2012 senesinin sonbaharında çıkan Darksiders 2 beklentinin altında satarak THQ’nun son başarısız debelenmeleri arasına yerleştiğinde, hem serinin hem de spesifik olarak Darksiders 2’nin hak ettiği ilgiyi göremediği görüşündeydim. Oyunun atlattığı ölçek büyütme süreci elbette pürüzlere sahipti ancak aksiyon tarafı God of War kopyası olmanın ötesine gitmeyen ilk oyunun özgün kısımlarını koruyup, standart aksiyon şemasını ekipman sistemiyle birleştirerek seriye çok şey katmıştı. Sonrasını ise biliyorsunuz, THQ battı, oyunun yapımcısı Vigil Games kapandı, Darksiders markasının hakları ise Nordic Games’e satıldı. Serinin fanları olarak aradan beş yıla yakın zaman geçip Darksiders 3 duyurulduğunda, markanın hala nefes aldığına şükredecek haldeydik. Hasret bitiyordu.
6 sene süren ayrılık nihayet bitti, çizgi roman piyasasının doksanlara damgasını vurmuş çizeri Joe Madureira’nın biricik bebeği Darksiders, babasının yokluğunda THQ’nun enkazından kurtulup tekrar karşımıza çıkmayı becerdi. İlk oyunundan beri hem hikayesini hem de Metroidvania formülünü büyük bir başarıyla uygulayışını beğeniyle takip ettiğim seri bu sefer kontrolümüze tek kadın atlı olan Fury’yi bırakıyor. Bir kere daha değiştirdiği ana karakterinin yanında, bir kere daha kendini yenilemeye yeltenen serinin, bunu bileğinin hakkıyla yapıp yapamadığına gelin beraber bakalım.
Kadının Fendi Yine Kadını Yendi?
Darksiders 3’ün hikayesi, ilk oyunda kontrol ettiğimiz War’un oyunun başında Charred Council tarafından esaret altına alındığı dönemde geçiyor. War’un erken başlattığı kıyamet yüzünden yok olmaya yüz tutmuş insan medeniyetinin son neferlerinin hala hayatta kalma savaşı verdiği bir dönemdeyiz. Nihai amacı hak ettiği saygıyı görüp Mahşerin Dört Atlısı’nın liderliğini ele geçirmek olan Fury’nin, bu amaç uğruna kendisine verilen görevi kabul ederek Yedi Ölümcül Günah’ın peşine düşüşünü izliyoruz.
Oyunun senaryosunu eleştirmeye ana karakterden başlamak gerek diye düşünüyorum çünkü senaryonun en büyük artısı Fury. Fury gücünden nispeten daha emin ve buna bağlı olarak da daha kendini beğenmiş, olgunluktan da bir tık uzak bir karakter olarak oyuna başlıyor. Oyunun en başından kudretli ve agresif takılan War’un, ilk sahnesinden paçasından karizma akmaya başlayan Death’in aksine olgunluktan bu şekilde uzak oluşu, kardeşlerine kıyasla kendi oyunun daha büyük bir karakter gelişimi yaşamasına da olanak sağlıyor. Oyunun başındaki Fury ile sonundaki Fury arasında bariz bir fark var. Ancak bu farkın oluşumu sürecinde pek doyamıyorsunuz.
Kötü işleniyor demiyorum, karakter tabansız bir şekilde birdenbire değişmiyor ama Fury’nin değişimini yansıtma aracı görevi görev Fury-Watcher diyalogları biraz daha fazla olsa, oyuncular olarak kendisini daha fazla benimseyebilirdik. Burada bir fırsat kaçırılmış. Macerası daha gaz olan War’un ve kendisiyle çok daha uzun zaman geçirdiğimiz Death’in yanında Fury’yi aynı oranda benimseyemediğimi fark ettim ben kendi adıma. Bunun bir sebebi de diyalogdan diyaloğa koşan önceki oyunların aksine Darksiders 3’ün özellikle ilk yarısında pek az ara sahne bulunmasıydı. Oyundaki ara sahnelerin büyük bir kısmı bölüm sonu canavarlarıyla Fury arasındaki muallak atışmaların ötesinde pek az detaya ev sahipliği yapıyor. Genelde iki Günah arasında pek az şey oluyor hikâyede. Sürüyle yan karakter barındıran ilk iki oyuna kıyasla Darksiders 3’ün dünyası da biraz boş kalıyor haliyle.
