B.J.'in bitmek bilmeyen Nazi öldürme macerası.
Devamını okuBir Lovecraft hayranının Call of Cthulhu ismini duyup da heyecanlanmaması mümkün değil. Lovecraft'ın eserlerinden ilham olan çok sayıda oyun olsa da Cthulhu mitosunu merkezine koyan oyunların sayısının çok fazla olduğunu söylemeyiz, hal böyle olunca da aynı isimli masaüstü rol yapma oyunundan uyarlanan Call of Cthulhu (hatta isminde 'resmi video oyunu' ibaresi de var) iyice ilgimi çekmeyi başarmıştı. Ama hemen şunu söyleyeyim, ben artık isminde Cthulhu geçtiği için gaza geldiğim, büyük heves yaptığım oyunların patlamasından sıkılmaya başladım.
Bu oyunda Cthulhu mitosunun en tanınmış öğelerini ya da eski tanrıları görmeyi umanlara kötü bir haberim var, oyunda bunlar yok. Sadece oyunun sonunda yaklaşık yarım saniyeliğine Cthulhu görünüyor o kadar. O da şans işi, farklı sonlarla bitirirseniz onu da görmeyeceksiniz yani. Onun dışında oyunda net biçimde iki tane dünyadışı varlık var: bunlardan biri ilk kez Lovecraft'ın Müzedeki Dehşet öyküsünde karşımıza çıkan Dimensional Shambler, diğeri ise Cthulhu'nun çocuklarından biri olarak bilinen Leviathan. Bakalım ne zaman bir oyun çıkıp da göğsünü gere gere Nyarlathotep'i, Yog-Sothoth'u falan çıkaracak karşımıza. Neyse...
Call of Cthulhu'ya beklentileri küçültüp içinde yoğun okült öğeler bulunan bir dedektiflik oyunu olarak bakmakta fayda var. Adımız Edward Pierce, günlerini içki içip kabuslar görerek geçiren bir özel dedektifiz. Kabus görüyoruz çünkü aslında beyin yapısı olarak diğer tarafa da yakınız her ne kadar bunun pek farkında olmasak da. Günün birinde kapımızı Stephen Webster isminde bir zengin çalıyor. Görevimiz Darkwater adasına gitmek ve Sarah Hawkins ve ailesinin başına gelenleri ortaya çıkarmak. Ortada ölümler var, yangınlar var, ama Webster işin içinde başka bir şeyler olduğunu düşünüyor.
Tahmin edebileceğiniz gibi ne Darkwater adası şirin bir yer, ne de Hawkins ailesi masum bir aile. Bu liman kasabası geçimini balinacılıkla sağlıyor ama aslında orada yaşayanlar bir ayağı resmen okültizme gömülmüş durumda. Kasaba tarihinin en önemli olayı olarak adlandırılan günde bir şey olmuş ve adadaki herkesin kaderi değişmiş. Ne mi olmuş? Cthulhu olmuş, Cthulhu.
Kapıyı ister kırarım, ister açarım
Oyunun yetenek sistemi bana oldukça The Council'i çağrıştırdı. Farklı yetenek cinslerine yatırım yaparak (bunlar arasında gizli objeleri tespit edebilme, kuvvet, psikoloji, okültizm gibi seçenekler var) gerek diğer karakterlerle olan diyaloglarımızda yeni seçenekler açıyor, gerek içinde bulunduğumuz mekanlarda başka türlü göze çarpmayacak detayları fark edebiliyoruz. Mesela gizli obje tespit etme yeteneğimiz yüksekse normalde kaba kuvvetle kırmamız gerekebilecek bir kapıyı açan anahtarın kitaplıkta gizli olduğunu fark edebiliyoruz. Oyun bu tür durumlarda birden fazla çözüm sunduğu için takılmak diye bir dert yok, o yüzden hangi yeteneğe yüklenmek isterseniz yüklenebilirsiniz.
Bunun dışında oyunda bir de delirme mekaniği var. Her fırsatta içki içer, tuhaf tuhaf kitaplar okur, olur olmadık hikayelere inanmaya başlarsak bu dünyadışılık ağır gelmeye başlıyor ve yavaş yavaş akıl sağlığımızı yitirmeye başlıyoruz. Bu aslında kötü bir şey değil ve de ek seçenekler çıkarmak dışında oyuna doğrudan etki de etmiyor. Hatta zırt pırt karşınıza çıkacak olan “bu yaptığınız kaderinizi etkileyecek” cümlesi bile gözünüzü korkutmasın, çünkü oynanışı en ufak biçimde etkilemeyen bu seçimler sadece oyunun en sonunda karşınıza çıkacak seçenekleri belirliyor o kadar.
