Galactus Kimdir?

Pudra şekerli Küt Gezegeni mide yakar mı?

Bir varlığı sadece aç olduğu için "kötü adam" kategorisine koymak doğru mudur? Belgesellerde sevimli ceylanları kovalayan kaplanlar da mı kötüdür? Yoksa iyi ve kötü insanoğlunun bir yerlerinden uydurduğu soyut kavramlar mıdır? Bu sorulara yanıt vermeden Galactus hakkında konuşmak pek de doğru olmaz. 

Altıncı Kozmos sırasında ölümlü bir Taa-an olarak dünyaya gelen Galan kendi evreni sona erdikten sonra özünü evrenle birleştirip bir sonraki döngüye taşımayı başarıyor. İşte bu noktadan sonra da artık insan gibi tavuk dürüm yiyen Galan yerini Galactus, Gezegen Lüpletici'ye bırakıyor. 

İlk 6 Ay Anne Sütü Şart

Taa-an cemaatinin önde gelen bilim kadınlarından Taaia'nın oğlu olan Galan'ın çoğu Marvel delisi gibi genetiğiyle oynanmış bir çocuk olduğunu belirtmek gerek. Anne şefkati ve ilgisinden uzak büyüyen Galan, doğal olarak empati ve vicdan gibi duygulardan yoksun bir çocukluk geçirdi. Hatta onun elçisi olarak bildiğimiz Silver Surfer bu yüzden zamanda yolculuk yapıp bebe Galan'a vicdan ve empati duygularını öğretmeye çalışıyor ki büyüdüğü zaman gezegen yeme konusunda daha seçici davranabilsin. 

Büyüyüp yetişkin olduktan sonra Altıncı Kozmosun sonundan yedinci kozmsun boşluğuna kadar sonsuzlukta savrulan Galactus, gözcülerden Ecce'nin dikkatini çekti. Hatta Ecce Galan'ın giderek büyüyen gücünün farkına varınca kozasında onu ve uzay gemisini yok etmeyi düşündü ancak Watcherların hiçbir şeye karışmama yemini yüzünden bu plan hayata geçmedi. Taa-anlardan kalan son uzay gemilerinden birini kendine büyüme alanı yapan Galactus binlerce yıl boyunca burada kozada kalarak bildiğimiz devasa haline ulaştı ve büyük bir iştahla uyandı. 


Elçiye Zeval Olur

Galactus'un hayat enerjisine olan açlığı büyüdükçe tembellik seviyesi de doğru orantılı bir şekilde yükseliyor. Nasıl bugün bile çok acıkınca soluğu yemek siparişi sitelerinde alıyorsak koskoca Galactus'da market market gezip dişine uygun gezegen bulacak değil. Bundan mütevellit en meşhuru olarak Silver Surfer'ı bildiğimiz Galactus Elçileri hızlı teslimat güvencesiyle ortaya çıkmaya başladı. 

Galactus'un ilk elçisi hakkında çok az bilgiye sahibiz. Adı bile belli değil, lakabi "Fallen One" olan bu arkadaş epey kötü niyetli birisi. Galactus tarafından seçilip olağanüstü güçlerle donatıldıktan sonra Galactus'a savaş açan Fallen One her seferinde bir temiz dayağını yiyip boyunun ölçüsünü alıyordu. Kozmik evrende de belalı bir karakter Fallen arkadaş Star-Lord tarafından da dövülüp hapse atılmıştı. 

Norrin Radd

Galactus diyince akla gelen en önemli isimlerden birisi de şüphesiz Gümüş Sörfçü yani Norrin Radd. Ekmek arası peynir niyetine sigara altlığı aradığı dönemde gözüne Zenn-La gezegenini kestiren Galactus büyük bir iştahla bu medeni ve mutlu gezegeni yemek için rotasını belirlemişti. Aralıklı oruç diyetini aksatmamak için Zenn-La'yı muhakkak yemek zorunda olan Galactus'un karşısına gezegen sakinlerinden Norrin Radd çıktı. Sıkı pazarlıkların ardından Norrin Radd kendisini feda edip, Gümüş Sörfçü olarak Galactus'a başka gezegenler bulma sözü verdi ve intergalaktik anlamda ilk Getir denemesi başlamış oldu. 

Silver Surfer çok uzun yıllar boyunca Galactus'a epey doyurucu gezegenler buldu ve ikili arasında dostluk benzeri bir ilişki meydana geldi. Ta ki Galactus bizim gariban dünyamızdaki Güney Doğu Anadolu Mutfağı'nın kokusunu alana kadar. Misler gibi yemek kokan gezegenimizi milyarlarca ışık yılı öteden bile saptayabilecek bir gurmeliğe sahip Galactus, Norrin'e "bana iki urfa bir adana soğansız olsun" siparişini verdi. 