Dark Souls Olmak Kolay Değil
Üzerinde en çok durulacak kısım olan oynanışa bakarsak; Darksiders 3’ün amaçladığı artık oyun piyasasında “Soulsborne” olarak anılmaya başlamış olan oynanışı, kendi Metroidvania dinamikleri ile birleştirmek. Bunu eksiksiz bir başarı ile yaptığını ise maalesef söyleyemeyeceğim. Oyunun dövüş mekanikleri yeterli çeşitlilikten yoksun. Oyuna ilk başladığımızda sadece Barbs of Scorn denilen jiletli kırbaca sahibiz. Totalde bunla yapabildiğimiz 4-5 hareket falan var ve eğer oyunda ilerledikçe yeni hareket alırız sanıyorsanız yanılıyorsunuz; ilk oyunda olduğu gibi yeni hareket satın almıyoruz Darksiders 3’te. Bunun yerine hikayedeki önemli figürlerden biri olan King of the Hollows’un bize bahşettiği, toplamda sayıları dört olan Hollow formlarına kavuşuyoruz. Bu formların her biri, yanında bir adet ikincil silah ile geliyor bu silahlarda ikincil saldırı tuşumuza atanıp, repertuvarımıza 3 yeni hareket, bir de büyü ekliyorlar. Hareketlerin hiçbiri kompleks, savaşlara derinlik katan şeyler değil, silahların hepsini ayrı ayrı geliştirmemiz gerektiğinden ve geliştirme materyalleri sınırlı olduğundan bazılarını ister istemez kullanmıyorsunuz ve hiçbiri işlev olarak diğerlerinden kayda değer bir şekilde ayrışmıyor bile. Büyüler dövüşlere bir nebze olsun derinlik katıyor ancak o derinlik de Death’in önceki oyunda sahip olduğu iki farklı beceri ağacındaki pasif ve aktif beceriler ile karşılaştırıldığında biraz sönük kalıyor. Bunun üzerine bir de bu büyülerin yavaş dolmasını eklediğinizde, oyunun zorlaşırken yok yere keyfinden eksilttiğini fark ediyorsunuz.
Aslında dövüş sisteminin sade tutulma sebebi, oyunun Dark Souls benzeri, düşmanların teker teker hareketlerini öğrenip onları savuşturmaya elinizi alıştırdığınız mekanikler barındırması. Ancak Dark Souls’un çok iyi yaptığı bir şey var; zor olmanın yanında adil de olduğunu size hissettirmek. Souls serisi zor olmanın yanında daima, pek çok yerde oyuncuya hatasını telafi etme şansını da sunar. Darksiders 3’te ben işte bunu göremedim maalesef. Arcane Counter denen karşı saldırı hareketi gerçekten kolay kolay yapılamayan ve gerek görünümü gerek tokluğuyla, kullanması oldukça tatmin edici bir özellik. Ancak savuşturma hareketinin ve kimi saldırıların toparlanma süreleri, sözde yılan gibi kıvrak olan Fury için fazla uzun kalıyor. Bunun yanında sıkıntı yaratan bir nokta daha var, o da düşmanların büyük kısmının iki veya üç darbelik kombolarla saldırması ve ilk darbeyi yedikten sonra ikinci ve üçüncülerden kas hafızanız sapıttığı için kaçamamak, kaçmayı bir türlü öğrenememek. Bu duruma bir de çoğu düşmanın hareket başlama animasyonlarının fazla kısa olduğunu ve bu sebeple karşı hamle düşünecek zaman bulamamanızı da ekleyin. O da yetmedi, bir de oyunun düşmana kilitlenme özelliğinin şekil görünsün diye kamerayı aşağı çekmesini ve bu yüzden duvara yaklaşırken fark edemeyip, düşmanlardan kaçmak adına kullanabileceğiniz menzilli bir hareketiniz de olmadığı için yok yere ölmelerinizi ekleyin. Oyunun Dark Souls’a öykünürken yaptığı bu tarz çok fazla “düşüncesizlik” var ve yüksek zorluklarda cidden çok ama çok sinir bozuyorlar. Öte yandan bölüm sonu canavarlarının zorlukları arasında bir denge de yok, kimisi savuşturması sinir bozucu derece kolay ve banal hareketlerde bulunurken, kimisi haksızlık derecesinde güçlü hamleler yapıyor.
