Sizce en iyisi hangisi?
Devamını okuPathfinder: Wrath of the Righteous - İnceleme
Mümkünse bir dahaki oyuna DM’i değiştirebilir miyiz artık?
Pathfinder'ın ilk oyunu olan Kingmaker'ı oynadıktan sonra ikinci oyunlarını belki çıkışından bir sene sonra oynarım demiştim. Lakin görev çağırınca Wrath of the Righteous karşısında karakter yaratırken buluverdim kendimi. Seri diyorum ama hikâyenin ilk oyunla hiçbir bağlantısı olmadığını baştan söyleyeyim. Aynı dünyada (ve hatta aynı kıtada) geçiyorlar ancak önceki oyunda da gördüğümüz bir iki NPC dışında ne bir referans ne de hikâyeyi etkileyen bir değişiklik var. O yüzden ilk oyunu oynamak zorunda hissetmeyin kendinizi, gerçi RYO fanı iseniz indirimlerden ucuza kapatıp bug’larından arındırılmış haliyle oynamak için fena bir oyun değil.
Aslında Kingmaker'ın üzerine çok şey koymuş Owlcat. Mesela o saçma sapan erzak taşıma zorunluluğunu kaldırmışlar. Hani bir kişilik erzağın 10 kilo tuttuğu ve zindanda 3 kez dinlenmek için 6 kişilik bir takımın 180 kiloyu sırtlanması gereken mekanikten bahsediyorum. Hele ki oyunun bug'ları da işin içine girince insanı deli edecek bir saçmalığa dönüşüyordu. Neyse ki artık yok, haritadaki gereksiz yavaşlama animasyonları da oldukça azaltılmış. Yani genel olarak ana haritada büyük gelişmeler var.
Rastgele rastlaşmalar
Ha, masaüstü RYO oynarken oyuncular biraz da kavga görsün diye yapılan rasgele karşılaşmalar hâlâ devam ediyor ancak eskisine göre daha az. Masaüstünde bir nebze mantıklı olan bu sistem, Pathfinder gibi savaş ağırlıklı bir bilgisayar oyununda oyun süresini gereksiz uzatmaktan başka bir işe yaramıyor. Adeta süre dolsun diye her sahnesinde uzun uzun bakışılan yerli diziler gibi sündükçe sünüyor. 8 saatlik yolda karşıma 2 kez aynı tüccar, 3 tane de düşman grubu çıkıyor. Bunlar Kingmaker’daki kadar saçma sapan olmasalar da (3. seviye karakterlerin karşısına 2 tane devasa hava elementali çıkmıyor mesela artık) yine de tamamen mantıklı olmuyorlar. Yahu sen üstünde dandik deri zırh, elinde düz çelik kılıç olan gariban haydutsun. Neden yanlarında dev bir leoparla gezen 6 kişinin yolunu kesip saldırıyorsun, aklını peynir ekmekle mi yedin? O leopar seni tek başına ekmeksiz yer, ekmek kilo yapıyor.
Leopar demişken, gerçekten de oyunda hayvan yoldaşsız gezmeyin. Düşük seviyelerde çoğu karakterinizden daha iyi dövüşüyorlar. Zira siz 1.seviye halinizle turda tek saldırı yaparken (hatta genellikle onu bile yapamazken) çoğu hayvanat ısır, pençele, pençele diye üç hareket yapıyor. Üstüne bir de düşmanı yere düşürüp yerden kalkarken fırsat saldırısı yemesine sebep oluyor. Grubun Paladini dayak yerken atının herkesi pataklaması gibi şeyler biraz gurur kırıcı olabiliyor ama... yapılacak bir şey yok. At var. Hoov!
Yeter, okçular vakfına çevirdiniz burayı!
