıştır. Yazan: Onur Kaya
Oyun oynamaya ilk başladığım zamanlar, ortaokul dönemime geliyordu. CD Oyun dergisi henüz yayın hayatına veda etmemişti o ara. Video oyunlarıyla yaşıtlarına kıyasla epey geç tanışmış halimle, bir gün dergiyi alıp, Devil May Cry 3 adlı bir oyunun incelemesini okuduğumu hatırlıyorum. Resimlere bakarken aklım gitmişti, beyaz saçlı karizması tavan yapmış bir ana karakter vardı oyunda. Dante’ydi adı. Sırtındaki kendinden büyük (tabii FF serisindekiler kadar olmasın) kılıcına ek olarak üstüne bir de ateşli silah kullanabiliyordu adam yahu? Çeşit çeşit yeni silah da alabiliyordu? The Matrix’i izleyişinin üzerinden çok geçmemiş olan bendeniz, yakın dövüş ve silah kullanımını birleştiren bir oyun görünce hevesten delirmiştim elbette. İşin havasına aklım giderken, hâlâ zaman zaman çok canımı yakan bir olguyla, “konsola özel oyun” mantığıyla da tanışmak üzereydim. Hiç o ilk anda canımı acıttığı kadar acıtmamıştı gerçi. Gençliğin, her şeyin mümkün olduğuna inanan masumiyetiyle “belki bilgisayara da çıkar” düşüncesi içinde DMC3 adını aklımın bir köşesine yazdım ve beklemeye başladım...
Sonra gün geldi çıktı DMC3 bilgisayara, hem de ne çıkmak! O açılış sekansı neydi öyle!? Nasıl karizma bir ana karakterdi bu? Vücuduna aldığı sürüyle darbeye bana mısın demiyor, karşısındaki beyinsiz iblislerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu! The Matrix’te Neo kurşunlardan canla başla kaçarken, Dante tam tersine kurşunları dişiyle yakalayıp tükürüyordu! Tavrı deseniz küçük dağları yaratmış olmaktan halliceydi. Aslına bakarsanız yaratıyordu da, arkasında bıraktığı iblis cesetlerini üst üste yığsak o noktada iş görürdü hani. Henüz orta ikiye giden bünyeme fazla gelmişti bu kadar muhteşemlik, bu tempo, bu müzikler, bu hikâye; büyülenmiştim. Zordu, mordu lakin kaçarı yoktu, bitecekti bu oyun...
DEVIL MAY CRY 3
|
Herkes gibi ben de beşinci bölümde defalarca yolumu kaybedip, nereye gideceğimi şaşırıp takılsam da, sonunda yolumu bulup ilerlediğimde Agni ve Rudra tarafından bölüm sonunda hunharca tokatlansam da zorluklar aşıldı. Nevan’ın yarasaları pert edildi, Leviathan’a kalp krizi geçirtildi. On sekizinci bölümde tüm boss’larla tekrar karşılaşılınca saç baş yolundu, tüm oyun boyu küçümsenen Vergil son haliyle feci bir zorluğa erişmiş olsa da ne yapıp edip yenildi ve DMC3 bitirildi sonunda.
|Üst üste defalarca öldükten sonra “kolay mod artık seçilebilir” diye dalga geçen de DMC3’ün ta kendisiydi.
O zamanlar Dante deyince kafamda oluşan çağrışımın Dante Alighieri’ye değil, annemin televizyon üstüne koyduğu dantellere yönelik olmasının önemi yoktu. Serinin bol bol gönderme yaptığı İlahi Komedya’dan bihaberdim ve bunun önemi yoktu. Vergil ve Arkham dâhil, oyundaki karakterlerin dilimizde dalga konusu olmaya aşırı yatkın isimlerinin olmasının önemi yoktu. Devil May Cry 3, hem oyun dünyasında hem de kılıç sevdalısı şu garibin hayatında çok önemli bir yere sahip olmuştu. Beyaz saç çok başka bir semboldü artık. Rebellion, dikenli sapıyla, adı üstüne asiliğin sembolü olmuştu. Dante’s Awakening’in eşi benzeri olmadığından, dördüncü oyun gelene kadar üçüncüsü tekrar bitirildi. Sonra tekrar ve tekrar ve tekrar...
