The Outer Worlds - İnceleme

Köklere dönüş

Rol yapma oyunlarıyla 20 yıllık (hayatımın ilk 5 yılını saymaya pek de gerek duymuyorum) oyunculuk hayatımın çoğu yerinde karşılaştım. Morrowind, Knights of the Republic’ler, Fallout: New Vegas ve Mass Effect’in ilk iki oyunu dışında da The Witcher 3’ü sürekli yarım bırakma hastalığım ve Skyrim’i 6 saat oynamışlığım var ve batı RYO’larıyla alakam bu kadar diyebilirim. Çok fazla klasik RYO’lara da girişmek istedim ama olmadı. Japon abilerimizin RYO anlayışı bana daha ilgi çekici geldi bundan 5-6 yıl önce ve öyle de devam ettim. The Outer Worlds’e kadardı bu tabii.

The Outer Worlds’e de en başta büyük bir heyecanım yoktu aslında. Oynadığım batı RYO’larının ikisini (KotOR II ve Fallout New Vegas) yapan Obsidian’ın yapması ilgimi çekti ama o kadar yani. Son bir ayda da nedense içimde durduk yere patlayan bir “BATI RYO’SU ATIN ÜSTÜME!” aşkı geldi ve The Outer Worlds’ü daha detaylı bir şekilde araştırdım, göz altına aldım. Tam aradığım şeye benziyordu. Borderlands gibi eğlenceli oynanış ve loot ama rol yapmaya da daha odaklı bir oyun gibi duruyordu The Outer Worlds.

Fakat yanılmışım. The Outer Worlds bundan çok daha fazlasıymış.

Uzay... Ve Kapitalizm!

Şu paragrafı bilmiyorum artık kaçıncı silişim, çünkü oyunda bahsetmek istediğim çok fazla şey var ve ilk önce hangisinden, nasıl bahsetsem bilemiyorum. O yüzden çoğunuzun duymak istediği bir şeyi söyleyerek başlayayım: Tuhaf bir benzetme olabilir fakat bence nasıl Lost Odyssey, Final Fantasy X’un ruhani devam oyunuysa, The Outer Worlds de Fallout: New Vegas’ın ruhani devam oyunu. Ve tıpkı Lost Odyssey gibi The Outer Worlds de bu formülü hem fazla bozmamaya çalışmış, hem de oyuncuyu yeni bir oyun oynuyormuş gibi hissettirmeyi başarabilmiş.

Edgewater ile işimiz ilk anda bitmiyor, sonrası da var

Eğer daha önce Fallout 3 ya da New Vegas oynadıysanız, The Outer Worlds’e alışabilmek sizin için çok daha rahat olacaktır. Çünkü dedim ya, temelinde bir Fallout oyunu gibi. Özellikle diyaloglar ve işleyişleri direkt olarak Fallout: New Vegas’dan gelmiş. Bu yüzden de her ne kadar oyunun çatışma mekanikleri harika hissettiriyor olsa da insan ister istemez diyaloglarla her görevi halletmek istiyor, çünkü ortaya çıkan sonuçlar hem daha eğlenceli, hem de (özellikle Normal’in üstü zorluklarda) oyunu çok rahatlatıyor.

Oyunun bulunduğu evren de o diyalogları duymak isteyebileceğiniz kadar ilgi çekici. Obsidian, Ken Levine’in Bioshock oyunlarında oluşturduğu o 50’lerin reklam müziklerini, görsel tasarım stilini alıp bayağı post-uzay kolonyal evrene koymuş ve gayet ilgi çekici bir atmosfer ortaya çıkmış. Her yerde artık bir süre sonra duymaya alışacağınız Spacer’s Choice, Auntie Cleo gibi markaların reklamları olsun, bazı mekânların tasarımı olsun, menü tasarımına kadar bu havayı veriyor oyun size. Bir Bioshock kadar başarılı veriyor mu sorusu tabii ki tartışmaya açık, fakat dediğim gibi evren size güzel sunuluyor ve diyaloglarla o evreni daha fazla öğrenmeye çalışıyorken kendinizi bulabiliyorsunuz.