Silver Surfer tıpkı kendi gezegeni gibi medeni bir hayat süren Dünyamızı Galactus'a yem etmek istemedi. Fantastik Dörtlü ile anlaşıp Ultimate Nullifier'ı kullanmalarını ya da en azından Galactus'u böyle korkutmalarını istedi. Reed Richards dehası da tam olarak burada hayatımıza girdi ve Galacstus tüm kainatı (kendisiyle birlikte) yok edebilecek olan Ultimate Nullifier'ı kendisine teslim etmelerine karşılık dünyayı yemeyeceğine dair bir söz verdi. Ancak Norrin Radd'ın bu ihaneti onu çok etkilemişti. Silver Surfer'ı bir daha asla uzaya çıkamayacak şekilde, dünyaya hapsetti ve yeni elçilerle birlikte yeni gezegenler aramaya devam etti. 

Portakallı Pekin Bilgisi 

Zaman içerisinde bolca Fantastik Dörtlü de dahil olmak üzere çok sayıda kozmik hikayenin ya başrolü ya yan rolü olarak Galactus'u görmeye devam ettik. Ancak yakın zamanlarda bir olay var ki Galactus'u resmen vegan eyleydi. Thor tarafından öldürülen Galactus tekrar dirildi ve fakat bu kez uyandığı zaman gezegenler, hayat enerjisi gibi bir açlık hissetmiyordu. Yeni nesil Galactus bilgiye açtı sevgili Oyungezerler.... EVET BİLGİYE....

Kainatın hatta kainatların (çoklu evrenler olmazsa olmaz) uçsuz bucaksız bilgileriyle karnını doyurmak isteyen Galactus'un bu diyet değişikliğini ben pek sevmedim. Yani misler gibi Adana Urfa varken saman gibi bilgiyle karın doyurmak pek bi tatsız... 

Kıssadan hisse anne şevkatinden uzak, bitmiş bir kozmosun koca göbekli eski gezegen lüpleticisiydi Galactus. Yeni döneminde farklı şeyler denemek istese de ben onu hep sigara altlığı arayan bir insanın açlık siniriyle hatırlayacağım. MCU usulü Galactus nasıl olur bilmem ama bu çizgi romanlarda başlayan "bilgi açlığı" furyası bir noktada MCU usulü kozmik evrene de sirayet edebilir, onu da o zaman değerlendiririz. Şimdilik karnınız yok, sırtınız pek olsun sevgili Oyungezerler bir sonraki yazıda görüşürüz. 

YORUMLAR
Wolflex
23 Haziran 2024 21:27

2-3 bin sene önce yunan mısır hint vs mitolojik hikayeleriyle nasıl o zamanın insanlarını sömürdüler ise şimdi de aynı saçma sapan hikayelerle bu nesli uyutuyorlar. Acı olan ise o zaman cehalet olması şimdi ise bilgili geçinenlerin bu safsataların peşinden koşması. 

Age of Mythology: Retold Hakkında Bildiğimiz Her Şey

Gözümüzün bebeği, 4 Eylül'de bizimle

Age of Mythology: Retold Hakkında Bildiğimiz Her Şey

Ayrılık Sevdaya Dahil – Kayıp ve Ayrılık Temalı Oyunlar

"Kaç gecenin çölüdür bu ayrılık?"

Ayrılık Sevdaya Dahil – Kayıp ve Ayrılık Temalı Oyunlar

Temalı oyunlar serimizde bu sefer de bizleri ayrılığın ve sevilen birini kaybetmenin acısıyla yüzleştiren oyunlardan bir gruba yer verelim dedik. Biraz hüzünlü bir liste olabilir. Ama zaten hayat da öyle değil mi? Gülmek kadar ağlamak da, sevinmek kadar üzülmek de hayatın parçası. Şairin dediği gibi “Ayrılıklar da sevdaya dahil”.

> Ekmek Bulamıyorlarsa Pasta Yesinler – Fransız Devrimi Temalı Oyunlar

Kayıplardan söz edildiğinde akla gelebilecek konulardan birisi “Yasın Evreleri” oluyor haliyle. Psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross, “Yasın Beş Aşaması” ile ilgili çalışmasını 1969 yılında yayınlamıştı. Kübler-Ross, bu çalışmasında ölümcül hastalıklarla karşı karşıya kalan hastaların bu durumla yüzleşme süreçlerini ele alıyordu. Fakat sonraki yıllarda bu yaklaşım sevilen birini kaybetmenin veya ayrılıkların analizinde de kullanılmaya başlandı.

