Chrono Cross: The Radical Dreamers Edition - İnceleme
Zamanın ve zamanının ötesinde
Bu yıl the one and only Ömer Akdağ ile tanışıp zamanla dost olmamızın 20. yılı. Biz tabii bunu fener alaylarıyla, marşlarla veya sade bir hot pot etkinliğiyle kutlamaya hazırlık yapaduralım bu 20 yılda değişmeyen bir şey vardıysa tüm ısrarlarıma ve hatırlatmalarıma rağmen Ömer’in halen Chrono Cross oynamamış olmasıdır. Onun ısrar ettiği ve benim oynamadığım/izlemediğim çok şey de vardır elbette fakat yahu sen JRYO seven adamsın, tüm Final Fantasy’leri oynamışsın, az bilinen bazı oyunları bile bitirmişsin neden Chrono Cross’a dalmıyorsun be adam!? Dalmadı. Ama neyse ki Square Enix imdadımıza yetişti ve bu yıllanmış klasiğin bir Remaster versiyonunu beğenimize sundu da nihayet Ömer’in (ve çoğunuzun) bu zamansız klasiği tecrübe etmek için bir mazeretiniz kalmadı, üstelik pakette beklenmedik bir sürpriz de var.
Bir kişi neler kâdir
Chrono Trigger SNES zamanının en sevilen ve devamı yapılması istenen oyunlarındandı, yıllar 1999’u (Kuzey Amerika için 2000’i) gösterdiğinde hayranlar bu dileklerine kavuştu kavuşmasına ama karşılarındaki oyun aynı evrende geçen bambaşka bir hikâyeydi ve her ne kadar Trigger’la orada burada çeşitli bağları olsa da büyük oranda kendi başına tüketilebilen bir yapımdı. Tabii aradan yıllar geçti, başka bir Chrono oyunu da gelmeyince insanlar seriden ümidi kesti gibi oldular. Ta ki önce ufak ufak yayılan remaster dedikoduları ve nihayetinde Nintendo sunumundaki SE’in duyurusuna kadar.
Tabii bende bir duygu patlaması, anılar sağanağı ve nostaljinin o tuhaf dehlizlerine ani bir yolculuk hissi yaşandı ilk önce. Ne yani ilk PlayStation’da oynadığım ve unutamadığım en iyi 5 oyundan birinin Remaster’ı mı geliyordu? Hem de daha evvel yalnızca Japonya’da, o da hepi topu 100,000’den az kişiye ulaşabilmiş Radical Dreamers yan öyküsüyle? “Bak sen, enteresan!” şeklinde oldu tepkim (merak edenler için diğer 4 oyun Final Fantasy VIII, Vagrant Story, Front Mission 3 ve Metal Gear Solid). Dolayısıyla bu oyun benim için özel bir yerde ve yıllar sonraki geri dönüşüm çoğu Remaster’da üzerimize çöreklenen “Bu muymuş yani o kadar hayran olduğumuz oyun?!” minvalinin çok ötesinde oldu neyse ki.
Chrono Cross tematik olarak zamanın değiştirilebilirliği, tek bir kişinin devasa akışta ne gibi farklar yarattığı ve insanın doğayla olan ilişkisindeki yıkıcılığıyla ilgili bir öykü. Basit başlıyor. Biz Serge isimli, akıllı, uyumlu ve ait olduğu balıkçı kasabasında sevilen bir genç olarak “uyanarak” başlıyoruz oyuna. Burada uyanmak kelimesi önemli, zira oyuna ilk girişimiz aslında antik bir tapınakta geçen ve rahatsız edici bir sonu olan, rüya mı gerçek mi tam anlayamadığımız bir sekansla oluyor. Serge olarak ilk görevimiz kız arkadaşımıza zor bulunan pullardan bir kolye yapmak ve biraz da oyuna alışma olarak iş yapan bu görevi bitirdiğimizde aramızda nostaljik ama geleceğe de ışık tutan bir sohbet geçiyor. Sohbetin ardından geriye dönelim derken pat diye boyut değiştiriyor ve paralel bir evrendeki aynı yere geliyoruz. Bu evrende henüz çocukken ölmüşüz ve bizi kimse tanımıyor balıkçı kasabasında; biz de tabii bir telaş, bir merak derken yaşanan kimi olaylar sonucunda kaderimizin kopmayacak şekilde bağlanacağı Kid ile tanışıyoruz ve uzun sürecek epik maceramız başlamış oluyor.
Kompleks, epik, doğal
Şimdi benim hatırladığım ya da nostalji yumağına soktuğum Chrono Cross gayet güzel ve sürükleyici bir oyundu. Her ne kadar PSX uyarlaması olsa da elimizdeki Remaster gayet gideri olan, hatta günümüzdeki çoğu JRYO kadar basitleştirilmemiş, oynaması kafa isteyen bir oyun olarak kalabildiğini ispatlıyor yapımın. Hatta ihaleyi arttırıp oyunun şu an çok daha devrimsel olduğunu görmek, kitlelere ulaşmak adına kompleksliğinden feragat edilmediğine şahit olmak cidden müthiş bir duygu. Ben o zamanlar 16 yaşında olan beynimle ve yetersiz İngilizcemle elbette pek çok detayı kaçırmışım lâkin yine de tecrübe ettiğim şeyin kalitesi bana geçmiş. O yüzden yenilenmiş görselliği falan olmasaydı dahi bugün de takdire şayan bir oyun Chrono Cross.