Sadece hayvan yoldaşlar değil, oyunda pek çok sınıf oldukça dengesiz ne yazık ki. Mesela büyü kullanıcılarınızın hepsi düşmanın büyü direncini geçmek için Spell Penetration yeteneklerinin tamamını almak zorunda. Aksi takdirde zaten sınırlı sayıda olan büyüleri tamamen boşa gidiyor çünkü düşmanlarınızın çoğu iblis ve hepsinin de büyü direnci var. Hatta sırf büyü direnci değil, çeşitli elementlere de direnç ya da bağışıklıkları var. O yüzden elektrik ya da ateş büyülerine odaklanacaksanız (ki en iyi elemental büyüler de bu ikisinden birine ait oluyor) bir de üstüne “Ascendant Element” mythic yeteneklerini almanız gerek; ya da düşmana zarar vermeyi komple unutup takımınızı buff’lamaya yöneleceksiniz. Bu da büyücülerin başka ilginç yeteneklerle özelleşmesini engelliyor ve hepsini tek bir kalıba sokuyor. Okçular ise bunun tam aksine, attığını vuruyor; çift vurup tek sayıyor. Savaşçılarınızın bir ya da iki saldırı yapabildiği (hatta ağır zırhtan dolayı düşmana ulaşmayı başaramadığı) tek turda okçunuz 4 ok atarak ortalığı temizlerken 60 tanesini sadece 200 altına alabildiğiniz Cold Iron oklar direnç mirenç dinlemiyor. Buff’ların süresini önce 1 dakikadan 1 saate, sonra da 24 saate çıkaran 2 mythic yeteneği alan Cleric’ler kendilerine (ve ileride de takımlarına) ne kadar atak bonusu ve koruma büyüsü varsa hepsini basıyor; uçuyor kaçıyor. E biz bunca sene büyü okuduk, ne olacak şimdi? Okumasaydınız kardeşim, her okuyan hasar verebilecek diye bir şey mi dedik?
İşin iyi tarafı oyunda bir NPC size karakterinizi baştan yaratma fırsatını veriyor. İlk birkaç deneme bedava üstelik; sonrasında bir miktar para bayılmanız gerekiyor. Paladinlikten memnun kalmadınız mı? E siz zaten Magus doğmuşsunuz ayol! Hop diye çorap değiştirir gibi sınıf değiştiriyorsunuz. Hatta ırkınız, isminiz, doğum tarihiniz komple değişebiliyor. Kimse de demiyor “Bu adam elf değil miydi geçen gün?” diye; herkes çok anlayışlı. Oyun içinde herhangi bir açıklama yapmadan bu kadar değişiklik biraz saçma olsa da oynanabilirliği çok arttırdığını kabul etmek lazım. O yüzden kendini baştan yaratan kahramanlara anlayış gösterelim, unutmak istedikleri geçmişi yüzlerine vurmayalım lütfen.
Esas bi cüce vardı burada, ne oldu ona?
Ne yazık ki ana karakterimize gösterilen bu anlayışı ben sevgili yoldaşlarımıza gösteremiyorum. Ne kadar sıkıcısınız arkadaşım siz! Biraz ilginç olun, bir de lütfen adınızı soran herkese hayat hikayenizi anlatmayın yahu! Ben ki Baldur’s Gate NPC’leri ile uzun teolojik tartışmalara girmekten erinmeyip aynı oyunu 5 kez bitirmiş insanım; bu oyundaki duvar gibi yazılar beni bile eritti. Kullanıcı sözleşmesi imzalar gibi “He, he” der geçer oldum. Bana ne senin doğduğun ülkenin on yıllık kalkınma planından kardeş, ordumda ne işin var onu soruyorum.
Anlayacağınız partinize katabildiğiniz yoldaşlarda bir olmamışlık, bir sıkıcılık var. Kötü yazılmış da diyemem ancak biraz tek boyutlular ve kendilerini sevdiremiyorlar. Oyun dünyasını size tanıtmayı da görev bildiklerinden konuştukça konuşuyorlar. Sonra zaten herhangi bir bağım olmayan karakter gelip de "Ben ayrılıyorum gruptan" dediği zaman "Ok, bye!" dememek için kendimi zor tutuyorum. Çünkü gidip de adamın aynısını yaratabilirim bir miktar para karşılığında, bu bir kayıp değil ki?