Kübler-Ross; ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrenen hastaların ilk olarak durumu inkâr yoluna gittiklerini, “Bu benim başıma gelmiş olmaz” şeklinde tepkiler verdiklerini söylüyor. Bunun ardından öfke aşamasına geçiliyor ve “Neden ben?” sorusu sorulmaya başlanıyor. Bir sonraki aşama olan pazarlık aşamasındaysa ölümü geciktirme çabaları ön plana çıkıyor. Sonra sahip olunan her şeyi kaybedeceği fikriyle depresyona giriyor bu kişler. Son aşama ise, kabullenme aşaması.

Özetle “İnkâr-Öfke-Pazarlık-Depresyon-Kabul” şeklinde özetlenebilecek bir süreç bu. Hepimizin hayatında böyle dönemler olmuştur veya olacaktır.

Bakalım ayrılıklar ve kayıplar, oyunlarda nasıl çıkmış karşımıza. Buyurun listemize hep beraber göz atalım. Ekleyeceğiniz oyunlar olursa da her zaman olduğu gibi yorumlarınızı bekleriz.

Arise: A Simple Story

Listenin ilk oyunu Arise: A Simple Story. Adının içinde “basit bir hikâye” ifadesinin geçmesi çok da aldatmasın henüz oynamamış olanları. Evet, basit bir oynanışı var, öyle aman aman şeyler yapmıyorsunuz bu oyunda. Bir miktar zaman manipülasyonu vs. Öte yandan tam anlamıyla kalbe işleyebilecek oyunlardan. Ömrünün son demlerindeki kahramanımız, geçmişe bir yolculuk yapıyor. Farklı mekanları ziyaret edip yıllar önce kaybettiğiniz sevdiceğinizle anılarınızı canlandırıyorsunuz. İçinde aşk, ayrılık, acı, kabullenme olan bir yolculuk bu. Tam da yukarıda bahsettiğimiz yasın 5 evresinden sonuncu aşamaya, kabullenme aşamasına karşılık gelen bir oyun olduğunu söylemek mümkün. En azından ben böyle yorumlamıştım oynadığımda. Siz de bu hikâyeye bir şans verin derim.

Last Day of June

Yine yüreklere dokunacak bir hikayeyle karşı karşıyayız. Yapımcısı “sevgi ve kaybetmeye dair etkileşimli bir öykü” olarak tanımlamış Last Day of June’u -ki herhalde en iyi böyle özetlenebilirdi.

Carl ve June’un çıktıkları bir yolculuk ve bunun sonunda yaşanan trajik bir olay konu ediliyor oyunda. Kahramanımızın Carl’ın biricik sevdiceği June ile son gününü tekrar yaşıyoruz. Gün içinde yaşanan olayları aşama aşama tekrar ediyor, farklı şeyler yapıp günün finalini değiştirmeye çalışıyoruz. Tahmin edilebileceği gibi bizleri duygusal bir final bekliyor.

Oyuna dair hoş bir detayı da bir kez daha paylaşmış olayım. Ovosonico'nun kurucusu ve CEO'su Massimo Guarini, oyunu Steven Wilson'ın 'Drive Home' isimli şarkısından esinlenerek tasarlamış -ki Wilson da oyuna katkı sunan isimler arasında yer alıyor. Şarkının klibini izlerseniz, nasıl bir esinlenmeden söz edildiğini daha iyi anlayabilirsiniz.

Brothers: A Tale of Two Sons

Josef Fares, özellikle TGA törenlerindeki coşkulu halleriyle hafızalarda yer etmiş olabilir ama onu esas önemli kılan bizlere sunduğu güzel oyunlar hiç şüphesiz. Birlikte olmak ve birlikte oynamak ile ilgili gayet güzel örnekler sundu bizlere. Brothers: A Tale of Two Sons da bu oyunların ilkiydi diyebiliriz.

Adından da anlaşıldığı üzere iki kardeşin hikayesini anlatıyor bu oyun. Oyunun hemen başında annelerini kaybeden kardeşler, babalarının ağır bir hastalığa yakalanması sonrasında, onu kurtarabilecek “Yaşam Suyu”nu bulmak üzere bir maceraya atılıyorlar. Bu da onları çok farklı coğrafyalara götürüyor, birlikte zorlu engelleri aşıyor, babalarını kurtarabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Brothers: A Tale of Two Sons, güzel bir platform-macera oyunu. Aynı anda 2 kardeşi yönetmek, bulmacaları el birliğiyle çözmek keyif veriyor. Bunun üzerine bir de duygu yüklü, etkileyici bir hikâye eklendiğinde ortaya akıllarda yer edebilecek bir oyun çıkıyor işte. İster 2013 yılında çıkan orijinal oyunu oynayın ister yenilenmiş versiyonunu, yaşattığı his aynı olacak, emin olabilirsiniz.