The Outer Worlds çeşit çeşit mekanıyla çıkıyor karşımıza...

Diyaloglar üstünde daha kaç paragraf konuşabilirim emin değilim ama son olarak bahsetmek istediğim şey bu diyalogların en öne çıktığı kısım yanınıza aldığınız Companion’larda ortaya çıkıyor. Hepsi özenle yazılmış, kendilerine özel kişilikleri, tavırları ve hatta görevleri olan, bayağı bayağı bağlanabileceğiniz karakterler. Hatta bazı görevleri yaparken bir karar verirseniz araya atlayabiliyorlar ya da diğer karakterle diyalogunuz bittiğinde dönüp onlarla konuşursanız kendi fikirlerini verebiliyorlar. Ara sıra her karakterin kendilerine özel yan görevlerine kaptırmış gidiyorken buluyordum kendimi ben. En başta soğuk bakmama rağmen Parvati’nin arasını bile yaptım sevdiğiyle, gidip içtik barda, dertleştik. Böyle yan görevlerde bile dönen diyaloglar çok iyi.

Parvati herhalde en çok sevilen, en renkli bulunan yol arkadaşı oldu macera boyunca

Markalara da biraz önce üstünkörü değindim ama üstünde biraz daha konuşmak lazım, çünkü The Outer Worlds’ün hikâyesi aslında bunların etrafında dönüyor desem pek de yanlış olmaz. Ana karakterimiz yıllar önce kaybolan, Hope adında bir koloni gemisindeki dondurulmuş ve kolonileştirmeye gönderilmiş, elle seçilmiş insanlardan biri. Phineas Welles adındaki suçlu ama aynı zamanda da bir bilim insanı olan amcamız gemiyi buluyor ve Halycon’un son umudu olarak bizi uyandırmayı başarabiliyor. Bizim de asıl amaçlarımızdan biri Halycon’daki bu markaların baskısı altındaki gezegenlere gidip tek tek kurtarmaya çalışırken, bir yandan da bizimle birlikte dondurulmuş ve elle seçilmiş insanları kurtarmak. Tabii elimizdeki oyunun bir RYO olduğunu düşünürsek her şey size kalmış. Çoğu RYO’dan alışkın olduğumuz “Faction” mantığı da bu markalar ve gezegenler etrafında dönüyor. Her markayla ya da toplulukla aranızı iyi tutacak şeyler yaparsanız, genellikle her mekânın satıcısından indirimli olarak alışveriş yapabiliyor ya da yeni alınacak şeyler açabiliyorsunuz. Aranızı kötü tutmanız da iyi tutmanızı etkilemiyor, çünkü ikisinin sayaçları ayrı. Yani bir yandan Spacer’s Choice sizi “dost” olarak görebilir, ama bir yandan da gıcık edebilirsiniz. Böyle ufak detaylar The Outer Worlds’ü eğlenceli kılıyor.

Vakit nakittir

The Outer Worlds’ün bolca gördüğüm en büyük eleştiri noktası çok kısa olması. Oyun 30-40 saatlik bir oynanış süresine sahip ve evet, bir RYO’ya göre kısa görülebilir The Witcher 3’leri, Skyrim’leri, Fallout: New Vegas’ları gördükten sonra. Fakat ben bunu bir eksi değil, hatta artı olarak görüyorum. Hatta oyunun genel olarak en büyük artılarından biri genel olarak vaktinizi harcamaması diyebilirim gönül rahatlığıyla. Oyun sektörü gibi artık seri üretime geçmiş, neredeyse her ay almak istediğiniz oyunların çıktığı bir dönemde The Outer Worlds 30-40 saatlik gibi RYO için kısa bir süreyle size sunabileceği çoğu şeyi sunuyor hikâye ve görev anlamında. Saydığım üç büyük örnek dışında şu an sektördeki çoğu oyunun oynanış süresini uzatmak için benzer görevleri beş yüz defa koyduğunu düşünürsek, The Outer Worlds bu sürede gerçekten farklı şekillerde oynayabileceğiniz görevler sunarak işini başarılı bir şekilde yapıyor.

