Darkest Dungeon II - İnceleme

Alev hâlâ yanıyorsa umut var demektir…

Yıkım sonunda seni de buldu. Öğrencim -dostum- hesaplamalarımız doğruydu: Fani denklem gerçekten de dengesiz. Dünya garip ve ürkütücü yeni bir eksende dönüyor ve her yerde… dizginlenemeyen sonuçlar baş gösteriyor. Dünya geçmişteki başarısızlıklarla dolu çorak bir arazidir ve sen bu araziye korkmadan atılmalısın.
Bunu al; bu Umut. Elimizdekilerin sonuncusu. Artık senin.

Bir zamanlar cesurdun, bir kez daha cesur ol. Kendini bu boğucu durgunluktan kurtar, bakışlarını ufka dik ve bir kez daha Kapkaranlık Zindan’ın korkunç gerçeğiyle yüzleş…

Hani bazı oyunlar vardır… İkincisi gelince ilkinin yerini alır, bir daha o ilk göz ağrınızın yüzüne bakmazsınız, çünkü ikincisi aynı tecrübenin çok daha geliştirilmiş ve iyileştirilmiş halidir. Ama kimi oyunlar da vardır ki, her bir halkası apayrı bir tecrübe sunar ve birini diğerinin üzerine koymaya içiniz elvermez. Darkest Dungeon II, ikinci örnekteki gibi bir tecrübe sunuyor işte. İlki çok tuttu diye aynısının biraz daha geliştirilmişini yapmak yerine bambaşka bir tecrübe yaratmak için uğraşmış Red Hook Studios. Ha, Erken Erişim sürecinde oynadığımda başta çok alışamadım DD2’nin bu yeni haline, yalan yok. Ama oyunculardan geri bildirim alma konusunda gayet iyi iş çıkartan ekip, Erken Erişim’i yine verimli kullanıp özünde aynı ama birçok açıdan daha farklı bir oyun yaratmayı başarmış. Yeter ki bunun farklı bir tecrübe olduğunu kabullenip şans vermeye açık olun…

Darkest Dungeon II’nin en büyük farkı artık daha bir “roguelike” kimliği taşıması. İlk oyundaki gibi taşını harcını kendimiz kardığımız bir kasabamız, çeşitli badireler atlatarak güçlendirdiğimiz kahramanlarımız yok bu sefer. Öncekinden bile daha çivisi çıkmış bir dünya, her köşe başında insanın kanını donduran tehditler ve iki gram aklına sahip çıkmaya çalışan sözde “kahramanlar” var. Tabii bir de girişte alıntı yaptığım “Anlatıcı”nın da dediği gibi dünyada kalan son umut kıvılcımını taşıyan bir vagon… Bu vagona sıkıştırdığımız kahramanlarla birlikte deliliğin dağlarına doğru sefere çıkıyoruz. Tekrar ve tekrar ve tekrar…

Her seferinde bizi gölgesinde boğmaya çalışan dağın eteklerine birazcık daha yaklaşıp en nihayetinde sönmekte olan kıvılcımları tekrar harlayan bir alev haline çevirmeyi umarak.

Uzun ince bir yoldayım…

İlk oyunun kasvetli dehlizleri, bitmek bilmeyen klostrofobik zindanlarına kıyasla bu sefer açık havada, yollarda geçiyor seferlerimiz. Her döngüye bir “Confession” yani itiraf imzalayarak başlıyor ve seçtiğimiz 4 karakterle vagonumuza atlayıp en yakın hana kadar hayatta kalmaya çalışıyoruz. İmzaladığımız Confession’a göre bir boss dövüşü bizi en sonda, o meşum dağda bekliyor ama dağa varmadan önce yolda her han nefes alabildiğimiz bir sığınak görevi görüyor. Bu hanlara varana kadar başımıza gelmedik şey kalmıyor tabii. Eşkıyaların önümüzü kesmesinden tutun da, kozmik dehşetlerin pençelerini zavallı ekibimize geçirmeye çalışmasına kadar bin bir türlü badire atlatıyoruz vagon sürmece kısmında. Ama kimi zaman güzel şeyler de oluyor. Yolda üzerinden geçtiğimiz çalı çırpı ve bilimum nesnenin içinden işimize yarayabilecek şeyler buluyoruz her şeyden önce. Hero Shrine’lara denk gelirsek karakterlerimizin geçmişlerindeki olayları öğrendiğimiz mini-bulmacalı sekanslar oynayarak kapalı olan yeteneklerini açmaya başlıyoruz. Böylece bir karakterin hikâyesini ne kadar öğrenirsek o kadar fazla yeteneğine de sahip oluyoruz. (ki başta karakterlerin kimi ikonik yeteneklerinin eksik olmasının sebebi de bu. Sonradan neredeyse tamamına kavuşuyorsunuz)