Yoldaşlar arasında herkese ve her şeye sokacak bir lafı olan Daeran, iblisleri bile dostluk ve kardeşliğe davet edebilecek kadar sevgi dolu Ember, yolda gördüğü düşmanın kafasına ateş topunu yapıştıracağına önce sözlüye kaldıran Nenio vazgeçilmezlerim oldu. Sosiel ve Seelah da kendileri çok derinliği olan karakterler olmasalar da ilginç görev dizilerine sahipler. Geri kalanlarını kuşatma sırasında kaybetsem altı ay sonra nüfus sayımı yaparken aklıma gelirler. Açıkçası ilk oyun tam bir bug kutusu olmasına rağmen yan karakterleri çok daha iyiydi. Hepsi biraz daha canlı hissettiriyordu ve onlara ne olacağını gerçekten de umursamanızı sağlıyorlardı. Hatta krallık yönetiminde aktif rol alıp, görevleri kendi kişiliklerine göre çözmeleri ve kişilikleri değişip geliştikçe bunun krallık işlerine de yansıması ya da çekip gittiklerinde şehrinizin yöneticilerinden birinden mahrum kalması gibi detaylar onlara iyice bağlanmanızı sağlıyordu. Şimdi ise yoldaşlarınız sizinle birlikte kalede bile kalmıyor, sokakta birbirlerinden alakasız yerlerde takılıyorlar ve kendi kişisel görevleri dışında sizinle hiç etkileşime geçmiyorlar. Ha, sadece insan gibi davrandığınız karakter sizinle aşk yaşadığını sanmaya başlayabiliyor bir anda, o yüzden de hiç başlamadığınız bir ilişkiyi bitirmeniz gerekebiliyor. İnternette pek çok kişi de benim kadar şaşırmış bu olaya; demek ki ben mesajı alamıyor değilim. İnsan kendinden şüphe ediyor. Bundan sonra gönül fermanının 3 kopyasını imzalatmadan kimse kimseye âşık olmayacak. Lütfen, burada iblis ordularına karşı sefere çıkıyoruz. Kumandanın ayarlarıyla oynamayın.
Bak Ruşen Amca’nın oğlu Solasta’ya…
Bırakalım oynaşı bir kenara da gelelim oynanışa. Kingmaker’a sonradan gelen sıra tabanlı dövüş sistemi beğenilmiş olacak ki bu kez oyun gerçek zamanlı ve sıra tabanlı modlar arasında geçiş yapabilmenizi sağlayan bir tuş ile gelmiş. Güzel de olmuş doğrusu, oyuncuyu tek bir moda kilitlememek ve arada değişiklik yapabilmesine imkân vermek iyi bir fikir. Ama pratikte ne derece keyifli oluyor derseniz açtırırsınız Pandora’nın kutusunu.
Zira Solasta ile D&D 5E sistemine öyle alışmışım, öyle tatlı gelmiş ki Pathfinder kurallarını boğazlayasım geliyor. Geri dönüp Solasta'nın puanını bi yarım puan yükseltemez miyiz sayın müdürüm? Silah değiştirmenin tüm turunuzu yemesi ya da düşmana yaklaşıp aksiyonunuzu yaptıktan sonra kalan hareket hakkınızı kullanamamak gibi ufak problemler her savaşta karşınıza çıktığında iyice can sıkmaya başlıyor ve bir noktada “Yeter be” diyerek oyunu gerçek zamanlı modda “Taktik maktik yok bambambam!” diye oynamaya itiyor sizi.