Oyunlarda bulduğumuz dişi kişiliklerin genelde oyuncu egosunu şişirmek için romantizme kurban edilmesine alıştık. Lakin Lady bu mantalitenin eline düşenlerden olmamıştı. Başına buyruk, kendine güveni tavan yapmış bu hatunumuz, Dante’nin “Kadın bi’ iki dakika dursana yerinde!?” nidaları arasında bulduğuna sıkar, ki bu bulduklarına Dante de dâhildir.
Vergil gibi kendisi de boss olarak karşımıza çıkar, bunun haricinde safkan ya, melez tüm iblislerin kötü olduğuna inanmasından mütevellit videolarda da bol bol kahramanımızla didişir. Oyunun bir diğer kötüsü olan Arkham’ın kızıdır, en büyük amacı da babasının elinde ölümü tatmış anacığının intikamını almaktır. Bu yolda makinalısı, tabancası, roketatarı derken her türlü ateşli silahla harikalar yaratır. Kendisine adanmış ara sahneleri izlemek muazzam bir keyif olmuştur bendeniz ve nice DMC hayranı için. Şükür ki sonunda “iblis de olsa insan insandır” felsefesini benimseyip Dante’ye kurşun sıkmayı keser.
Evet farkındayız, kötüleri seviyorsunuz. Yine farkındayız ki, genelde iyilerden daha karizma oluyorlar. Bu durum, Dante’nin ikiz kardeşi Vergil’da da farklı değil lakin, ana karakterin BU KADAR muhteşem olduğu bir oyunda onun havasını geçmek gerçekten takdire şayan bir durum. Hem de ikiziyken. Dante’nin aksine ateşli silah kullanmayı küçümseyen, babasının biricik katanası Yamato ile şekilli kına kılıç sokma hareketleri sergileyerek gönülleri fetheden aksi genç Vergil, pek çok kişi için Dante’den daha bile sevilesi bir karakter.
İnsanlığını küçük görüp reddeden ve iblis soyunu canı gönülden kucaklayan bu jöleli saçlarını yediğimin karakteri, pizza manyağı Dante’nin ikizi olmasına rağmen onun birebir zıttı. Tüm oyun iki kardeş arasındaki çekişmeyi konu alıyor ve bekleneceği üzere yer yer beraber çalışmalarına da tanık oluyoruz. Bu anlardan birinde kullanmaktan hoşlanmamasına rağmen Dante’nin tabancalarından birini alıp “Jackpot” diye bağırarak onunla aynı anda ortak düşmana ateş ettiği sahne “Oyuncu nasıl coşturulur?” dersinin kaynak materyali konumunda ele alınacak güzellikteydi.
Neden Efsane Oldu?
ÇOK ZORDU
Ninja Gaiden ile birlikte döneminin en zor oyunlarından biriydi DMC3. Belki de en zoruydu, hele hele konsolda. PC versiyonu yapıldığında, zorluk seviyeleri birer kademe düşürülmüştü ama oyunun hâlâ maşallahı vardı. İlk bölümdeki Azrail tipli arkadaş hadi neyse de, ilk esaslı bölüm sonu canavarı olan Cerberus geldiğinde, geçene kadar ecel terleri dökmüştüm. Aynı anda çift boss ile kapışma olayı da yine burada vardı, Smough ile Ornstein zordu eyvallah ama oyunun ilk çıktığı halindeki Agni ile Rudra’nın da onlardan aşağı kalır hali yoktu. Ölünce koca bölüme baştan başlamak da cabasıydı. Videolarda Dante’nin ter bile akıtmadan girdiği atraksiyonlar bir yana, düşmanlar oyuncunun canına okuyordu.