Bütün bunlar olurken zavallı sivillere yardım etmek (veya etmemek) de bize kalıyor. Verdiğimiz kararlar karakterlerimizin akıl sağlığının yanında birbirleriyle olan ilişkilerini de daha derinden etkiliyor bu sefer. Biraz rastgelelik biraz da bizim iteklememizle hana varıp bir sonraki sefere hazırlanırken ya birbirlerine saygı falan duyuyor, hatta bazen aşk yaşamaya başlıyor ya da iyice kıskanç şekilde hasetle bileniyor, şüpheci şekilde her hareketini sorgular hale geliyorlar. Böyle pozitif ya da negatif bir ilişki başladığında belli yetenekleri kullandığınızda o ikili arasında cereyan eden duyguları doğrudan hissediyorsunuz. Pozitif duygular stres azaltma, buff verme gibi yüzünüzü güldüren şekillerde sonuçlanıyorken negatif duygulara sahip karakterler “O bıçak öyle mi tutulur ya? Geri zekalı, madem yapamıyorsun, bari bırak bilen yapsın!” diye laf atarak daha çok moral bozuyor.

Ha tabii Darkest Dungeon II, selefi gibi yüzlerce saate varabilen tek bir senaryo yerine birkaç saate kadar uzayabilen (ki başlarda çok daha kısa sürecek bunlar) mini-seferlerle ilerlediğinden bu ilişkiler ve sonuçları kalıcı olmuyor. Her yeni seferde, hatta hana ulaştığınızda karakterlerinizin arasındaki dinamikler de değişiyor. Bu bir yandan iyi, çünkü kötü bir sonuç aldığınızda veya üzerine onca emek sarfettiğiniz karakterleri yitirdiğinizde çok da üzülmeden “Ben Candle’larımı toplar, bir sonraki sefere bakarım arkadaş” diye çıkıveriyorsunuz işin içinden. Ama bir yandan da tahmin edeceğiniz üzere kötü, çünkü ilk oyundaki gibi karakterlere yatırım yapıp onlara bağlanma hissi oluşmuyor bir türlü. Biraz boşvermişlik kaplıyor bünyeyi. Ha, umudun yittiği bir dünyaya aykırı değil kesinlikle ama işte…

Mum kokulu umutlar

Her seferin iyi ya da kötü artık bir katkısının olmasının en büyük sebebi mumlar. Yaptığımız her hareket ve her seçim, bir karakterin motivasyonunu gerçekleştirmek, belli bir yolu izlemek, Lair Boss’larını devirmek vesaire, hepsi sefer sonunda umudu temsil eden mumlardan kazanmamızı sağlıyor. Bu yüzden de en kötü giden sefer bile boşa gitmiş hissi vermiyor, sadece “Tüh, bu sefer az mum geldi” diyorsunuz. Peki bu mumlarla ne yapıyoruz? Her şeyi.

