Son iki haftadır sempati beslediğim iki firmanın oyunlarını oynama fırsatı buldum. Bunlardan ilki olan Griftlands beni ne kadar mutlu ettiyse, Port Royale 4 ağzımda bir o kadar ekşi bir tat bıraktı. Korsanları, ticareti, hatta Atlantik Okyanusu’nu seven biri olarak yaşadığım hayal kırıklığını anlatmak için birkaç kelimeden fazlası gerekecek.
Öncelikle her şeyi başa sarmakta fayda var. Port Royale 4’ün arkasında, Tropico ve Railway Empire gibi oyunların yapımcısı Kalypso Media bulunuyor. Uzun süredir sektöre Rise of Industry, Tropico ve bunun gibi pek çok –kendi çapımda “yap, işlet, devret” olarak tanımladığım- simülasyon oyununa sahip. Elbette bu oyunların arasında en dikkat çekeni bugüne kadar hep Tropico oldu. Fakat 2004 yılında çıkış yapan Port Royale 2’den beri bu serinin de kendisine has bir kitlesi olduğunu biliyorum.
Sizleri bilmem fakat ticaret teması beni oldum olası heyecanlandırır. Belki kanımda aymaz bir Siteler esnafı olduğundan ya da paraya olan tutkumdan bu tema sürekli olarak beni kendisine çekmeyi başarıyor. Para barındaki rakamların yavaş yavaş yükselişi, doğru iş tercihleri ve kar edilebilirlik benim oyundaki başarı kıstaslarımdan biri. Hatta tam da bu sebepten ötürü üniversite tercihimi de buna göre yapmışlığım var.
Yani aslında ortada çok sevmek istediğim, fakat hatalarından ve yanlış tercihlerinden ötürü umutlarımı suya düşüren bir oyun bulunuyor.
İyi, Kötü ve Çirkin
Yine de ilk dakikadan sizi kendi melankolik dünyama çekmek istemiyorum. Bu yüzden ilk olarak Port Royale 4’ün doğru yaptığı şeylere göz gezdirmekte fayda var.
İlk olarak oyunun grafik ve tasarım konusunda hiç fena olmadığını söylemem gerek. Aynı şekilde artık gemilerinize, şehirlere ve pek çok bölgeye yakınlaşıp uzaklaşabiliyorsunuz. Şehirlerin içerisinde bir hayat görünmüyor olsa da adım adım geliştirdiğiniz bu bölgelerin görsel anlamda değişimini takip edebilmek oldukça keyifli.
Artı hanesine geçebilecek bir diğer detay da oyunun tarihi tutarlılığı. Fransa, İspanya ve İngiltere’nin koloni evrelerini konu olan bu dönemde istediğimiz tarafın saflarına geçebiliyoruz. Aynı şekilde bazı korsanlar ve generaller de direkt olarak adını tarihe yazdırmış isimlerden oluşuyor. Buna ek olarak konu alınan dönem ve ticaret türü de başlı başına bir artı bana kalırsa.
Fakat sadece iki paragraf ile Port Royale 4’ün iyi yaptığı şeyleri sıralamak mümkün. Geri kalan her şey amiyane tabirle “sıkıcı” kalıyor.
Al Gülüm, Ver Gülüm
Öncelikle oyunun en büyük sorunu olan ticaretten bahsedelim. “Peki ama Mert, konusu ticaret olan bir oyunda bu nasıl olacak?” dediğinizi duyar gibiyim. Bunun cevabı ise çok basit: otomasyon.
Kalypso bu noktada oldukça ilginç bir risk almış. Günümüz oyun dünyasının akıcı ve hızlı oyunlarına ayak uydurmak isteyen ekip, bizleri detaylarla yormamak adına ilginç bir konvot sistemi eklemiş. Bu sistem gerçekten oyunu bir hayli kolay hale getiriyor. Fakat maalesef işin ticaret yanını da ortadan kaldırmış oluyor.
Bildiğiniz gibi bu tip oyunlarda genellikle şehirlerin ihtiyaçları ve ihtiyaç fazlaları bulunur. Oyunun ilk bir saatini geçirdiğiniz tutorial safhasında da bu konunun üzerinde oldukça duruluyor. Örneğin gemilere yüklediğiniz materyallerin tamamını aynı yere satarsanız fiyatlar dibe çakılıyor. Basit bir arz talep mekaniğinden bahsediyoruz yani.
Konvoy sistemi ise tam da bu noktada devreye giriyor. Seçtiğiniz gemilerinizi ekleyerek oluşturduğunuz konvoyun duraklarından tutun, rotasına kadar her şeyi değiştirebiliyorsunuz. Buraya kadar her şey güzel fakat işin içerisine otomatik al/sat sistemi girince ticaretin anlamı ortadan kalkıyor.
Oyunun ilk başında yaklaşık 1 saatinizi harcadığınız tutorial bölümünde karşınıza çıkan bu basit arz/talep sistemini oyun içerisinde neredeyse bir kez kullanmıyorsunuz. Çünkü emir verdiğiniz konvoylar en iyi malzemeleri alarak, en iyi satışları yapıyor. Bu da oyunun ömrünü adeta yarı yarıya kısaltıyor.