İşte zaten Call of Cthulhu'nun yarattığı en büyük hayal kırıklığı da buradan kaynaklanıyor. "Aman dikkatli olayım, acaba şurada nasıl davranırsam ne olur" diye güya özenle kararlar veriyor ve bu kararların aslında oyunun sonunda hiçbir şeye etki etmediğini fark ediyorsunuz. Bu hiç de hoş değil. Zaten Cyanide de "oyuna şunu da ekleyelim, bundan da koyalım" diye diye işleri iyice çorbaya çevirmiş. Oyunun başlarındaki “bir şeyleri etkiliyorum” düşüncesi, yeni mekanları keşfetme, yeni kişilerle tanışma ve karakterlerini öğrenme, dedektifçilik oynama hissi oyunun yarısından sonra yerini lineer bir oynanışa ve "meğer ben Cyanide'in anlattığı hikayede bir izleyiciymişim" duygusuna bırakıyor. Türüne ve detay seviyesine tam karar veremeyen ve bir noktadan sonra da ipin ucunu kaçıran bir oyun olmuş maalesef Call of Cthulhu.
Bunun en büyük örneğini zaten silah kullanmanız gereken bölümde göreceksiniz. Oyunun silah mekaniği zaten berbat, nişan almak vs gibi şeyler yok, kafasında ikon çıkan adamı vuruyorsunuz ateş edince (arada bir ıskalıyor, tamamen rasgele). Sonra bir anda merminiz bitiyor ve gerisinde gizlenerek veya çıkışa yardırarak bölümü bitirmeye çalışıyorsunuz. Ne kadar anlamsız bir sekans aslında. Hele 9. ve 13. bölümlerde iş iyice çığrından çıkıyor ve son derece sıkıcı ve anlamsız yerler oynamak zorunda kalıyorsunuz. Deneme yanılmaya dayanan kısımlar oyunun temposunu bir anda mahvediyor.
Tanıdık bir ses
Edward Pierce’in sesi muhtemelen tanıdık gelecek çünkü oyundaki baş karakterimizi Vampyr’deki Jonathan Reid’i de seslendiren Anthony Howell seslendirmiş. Sırf bu yüzden karaktere ayrı bir sempati duydum aslında (adamın sesi gayet iyi). Zaten seslendirmelerin pek fena olduğunu söyleyemem, ben gayet beğendim. Oyunun atmosferine katkı sağlayan müzikler ve melodiler de gayet yerinde, bazı bölümlerin atmosferi bu sayede ekstradan ürpertici oluyor. Yalnız oyunun görsel yanında çok büyük bir sıkıntı var, o da oyunda dudak senkronunun olmaması. Bakın artık bu devirde hiçbir oyuna "dudak senkronu var" diye artı puan verilmez, hatta incelemelerde bunu belirtmek abes bile. Ama bu kalibredeki bir oyunda yüz animasyonlarının bu kadar acınası olması, dudak senkronunun olmaması, dişlerin bir komik görünmesi gerçekten de affedilecek şey değil. Cyanide Games bunu nasıl görmezden gelmiş, neden üzerinde çalışmamış gerçekten anlamıyorum.
Call of Cthulhu oyunun başlarında yarattığı atmosferi sonuna kadar korumayı başarsa çok farklı bir oyun olurmuş. Ancak özellikle de bir noktadan sonra gerek hikaye anlatımı, gerek mekaniksel olarak dağılıyor oyun. Tanıştığımız bazı karakterlerin hikayelerinin havada kalması, tutarsızlıklar, aşırı lineer hale gelip yürüme simülasyonundan hallice bir deneyim sunması beni ciddi biçimde hayal kırıklığına uğrattı. Üstelik kısa da bir oyun (iki üç akşamda rahatça bitirebilirsiniz) ve bu haliyle kesinlikle fiyatını hak etmiyor. Yani şöyle söyleyeyim: bu oyuna 158 lira vermek yerine Call of Cthulhu: Dark Corners of Earth'e 15 lira (hatta indirim dönemlerinde 3.5 liraya düşüyor) vermek daha doyurucu bir Cthulhu deneyimi yaşatır. Yine de iflah olmaz bir Lovecraft ve Cthulhu hayranıysanız sabredin, oyun şöyle çok sağlam bir indirime girdiğinde şans verin.
Başlıklar
- Atmosferi, Lovecraft mitosunu gayet iyi canlandırmış
- Seslendirmeleri sevdim
- Yarım saniyeliğine de olsa Cthulhu’yu görmek güzel oldu
- Okültizm teması başarıyla işlenmiş
- Verdiğimiz onca kararın aslında pek bir işe yaramıyor oluşu
- Oyunun ikinci yarısındaki bazı mekanikler cidden çok anlamsız
- Dudak senkronu olmaması çok dikkat çekiyor
- Yürüme simülasyonundan hallice
- Bulmaca yönü inanılmaz zayıf