Hellblade: Senua’s Sacrifice

Sıra listenin esaslı isimlerinden birisine geldi. Hazır devam oyunu da gelmişken, bir vesileyle ilk oyunu bir kez daha anmadan duramadım.

Hellblade: Senua’s Sacrifice, benim için yeri çok ayrı olan oyunlardan. Evet, eleştirilebilecek birçok şey bulabilirsiniz bu oyuna dair. Kimileri oynanış kısmını zayıf bulabilir, kimileri hikâye anlatımını eleştirebilir. Ama bu durum, Hellblade’in en sevdiğim oyunlar arasında yer aldığı gerçeğini değiştirmeyecek. Bu kısmı “Hellblade: Senua’s Sacrifice’ı Neden Çok Sevdim?” yazısına bırakıyor ve kendisinin bu listede bulunma nedenine geçiyorum müsaadenizle :)

Hellblade, Senua adlı bir Kelt kızının yaşadığı büyük bir kaybın ve bu kayıp sonrasında çıktığı yolculuğun hikayesi. Sevdiği adam, bir Viking baskınında öldürülmüş. Senua da intikam peşine düşmüş durumda. Ama biraz eşelediğimizde aslında bunun salt bir intikam yolculuğu olmadığını görüyoruz. Senua’nın psikozuyla yoğrulan bu hikâyede, tam da yasın evrelerine denk düşecek şekilde, inkarın, öfkenin, pazarlığın, depresyonun ve de kabullenmenin izlerini görmemiz mümkün.

Yeri geliyor Dillion’ı kaybettiğine inanmıyor, yeri geliyor onu öldüren Vikinglere karşı muazzam bir öfkeyle dolup taştığını görüyoruz. Tanrılara yakarıyor, Dillion’ı ölümden geri döndürmeye çalışıyor. Kabilesinde Dillion hariç kimsenin kendisini anlamadığını, olduğu gibi kabullenmediğini hatırlayarak hayal kırıklığı yaşıyor, üzülüyor, depresyona giriyor. En sonunda o dağın zirvesine vardığında artık başka bir Senua olduğunu görüyor, geçmişiyle barışıp yeni bir yolculuğa yelken açtığına şahitlik ediyoruz.

Hellblade’i bir de böyle okumak mümkün değil mi, ne dersiniz?

GRIS

Listeyi, beni en çok etkileyen ve yasın evrelerini de en güzel yansıtan oyunlardan birisi olduğunu söyleyebileceğim Gris ile noktalamak istedim.

Gris’i ne kadar beğendiğimi incelemesinde anlatmıştım aslında. O da yetmemiş, sonrasında “Neden Çok Sevdim?” köşemizde misafir etmiştim kendisini. Dolayısıyla, bu oyuna dair düşüncelerimi şimdi uzun uzun tekrar edip sizleri de sıkmak istemem. Dileyenler gidip oralardan okuyabilirler neden bu oyuna bu kadar hayran olduğumu.

Burada bulunmasının nedeniyse kendisini giriş kısmında elimden geldiğince özetlemeye çalıştığım “Yasın Evreleri” kavramının vücut bulduğu, ete-kemiğe büründüğü bir oyun olarak görmem.

Kahramanımız Gris, oyunun hemen başında büyük bir acı / kayıp yaşıyor ve sesini kaybediyor. Sesiyle birlikte rengini de kaybediyor, dünyası siyah-beyaz ya da daha doğrusu gri bir hal alıyor. İşte oyun boyunca yapmaya çalıştığımız şey de her adımda yeni bir renk, yeni bir soluk kazanan Gris’e bu yolculuğunda eşlik etmek aslında. Oyun, başta görsel tasarımı olmak üzere her bir detayıyla Gris’in geçtiği evreleri çok güzel bir şekilde resmediyor. Bizlere de bu eşsiz tecrübenin tadını çıkarmak düşüyor.

Mutlaka oynanması gereken oyunlar listesi hazırlayacak olsam, tereddütsüz bir şekilde o listeye yazacağım oyunlardan Gris. Bugüne kadar oynamamışsanız, ilk fırsatta bir şans verin derim.

Parolamı Unuttum