Bunun ilk dikkat çekici belirtisi dövüş sisteminde. Klasik Final Fantasy oyunları ya da günümüzde tekrar popülerleşen sıra tabanlı RYO’lar gibi oynanıyor oyun fakat sıra size geldiğinde tek bir hamleniz yok; onun yerine önce atak kısmından belirli isabet yüzdelerine sahip ve Stamina harcayan hareketleriniz var. Söz gelimi zayıf ataklar az Stamina harcayıp, yüksek vuruş oranına ve az hasar sahipken orta ve güçlü ataklarda bu oranlar değişiyor. Bu atak fazında Stamina’nız bittiyse eğer daha sonrasında yapabileceğiniz büyü benzeri teknikler var elinizde. Bunlar da sayıyla ve her tekniğin bir rengi var. Siz atıyorum bir alev topu kullandınız ve bunun rengi kırmızı, ekibinizdeki diğer eleman da kırmızı bir teknik kullandı ve bu color field denen dört parçalı kısımda 2 adet kırmızı alan demek oldu. Demek ki bundan sonra kullanılacak kırmızı teknik daha çok hasar verecek. Hele hele karşıdaki rakip mavi renkte büyülerle donanmışsa daha da fazla hasar alma potansiyeli var.
Bu ilk başta karmaşık gelen sisteme düşündüğümden daha hızlı alıştım ve elementlerin renk kodlarını lehime kullanmaya başladıkça da başta zor görünen dövüşler kolaylaşmaya başladı. Elbette bunlarla uğraşmak istemeyen ve sadece hikâyeyi tecrübe etmek isteyenler için de dövüşleri kapatma veya rakibin sürekli ıskalamasını sağlayan seçenekler var. Bu sayede yalnızca ana dövüşleri yaparak hızlıca oyunu bitirebilseniz de hem karakterlere özgü özel savaş animasyonlarını kaçırmış (ki ekibinize katabileceğiniz yaklaşık 45 karakter ve her birinin 3 özel hareketi mevcut) hem de müthiş bir stratejik zihin jimnastiğini atlamış olacaksınız, tercih sizin tabii. Ben grind yaptığım yerlerde bu Auto-battle, Assist seçeneklerini ve hızlandırmaları açarak oynadım çünkü maalesef vaktim 20 yıl öncesinde olduğundan daha az ve değerli ama bu özelliklerin oyuna dahil edilmesi günümüzün sabırsız oyuncu kitlesi için iyi tabii ki.
Bir diğer şaşırdığım nokta da oyunun backgroundlarının ne kadar güzel gözüktüğü oldu. İster normal monitörde ister Switch’in capcanlı renkli ekranında isterse 4k bir TV’de olsun bu önceden hazırlanmış sabit backgroundlar halen çok iyi ve bir yağlıboya resim gibi duruyor. Baştan tasarlanıp güncellenen karakter modelleri de gayet hoşlar. Görsellikteki tek noksanlık zamanında 4:3 oranında ve 500p olarak oyuna entegre edilen ara sahnelerin ekran büyüdükçe çamur gibi gözükmesi oldu ki oyunun bence en keyifli oynandığı platform olan Switch’te elde oynarken bu da dert değil. Yasunori Mitsuda’nın bugün dâhi kulaklara bayram ettiren muazzam müziklerineyse ufak dokunuşlar yapılmış sadece ama o da yetmiş zaten.
Seçimlerimiz bizi nereye götürürse
Eski bir oyun olmasından sebeple burada sizi sürekli hikâyenin aktığı yöne götüren oklar yok ve paralel evrenler arasında geçiş yapabilme özelliğini kazandıktan sonra da oyun neredeyse bir açık dünya macera hissi de vermiyor değil. Ki bu geniş dünyada hiç hesapta yokken karşınıza çıkıp takımınıza ekleyebileceğiniz sürüyle karakter olması ve onlarla olan etkileşimlerin hep öyküye farklı katmanlar ekleyip peşinde olduğunuz Frozen Flame ve baş kötümüz Lynx hakkında bilgi kırıntıları sunması gezip dolaşmayı fazlasıyla değerli kılıyor ki kimlerle tanışıp neler yaptığınıza göre oyunda 12 farklı son alabildiğinizi de hatırlatırım. Hani eski meski ama hala taş gibi bir oyun Chrono Cross ve bunca yıl hiç tanışmadıysanız onun geniş evrenine ve düşündürücü temalarına adım atmak size oldukça farklı bir deneyim yaşatabilir JRYO’lara aşina olmasanız bile.
Başlıklar
Hem kendi içinde hem de bizim dünyamızda zamanların ötesine geçen bir klasik Chrono Cross ve bu yenilenmiş haliyle kendisine bir fırsat vermenizi gayet hak ediyor.
- Özgün dünyası ve geniş, sürükleyici öyküsü
- Bol karakter çeşitliliği
- Savaşlar derin ve stratejik
- Paralel evrenler arasında gezmenin açık dünya hissi vermesi
- Görsellik harika
- Müzikler unutulmaz
- Remaster işlemi gayet başarılı
- Oyunu hızlandıran bazı yenilikler
- Radical Dreamers yan öyküsünün pakete dahil olması
- Her platformda uygun fiyatlandırma
- PC versiyonunda ara videolarda kırılmalar yaşanıyor
- Kontroller birazcık eskimiş
- Hiçbir şekilde görünmeyen eşyalar için her tarafa tıklamak zorunda kalmak
- Yer yer grind istemesi
Ömer'in Chrono Cross'u oynamaması, ben dahil bazılarının hala Vagrant Story oynamamasıyla dengeleniyor gibi, biraz.