İki Adımda Karakter Gelişimi
Oyunun sabit fikirli zorluğunda sinir bozan nokta ise, oynayış tarzına göre durumlarda bir değişim olmaması çünkü oynayış tarzınızı kendiniz seçememeniz. Oyunda karakter gelişiminizi sadece silah hasarı yükselterek ve üç ana istatistiğinizden birini seviye atladığınızda geliştirerek yapıyorsunuz. İkinci oyundaki gibi ekipman ve beceri ağacını kullanarak “Build” kurmak gibi bir durum söz konusu değil. Sağlık, Fiziksel Hasar ve Arcane Hasar arasında seçip yapıp nato kafa nato mermer yolunuza devam ediyorsunuz. Ekipman sistemi ise bu oyunda direkt olarak yok. Darksiders oyunlarının alametifarikası olan Abyssal Armor bile ücretli DLC olarak oyuna sonradan eklenecek. Oyunda karakteri farklı yönlere çekmek adına yapabileceğiniz tek şey, takıldıkları silaha özel ve genel olmak üzere iki farklı pasif bonus veren Enhancement’ları geliştirmek. Ancak bunların arasında da darbe vurdukça iyileşmenizi sağlayan veya savuşturma hareketindeki dokunulmazlık süresini uzatan gibi bariz bir şekilde daha işe yarayanları var. Bu sebeple karakteri farklı geliştirmek biraz teoride mümkün olsa da pratikte hayal oluyor.
Şu haliyle oyunun oynanışında daha iyi yapılması aslında çok zor olmayan sürüyle şey görebiliyorum anlayacağınız üzere ancak oyundaki dövüşleri kesinlikle ve kesinlikle sıkıcı bulmadığımı bilmenizi isterim. Sadece derinlik sahibi bir çeşitliliğe ve karakter geliştirirken seçebileceğimiz birden fazla yola sahip olmasını, yapımcıların Dark Souls’a öykünürken daha yerinde gözlemler yapmalarını dilerdim. Bu dileklerim oyunun sıkıcı olduğu anlamına ise gelmiyor, sadece büyük bir potansiyelin azıcık ucundan harcandığı düşüncesindeyim. Yoksa oyunu oynarken Gluttony denen adi bölüm sonu canavarıyla yaşadığım, anlamsız zorluğu yüzünden gereksiz uzayan takışmalarım dışında sıkıldığım pek olmadı. Oyunu baştan sonra gayet keyif alarak oynadım ve dövüş sisteminin tokluğu benden takdir toplamaya son ana kadar devam etti. Düşman çeşitliliğinin fazlasıyla yeterli olması da işin tuzu biberi oldu tabii. Düşmanlarla ilgili tek sıkıntım, bölüm sonu dövüşlerinin önceki oyunlardaki kadar akılda kalıcı olmaması oldu ama oyunda geçen olayların ölçeğinin yine diğer oyunlara kıyasla ufak kaldığını düşündüğümüzde, bunu anlayışla karşılamak mümkün.
Ben burada bu kadar dövüş mekanikleri hakkında lakırdı ettim ancak Darksiders deyince ilk akla gelmesi gereken şey aslında keşif kısımları. Oyunun önceden görüp, kazandığımız özelliklerle sonradan aşabildiğimiz engellerle nabız gibi atan keşif ritmi, yine Dark Souls’dan iç içe geçmiş bütünleşik, kompakt dünya tasarımı ile birleştiğinde ortaya gerçekten güzel bir karışım çıkmış. Yapımcıların, dünyada gördüğümüz bulmacaların biz çözelim diye oraya konmuş gözükmeyecekleri yönündeki iddiası yüksek oranda doğru. Çevrede daha doğal duran etmenleri kullanarak bulmacaları çözüyoruz artık ancak bulmacaların kendilerinin ne ilk ne de ikinci oyundakiler kadar başarılı olmadıkları ve çok daha kısa sürede çözüldükleri de bir gerçek. Bu yüzden biraz “hafif” kalıyorlar ama edindiğiniz güçler sağ olsun, sonlara doğru güzel kombinasyonlar ile karşılaşıyorsunuz.
