Oyunlarda her şeyi başarıp en iyisi olabilmek adına heyecanı öldürüyor, alacağımız zevki baltalıyoruz!
Devamını okuBunca ertelemenin ardından artık Cyberpunk 2077 ile buluşmanın arifesindeyiz. 10 Aralık’ta kendisine kavuşacak, gecelerimizi gündüzlerimizi o neon ışıklı dünyasında tüketeceğiz. Hazır o gelmeden de aradan çıkartılacak meselelerle ilgilenelim; mesela “Nedir şu ‘Cyberpunk’ denilen şey? Yenilir mi, içilir mi? Kim icat etmiş bu terimi? Siberpunk temalı filmler, diziler, kitaplardan hangi örnekler dikkat çekiyor?” gibi soruların cevaplarını arayalım istedik.
Cyberpunk serimizin ilk yazısını bu sorulara ayırdık. Bir sonraki yazımızda ise sizleri oyun dünyasında siberpunk ve diğer temalarla (steampunk, dieselpunk, atompunk) mukayesesi bekliyor olacak. Lafı daha fazla uzatmadan, geleceğin dünyasına yolculuğumuza adım atalım:
Siber ve punk…
İşe öncelikle kavramın tanımı ile başlayalım. Merriam-Webster sözlüğüne göre cyberpunk 1- Geleceğin bilgisayar teknolojisi tarafından domine edilmiş şehir toplumlarını konu edinen bilim kurgu 2- Oportünist bilgisayar korsanı şeklinde tanımlanıyor.
Learner’s Dictionary “bilgisayar teknolojisi tarafından kontrol edilen geleceğin toplumlarına dair hikayeler” olarak, Brittanica ise “bilim kurgunun; insansızlaşmış, yüksek teknolojinin kucağına düşmüş karşıkültür antikahramanlarla karakterize edilen bir alt janrı” şeklinde tanımlamış cyberpunkı.
Tabii bu tanımlar basite indirgenmiş tanımlar, kavramın bütün kapsamını yansıtmıyorlar. Bunun için kullanımına ve örneklerine bakmamız gerekecek.
Kelimenin ilk kullanımı 1980’li yıllara kadar uzanıyor. Bruce Bethke, 1980’de Cyberpunk isimli bir hikâye kaleme almış ve “sibernetik” (cybernetics) ve “punk” kelimelerini birleştirerek bu kavramı türetmiş. Ancak Bethke’nin bu eserinden de önce John Brunner’in yazdığı The Shockwave Rider bazılarınca ilk siberpunk roman olarak görülüyor. Kavramın esas popülerlik kazanması ise, pek çoğumuzun bildiği üzere William Gibson’ın “Neuromancer” adlı eseriyle oldu. Yine de siberpunkın kökenlerinin 1960 ve 70’lerdeki “Bilimkurguda Yeni Dalga” (New Wave) akımına kadar götürüldüğünü belirtmekte fayda var.
Zaten o dönemlerden itibaren “punk” kültürü diye yeni bir kültürün tanımlandığını, punk müzik akımının kendini gösterdiğini görüyoruz. Bu kültürün edebiyat dünyasında ve sinemada kendine yer bulması da işin doğal bir sonucu. Bu dönemlerden itibaren biraz daha “sahici” bilimkurgu tasarımlarıyla, yakın gelecekte dünyamızın alabileceği hal üzerine yeni eserler ortaya konuluyor ve bugün artık çok popüler bir tema haline gelen siberpunk adım adım gelişiyor.
Philip K. Dick tarafından kaleme alınan “Android'ler Elektrikli Koyun Düşler Mi?”den (-ki siberpunk denildiğinde ilk akla gelen filmlerden olan Bıçak Sırtı / Blade Runner’ın dayandığı eser bu kitaptır) K.W. Jeter’in “Dr. Adder” adlı romanına çeşitli örnekler bulunuyor. Jeter ilerleyen dönemlerde, Blade Runner’ın devamı olan Blade Runner 2: The Edge of Human, Blade Runner 3: Replicant Night ve Blade Runner 4: Eye and Talon adlı romanları da kaleme almış. Yani kendisinin siberpunk edebiyatının önemli isimlerinden birisi olduğunu söyleyebiliriz.
Beyaz perdede ve ekranlarda siberpunk
Yeri gelmişken beyaz perdede siberpunk deyince akla gelen yapımlardan da bahsedelim. Philip K. Dick’in eserleri beyaz perdede de dikkat çeken yapımlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda ilk akla gelen örnek Blade Runner olsa da, Gerçeğe Çağrı (Total Recall), Azınlık Raporu (Minority Report) gibi örneklerle de listemiz genişliyor.
RoboCop, Terminator veya Matrix serileri de siberpunk ile ilişkilendirilebilecek seriler. 5. Güç (The Fifth Element) ve Dredd de listeye eklenebilecek filmlerden.
Anime / animasyon cephesinde de dikkat çekebilecek yapımlar var; Kojima’nın önemli esin kaynaklarından Akira, Ghost in the Shell, Psycho-Pass, Love Death Robots ve Altered Carbon gibi. Başlat (Ready Player One) ve Alita gibi yakın tarihli örnekler de genelde siberpunk kategorisiyle anılan yapımlar.
Son olarak da Keanu Reeves’in başrolünde yer aldığı Beynimdeki Düşman (Johnny Mnemonic) filmini sayabiliriz. Hem böylece Johnny Silverhand öncesinde de yine Keanu abimiz tarafından canlandırılmış bir siberpunk Johnny’den bahsetmiş oluruz :)
Özetle siberpunk…
Siberpunk’ın tanımlayıcı özellikleri olarak öne çıkan bazı detaylar da mevcut. Siberpunk denildiğinde megaşirketlerin düzene hâkim olduğu, hatta kimi örneklerde devletlerin yerini aldığı, bir yandan ileri teknolojinin öte yandan da sefaletin bulunduğu bir distopya tasviri öne çıkar. Hackerlar, teknoloji hırsızları, katiller, çeteler, ezcümle envai çeşit suçlunun kol gezdiği, tekinsiz bir dünyadır bu. Sibernetik ve implantlar bir anlamda işin olmazsa olmazı haline gelmiştir. Toplumda çeşitli katmanlar arasında belirgin farklar vardır, ama yine toplumun büyük bir çoğunluğu yoksulluk/yoksunlukta buluşmuştur. Zaten çatışmaların ateşini tetikleyen de bu yoksunluk durumu olur çoğu zaman.
Günün sonunda kahramanlarımızın küçük mücadelelerinin megaşirketlerin büyük savaşlarında ufak birer hamleden ibaret kaldığına da şahitlik ederiz pek çok örnekte. Uzun lafın kısası, siberpunk evreni bize kapkara bir gelecekte ufak bir ışık kaynağına doğru koşturarak yol almaya çalıştığımız maceralar sunuyor. Cyberpunk 2077’nin bu evrende nasıl bir macera vadettiğini de çok yakında hep birlikte göreceğiz…