E9ixWs.png

Oyun zaten tam olarak bu anlayış üstüne kurulmuş. Sadece görev ve yan görev olarak değil, her konuda. Mesela diyelim kilitli bir kapıyı mı açacaksınız? Eğer lazımsa ve üstünüzde yeteri kadar maymuncuk varsa ve “Lockpick” yetenek puanınız da yeterliyse bir tuşa basılı tutarak gösterdiği süre içerisinde açabiliyorsunuz. Ya da bir şeyi hacklemek istediğinizde de aynı şey geçerli. Bunları her yapmak istediğinizde sırf süreyi uzatmak için eklenen mini oyunlar yok. Evet, özellikle RYO’larda bunlar oyuncuyu daha fazla rol yapıyormuş gibi hissettirebilir ancak bir süre sonra sırf süreyi uzatmak için yapılmış şeyler gibi hissettiriyorlardı bana. Ayrıca böyle basit mini oyunlar çoğu oyuncu için çocuk oyuncağı gibi görünse de, bazıları için zorlaştıran, vakit kaybettiren şeyler. Bunun gibi ufak ama asıl oyun mekaniğini bozmayan şeyler oyunları daha fazla insana açıyor bence.

Ama “oyun herkese açık olsun” diye de bazı şeyler çok kolaylaştırılmış, “Normal” zorluk seviyesinin aşırı kolay olması gibi. Ve benim de en büyük eleştiri noktam bu kısmı. Ben Normal’de oynadım ve inanın gereğinden fazla iyileştirme ekipmanı, zırh, mod, silah, artık Allah ne verdiyse birikti elimde. Bunun sayesinde (ya da yüzünden, nasıl bakıyorsanız artık) de oyunda para sıkıntısı da çekmedim hiç, çünkü gidip elimde birikenleri satıyordum. E bundan dolayı da elimdeki ekipmanı da daha iyisini bulana kadar değiştirme zorunluluğu hissetmedim, çünkü elimin altında tamir edebilmek için yeteri kadar para, para olmasa da silah ve zırh parçası vardı. Oyunu daha düzgün bir şekilde tecrübe etmek istiyorsanız en azından “Hard”da oynamanızı öneririm. Ha, baktınız o da yetmedi, Obsidian sizin gibileri de düşünerek oyuna “Supernova” diye bir zorluk seviyesi eklemiş ve oyunu gerçekten inanılmaz zorlayıcı yapıyor. Otomatik kayıtın sınırlandırılması, Companion’ların kalıcı olarak ölebilmesi, sadece uzay geminizde yatabilmeniz ve daha bir sürü sınırlandırıcı ve zorlaştırıcı özelliğe sahip bu zorluk seviyesi. Evet, oyunu neredeyse her türde oyuncuyu tatmin edebilecek bir zorluk seviyesi olması gerçekten iyi ama “Normal” zorluğun çoğu oyundaki “Easy”ye denk gelmesine bozulduğumu belirtmek lazım.

Unreliable belki çok karizmatik bir gemi değil, ama yolculuğumuz boyunca tek aracımız o

Zorluk dışında başka bir eleştirebileceğim nokta da oyunun menü ve envanter sisteminin düzensiz oluşu. Özellikle konsolda oynuyorsanız menüler arasında geçiş yaparken takılmalarla karşılaşmanız olası. Ara sıra hangi menü nerede diye unuttuğum oldu, konsolda oynadığımdan altyazılar ve menü yazıları bayağı küçük kaldı (ama ben bu incelemeyi yazarken ona bir güncelleme geliyormuş diye gördüm). Böyle menüyle sürekli içli dışlı olduğunuz, sürekli bir şeyleri kontrol etmeniz gerekebilecek bir oyunda bayağı önemli bir sıkıntı, umarım The Witcher 3’te olduğu gibi The Outer Worlds’de de menü ve envanteri toparlayabilecek bir güncelleme görebiliriz ilerleyen günlerde.