(Keşif kısmının gerçekten sinir bozan bir eksisi var ki, o da oyunda at kullanmamamız. Mahşerin Dört Atlısı’nı konu alan bir oyun yapıp, üçüncü oyunda atı çıkarmak, at her ne kadar oyunun haritasında kendine yer bulamayacak bile olsa sinir bozucu.)
Vigil’in kendi geliştirdiği motorun aksine Unreal Engine kullanan oyunun, teknik cephede yeterli olduğunu söylemek mümkün. Grafikler gayet hoş, animasyonlar ise hoştan da öte. Dünya tasarımı çok yüksek bir çeşitliliğe sahip olmasa da görsel cephede oynanışa yansıttığı başarıyı tekrar ediyor. Bunun yanında önceki oyunların görsel havasını büyük bir ustalıkla yeniden yakalamayı da atlamıyor. PC’de deneyimlediğin oyunun performans olarak da gayet istikrarlı olduğunu söyleyebilirim. Gidip şelale altında duş almaya kalkarsanız kare oranının yerlerde süründüğünü görüyorsunuz elbette ancak oyunun performans kaybı genel olarak ekrana yansıyan detayla doğru orantılı artıyor. Oyun Fallout 76 hini optimizasyon özürlüsü bir yapımın ertesinde, karşılığını vermediği oranda bir grafik işleme gücü talep etmiyor ki bu güzel bir şey.
Sesler idare ediyor, müzikler ise maalesef önceki oyunda Jesper Kyd’in bestelediği şaheser parçaların yanına bile yaklaşamıyor. Çoğu zaman varlıklarıyla yokluklarını ayırt edemiyorsunuz.
İyisiyle, kötüsüyle sürekli tekrar ederek harcadığınız zamana acımanızı sağlayacak oyunlardan değil Darksiders 3. Serinin hayranıysanız kesinlikle oynamanızı tavsiye ediyorum ancak indirime girmeden almanızı önermiyorum. Çünkü gayet keyifli saat sunan oyunun, sunduğu içerik miktarı ve prodüksiyon kalitesi göz önünde bulundurulduğunda en büyük problemi fiyat etiketi. AA bütçesine ve ölçeğine sahip olan, ancak ful AAA fiyatına satılıyor çünkü. Eğer 30-40 dolar seviyesinden çıksaymış, çıktığı gibi alınacak bir oyun olabilirmiş ancak serinin devamının gelmesini ne kadar istersem isteyeyim, şu haliyle indirime girmeden almanızı öneremiyorum oyunu. Hele 40-45 saatlik oyun süresine sahip olan Darksiders 2’nin üzerine. Boş vaktinizde ve indirime girdiğinde mutlaka tercih ediniz efendim.
Başlıklar
- Animasyonların tokluğu
- Hikâyenin özellikle sonlara doğru keyifli bir hal alması
- Fury’nin karakter gelişimi
- Keşif faktörünün hala tatlılığından bir şey kaybetmemesi
- Fiyatıyla orantısız prodüksiyon kalitesi
- Matematiği öykündüğü Dark Souls kadar başarılı ve adaletli olmayan dövüş mekanikleri
- Oyunun içeriğinin zengin hissettirmemesi
- Arena moduyla Abyssal Armor’un ek paketlere saklanması
Tebrik ederim, gerçekten müthiş bir inceleme olmuş. Darksiders 2 seviyesine ulaşamadığını düşünüyorum, gerek karakterin kendini Death kadar bize baglayamamasi, gerek dövüş, skill ve eşya sisteminin basite indirgenmesi, gerek Darksiders 2'de yendikten sonra yoğun haz hissettiğimiz kimi müthiş bosslar, gerek de müziklerin ikinci oyuna kıyasla yetersizliği ("Siz müziklerden bahsederken aklıma direkt ikinci oyundan The Guardian müziği geldi, o müzik tek başına 3. Oyundaki tüm müziklere bedel.) 4. oyunda umarım telafi edilir. Sonuç olarak incelemenizin güzelliğini tekrar vurguluyor, ellerinize sağlık diyorum. :)