DÜŞMANLARI MUHTEŞEMDİ
Bölüm sonu canavarları zordu zor olmasına ama zorluklarını haklı çıkaran tiplemeleri vardı! Her ne kadar Dante’nin gözünü zerre korkutamasalar da, ara sahne bitip kontroller oyuncuya bırakılınca, heybetleriyle yüreklere korku salmayı bilirlerdi! Tasarımları da, saldırıları da ölümcül bir muhteşemliğe sahipti. Temenni-Gru’nun koruyucu iblisleriyle, Cerberus’la, Nevan’la, Leviathan’la haşır neşir olmanın yanında, oyun boyunca tekrar tekrar ikizimiz Vergil ile kapışıp, her seferinde karşımıza daha da güçlü çıktığını görmek, baş düşmana bir denklik hissiyatı katıyordu. Yendiğimiz düşmanlardan aldığımız güçler ve silahlar da cabasıydı.
STİL ÇEŞİTLİLİĞİ TAVAN YAPMIŞTI
Kullanarak seviye atlatabildiğimiz dört adet stilimiz vardı ve oyunda ilerledikçe bunlara iki tane daha ekleniyordu! Trickster becerileriyle kovalandıkça kaçan bir ateş böceği oluyor, Royalguard ile düşman saldırılarının karşısında cesurca dikilen bir anıta dönüşüyorduk. Sword Master ve Gunslinger isimlerinden de anlayabileceğiniz gibi sırasıyla yakın dövüş ve ateşli silah becerilerimizi geliştirirken, sonradan açılan Quicksilver ile Doppelganger, zamanı yavaşlatıp kendimizi kopyalamak gibi fantastik atraksiyonlara girmemize de izin veriyordu!
TEKRAR OYNANABİLİRLİĞİ TAVAN YAPMIŞTI
Günümüzde benzer oyunlarda standart hale gelmiş tekrar oynanabilirlik artırıcı zorluk seviyeleri, bunlarla açılan ekstralar ve 9999 kata sahip Bloody Palace modu, bahsi geçen ustalık seviyelerine erişmek istemesi halinde bolca oyun saati sunuyordu oyuncusuna. Hem ismiyle hem de zorluğuyla ünlenmiş olan Dante Must Die seviyesi, insana saç baş yolduruyordu. Saatlerinizi harcayıp canla başla güçlendirdiğimiz karakterin yediği tek darbede “biftek kadar” sağlık kaybettiğini görmek, üstüne bir de sağlığı dibe inen düşmanların da “Devil Trigger” açtığına şahit olmak ve yeterince beceriyle bunların arasından sağ çıkabilmenin mümkün olması DMC3’ü çok özel bir oyun yapıyordu.
İZLERKEN DE EĞLENDİRİYORDU
Ara sahnelerdeki abartı aksiyonun yanında The Matrix ezik kalıyordu. Üstüne işin güzelliği, bu aksiyonun tek yıldızının Dante olmamasıydı. Hikâyesi ve motivasyonu gayet güzel verilen Lady ayrı, baş düşmanımız Vergil ayrı döktürüyordu yeri geldiğinde. Hele üçü tek sahnede buluştu mu, keyif seviyemiz tavana vuruyordu! En çok sahne alanın o olmasından kelli, en muazzam sahneler Dante’deydi elbet; özellikle devasa kule Temenni-Gru’nun tepesinden aşağı, duvarlarında koşarak indiği ve bir yandan pek tabii bolca iblis doğradığı sahne gerçekten akıllara kazınan cinstendi.
AKSİYON TÜRÜNÜN MİHENK TAŞLARINDANDI
Mekanikleri, gerçekten hem seri içinde hem de akran aksiyon oyunları arasında çığır açan cinstendi. Tüm hızına rağmen oyun benzeri pek çok oyunda karşımıza çıkan ve önüne o dönem zar zor geçilen kamera açısı sıkıntısından neredeyse hiç mustarip olmuyordu. Seri içinde en iyi oynanışa sahip olan dördüncü oyun, bu unvanı sadece ve sadece üçüncüdeki sistemi hiç bozmadan geliştirdiği için edinebilmişti. Ciddi anlamda profesyonelleşen oyuncuların “jump cancel” denilen teknik ile yaptıkları, insanın ağzını açık bırakıyordu.
There are many websites for you to find the ones you need to visit, but you should visit this website. I think you won't be disappointed.