Tabii ki isterseniz alım satım yapacağınız malzemeleri de kendiniz seçebiliyorsunuz. Fakat bunu yapmak için bir sebebiniz yok zira oyun içerisinde geçirdiğiniz 6 ayın ardından kendinize yeni gemiler ve çok daha fazla bina yapabiliyorsunuz. Evet, oyun içerisinde bir de şehir inşa etme mekaniği de mevcut fakat ona birazdan değineceğiz.
Örneğin tutorial esnasında gösterilen “rüzgarları takip et” mantığının oyun içerisinde hiçbir yararını görmedim. Mantıken bir şehirdeki materyal kıtlığı bitmeden oraya ulaşabilmek için gemilerinizin rüzgarı arkasına alması gerekiyor. Bu da sadece ticaret yeteneğinizi değil, gemicilik hislerinizi de ön plana çıkarıyor. Fakat oyunun senaryo modunda şahsen bir kez gemilerime özel rota çizdiğimi hatırlamıyorum.
Tropico Royale
Anlam veremediğiniz bu ticaret döngüsü esnasında yapabileceğiniz çok az şey var. Konvoylarınız size para kazandırırken bu parayı yeni gemilere yatırabiliyorsunuz. Ya da isterseniz şehrinizi çok daha güçlü hale getirebilmek adına yeni binalar dikebiliyorsunuz.
Diyelim elinizde çok fazla pamuk tarlası mevcut. Pamuğun size getirisi oldukça düşük olsa da bu pamuğu işleyip kumaş haline getiren tesisleri inşa ederseniz, katma değeri çok daha yüksek ürünler üretebiliyorsunuz. Temelinde kulağa oldukça hoş gelen bu sistem, ilerleyen zamanlarda sürekli para akışınız olduğu için tüm anlamını yitiriyor.
Otomatik konvoy sistemi yüzünden anlamını yitiren bir diğer mekanik ise şehirleşme sistemi. Örneğin üretim tesislerini insanların oturduğu noktaların yanına yaparsanız mutsuzluk artıyor ve genel üretiminiz düşüyor. Veya kumaş atölyenizi pamuk tarlalarına yakın bir yere yerleştirdiğinizde genel verimlilik tavana vuruyor. Yani bu noktada gerçekten altı dolu bir sistem tasarlanmış.
Fakat bahsettiğim gibi, bu otomatik konvoy işi oyunun yaptığı tüm iyi şeylerin üstüne çizgi çekiyor.
Altıgenlerin Savaşı
Otomatik konvoyların müdahale edememesine rağmen kötü olan tek bir sistem var ki o da hayatımda gördüğüm en ilginç deniz savaşlarına sebep olan combat sistemi. Öncelikle şunu belirteyim, savaşa girmek için kaptanlara ihtiyaç duyuyorsunuz. Her kaptanın kendi puanı var –ki bu sayede çeşitli yetenekler açabiliyorsunuz. Fakat bu kadar zahmete rağmen sizleri altıgen bir savaş alanı karşılıyor.
Beni yanlış anlamayın, sıra tabanlı savaş mekaniğini severim. Fakat Port Royale 4’teki bu sistem hayatımda gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor. Gemilerinizi bu haritada hareket ettirerek iki kez rakibinize saldırabiliyorsunuz. Sıranızı bitirdiğinizde sıra rakibinizin hamlesine geliyor.
Düşmanlarınıza saldırı seçenekleriniz oldukça sınırlı. Port Royale 4 bu konuda oldukça cimri davranarak elinize üç farklı silah vermiş. Bunlardan ilkinde standart top atışları yaparak gemiye hasar veriyorsunuz. İkincisinde direkt olarak mürettebata saldırarak rakibinizin gemideki adam sayısını azaltıyorsunuz. Bu da bizi üçüncü ve son seçeneğimiz olan “boarding” yani gemiye çıkma seçeneğine getiriyor.
Bu “boarding” aksiyonu kulağa hoş geliyor olsa da size neredeyse hiçbir şey sağlamıyor. Ele geçirilen gemi, ele geçiren gemi patlamadığı sürece kullanılamaz hale geliyor. Eğer saldırınız başarısız olursa ise kendi geminiz bir el boyunca kilitli kalıyor.
Haliyle bu savaşlar için ne strateji kurmanıza, ne de plan yapmanıza gerek yok. Geminiz rakiplerinizden güçlü ise bir şekilde savaşı kazanıyorsunuz zaten. Hele ki oyunda, hayatınızda görebileceğiniz en ilginç yapay zekalardan biri var. Bu yapa zekanın gemilerini haritanın dışına çıkararak size saldırma gibi bir huyu var ki birkaç kez söylenerek oyunu kapatmama sebep oldu.
Son Çağrı
Açıkçası Port Royale 4, beklentilerimin de altında kalarak benim için yılın en büyük hayal kırıklıklarından biri oldu. Cep yakan fiyatı ve çok kısa sürede tekrara giren oynanışı ile son dönemlerde yazdığım incelemeler arasındaki en düşük notu burun farkıyla alıyor.
Başlıklar
Bu gemi bu limandan ayrılalı yıllar olmuş.
- Tarihi tutarlılık
- Eğlenceli bir şehirleşme sistemi
- Otomasyon ticaret
- Kendini tekrar eden oynanış
- Çağdışı savaş sistemi