Ben sıra tabanlı oynamayı sevdiğimden oyunun ilk bölümünü tamamen o şekilde oynadım. İlk büyük savaşı da sıra tabanlı yaptım ve o kadar uzun sürdü ki grubun mongrel okçusu yaşlanarak öldü o sırada. Elveda Lann, seni unutmayacağız. Şaka yapmıyorum, tam 3 saat sürdü dandik bir savaş. Oynanış süresi bu kadar olmayan oyunlar var yahu, insaf.
Peki biz bu sıra tabanlı dövüşleri ne ara kullanacağız sorusunu soruyor insan ister istemez. Karşınızda az sayıda ve zayıf düşman varsa gerek yok, 6 kişi binin tepesine. Meydan muharebesi yapıyorsanız herkesin sırasını beklemek saatler alıyor; bir yandan mobil oyun da oynuyorsanız mantıklı, değilse sinir krizi geçirebilirsiniz. Eğer ortamda korumanız gereken NPC'ler varsa özenle gidip kendilerini öldürtüyorlar sizin sıranız gelene kadar... O yüzden sıra tabanlı modu sadece dar alanlarda 5-6 güçlü düşmana karşı ya da boss dövüşlerinde kullanmak mantıklı bir hal alıyor. Bu da biraz can sıkıyor.
Oyunun en keyifli savaşları ise ordu savaşları. Heroes of Might & Magic oynadıysanız hiç yabancılık çekmeyeceğiniz bu sıra tabanlı strateji bölümlerinde dünya haritasında geze geze iblis ordularını temizliyor, ele geçirdiğimiz kalelere binalar kurup daha çok asker üretiyoruz. RYO kısmında yaptığımız bazı seçimler ordularımızın nasıl şekilleneceğini belirliyor. STS moduna yapabileceğim tek eleştiri kaleye saldırırken de yolda kavgaya tutuşurken de aynı haritaları kullanıyor olması. Kaleyi savunan tarafın biraz avantajı olsa veya ayrı bir kuşatma mekaniği olsa çok daha keyifli bir hale gelebilirdi. İnanın oyundaki savaşlar sadece bunlardan ibaret olsa da geri kalanında köy kasaba gezip muhabbet etseydik çok daha fazla keyif alırdım.
Sadede gelecek olursak Pathfinder: Wrath of the Righteous çok iyi fikirleri olan fakat uygulamada tökezlemiş bir oyun olmuş. Şu anki haliyle yanlış işlendiği için kıymetini kaybetmiş bir cevher gibi. Keyifli tarafları da yok değil ancak oynanışın geneli bunaltıcı olduğu için oyuncuyu bir aşk-nefret ilişkisine sürüklüyor. Pathfinder’dan babam çıksa oynarım diyenler ve yapacak daha iyi bir işi olmayanlar için tavsiye edebilirim ancak RYO severler için son yıllarda çıkan Tyranny, Pillars of Eternity 1-2, Tides of Numenera ve hatta Wasteland 2-3 gibi alternatifler varken buna sıra zor gelir.
Worldwound fatihi olmak isteyen gençlere öneriler
|
Başlıklar
Dövüş seviyorsanız Solasta oynayın, hikâye seviyorsanız Baldur’s Gate 3’ü bekleyin. Pathfinder: WotR’ı da indirimden yakalarsanız alın, o zamana kadar toplarlanmış olur herhalde.
- Görsellik yine bir harika
- Ordu yönetimi ve STS savaşlar
- İlk oyuna göre çok daha stabil
- Yan karakterler kendilerini sevdiremiyor
- Masaüstü sistemi “uyarlamayıp” direkt aktarmaya çalışıyor
- Sınıflar arası dengesizlik
- Pathfinder’ın sıra tabanlı sistemi eski kalıyor
Oyun hakkında hep olumlu yorumlar okuduktan sonra böyle bir bakış açısı da görmek güzel oldu. Anlatım olarak da on numara inceleme olmuş. Elinize sağlık.