Bir sefer biterken ilk iş olarak Altar of Hope’a uğrayarak elimizdeki bütün mumları harcıyoruz. Burası aslında bir nevi DD1’deki “kasaba” alanı gibi. Farklı bölgelerden oluşuyor ve her biri karakterlerinizi ve seferlerinizi kalıcı şekilde güçlendirmeye yönelik. Mesela muhtemelen ilk mumlarınızı Living City’ye yatırmak isteyeceksiniz, çünkü başlangıçtaki Man-at-Arms, Highwayman, Grave Robber ve Plague Doctor’dan oluşan ilk dörtlü dışındaki karakterleri buradan açıyoruz. Aynı zamanda halihazırda açtığımız karakterleri geliştirmek için de durağımız yine burası. The Working Fields, hanlarda ve yolda bulacağımız eşyaları çeşitlendirdiğimiz, vagon geliştirmelerini açtığımız kısım. (Combat Item’ların sınırlı kullanıma sahip olması ama turdan yememesi tatlı olmuş. Sıklıkla kullanın!) The Intrepid Coast, daha kalıcı bonuslar veriyor. Vagon slotunu arttırma, belli mekanlara varınca bonuslar kazanma, yanımıza vagonu değişik şekillerde etkileyen hayvanları açmaca gibi.

Ama uzun vadede en önemli yanlarından birisi The Infernal Flame. Bu meşale bir nevi DD1’da yaptığımız “ışıksız” seferlere benziyor: Bir ton negatif özellikle birlikte geldiği gibi düşmanlar da umudun ışığından çekinmediği için çok daha tehlikeli hal alıyorlar. Ama kazandığımız ödüller de doğru orantılı olarak artıyor. (Bir de bir yerden açmanıza gerek olmayan bunun tam tersi var: The Radiant Flame. O da siz başarısız sefer yaptıkça güçleniyor sürekli. Eğer zorlanıyorsanız gerçekten gidişatı çok değiştirebiliyor)

Başlarken hangi Confession’ı imzalamış olursanız olun, sonunda yolunuz dönüp dolaşıyor hep o dağda sonuçlanıyor. Her bölümün boss’u farklı. Kimi boss’lar biraz fazla dengesiz olduğu ve can sıkabildiği için (Evet, senden bahsediyorum Act 3 boss’u!) oyuncular tarafından topa tutulsa da yapımcı ekip gerektiği yerlerde müdahale edip dövüşleri biraz daha adil hale getirmekten kaçınmıyor. Bu da iyi bir şey, çünkü günün sonunda oyundaki karakterler sinir stres sahibi olsa da bizim oyuncular olarak oyun oynamaktaki amacımız daha çok stres sahibi olmak değil, azıcık kafamızı dağıtmak.

Darkest Dungeon II ilkinden ilginç ve farklı bir yola saptığı için çok eleştirilse de bence kendine has bir oyun haline gelmeyi başarmış Erken Erişim sürecinden bu yana. Ha, Darkest Dungeon 1’den iyidir diyemem çünkü onun da yeri farklı. Ama ikisini de oynadığıma pişman değilim ve biraz farklı bir bakış açısından bakacak olursak birbirinin büyük ölçüde aynısı iki oyun oynamış olmak yerine aynı tada sahip ama farklı tecrübeler sunan iki Darkest Dungeon oyunu olması daha iyi. Sonuçta çikolata yemek güzeldir ama bazen (özellikle de kışın soğuğunda) insanın canı sıcak çikolata da çekiyor, değil mi?

SON KARAR

İlk oyundan bağımsız değerlendirilmeyi hak eden, farklı bir yönde ilerleyerek kendi yolunu açan bir oyun Darkest Dungeon II. Bu mantaliteyle bakmayı başarabilirseniz oynanmayı hak ediyor kesinlikle.

Darkest Dungeon II
Çok İyi
8.5
Artılar
  • Yeni, taze ve daha hızlı bir oynanış sunması…
  • …buna rağmen özünü koruması
  • Her kahraman için farklı özelliklere yoğunlaşma imkanı
  • 2D’deki görselliği 3D’ye inanılmaz güzel taşımış
  • Karakter hikâyeleri başarılı


Eksiler
  • Eldeki fazlalık eşyaları satamamak biraz sinir bozucu
  • Bounty Hunter’ı görebilene aşk olsun…
  • Token sistemi iyice öğrenene kadar biraz kafa karıştırabiliyor
YORUMLAR
Parolamı Unuttum