Ufaktan toparlamaya başlarken incelemenin “teknik” kısmına da değinmek lazım biraz. Oyunu ben Xbox One X’te oynadım ve ardından PC’de de test etmek için ilk birkaç saatini denedim Game Pass sağolsun. Xbox One X’te görsellik harika, bir iki yerde teklemeler dışında gayet stabil bir 30fps performans verebiliyor oyun, ama gözler ister istemez 60fps seçeneğini de aramadı değil. The Witcher 3’ün Xbox One X güncellemesi beni biraz şımartmış olabilir, her oyuna “Kardeşim The Witcher 3 Xbox One X’de 60fps çalışıyor, bu da çalışır!” diye bağırıyorum artık. Ama gördüğüm kadarıyla da oyun konsollar arasında en iyi performansı Xbox One X’te veriyor. PC’de de durumlar biraz değişik. Bazı insanlardan oyunda performans sıkıntıları yaşadığını duyuyorum ama çoğu kendi araştırmamda da oyunun optimizasyon konusunda gayet iyi olduğuna dair şeyler görüyorum. Bununla birlikte oyunun sunduğu görsellik fena olmamasına rağmen piyasadaki en harika görünen oyun değil ve bazı ekran kartlarındaki performansı biraz şaşırtıcı.

E9iujb.png

Ses kategorisine baktığımdaysa herhangi bir sıkıntı görebilmiş değilim. Halcyon’da geçirdiğim vakit boyunca arkadan gelen müzikler mutlu etti, atmosfere soktu bir Bioshock kadar olmasa da. Seslendirme olayına zaten diyaloglarda az biraz değindim ama seslendirmeler de gerçekten çok başarılı. Her karakterin performansı gerçekten her birine yakışmış. Ama dürüst olmak gerekirse S.A.M. adlı robot companiondan öyle bir ses beklemiyordum. Alışmam biraz uzun sürdü.

See you, Space Cowboy

The Outer Worlds’ü çok kısa bir cümleyle özet geçmem gerekirse, o kesinlikle “Kaliteli ama çok da güvenli” olurdu. Tekrar incelemenin başını hatırlatacağım ama The Outer Worlds bana aşırı derecede Lost Odyssey’yi anımsatıyor. Evet, gerçekten inanılmaz bir tecrübeydi benim için bu iki oyun da, hatta şimdilik kendi türlerinde favorilerim bile diyebilirim. Ama bu iki oyun da aşırı güvenli oynayan oyunlar. Ellerindeki formülü fazla kurcalamamışlar, o türün bilindik hatta belki de klişe olarak gelecek özelliklerinden gitmişler ama bir yandan da oyuncuların “E ben bu oyunu daha önce de oynadım” dememelerini sağlayabilmek için araya ufak yenilikler sıkıştırıp, değişiklikler yapmışlar. Bu yaklaşımı olumlu ya da olumsuz olarak görmek de çok haklı bir şekilde sizin elinizde. Ha, bana soracak olursanız da vereceğim cevap çok kısa ve basit olacak: Lost Odyssey şu an en çok sevdiğim JRYO’lardan biri :)

SON KARAR

Fallout: New Vegas, Bioshock ve Mass Effect birleşmiş, ortaya The Outer Worlds çıkmış. Batı RYO’larının en temiz, en güvenli gidilmiş ve neredeyse mükemmelleştirilmiş hali olmuş sonuç olarak.

The Outer Worlds
Çok İyi
8.5
Artılar
  • Evreni harika tasarlanmış ve kurulmuş

  • Diyaloglar ve karakterler çok iyi yazılmış

  • Çatışma mekanikleri çok iyi

  • Keşfetmeyi ödüllendiriyor olması mutlu edici

  • Zamanınızı boşa harcamıyor

Eksiler
  • “Normal” zorluğu aşırı kolay

  • Menüler, özellikle envanter çok karışık

YORUMLAR
sSnake
12 Kasım 2019 09:41

Girl Power olayını dengesiz ve aşırı dayatmaları dışında enfes bir oyundu.

SevişenBoğa
10 Kasım 2019 13:32

Kamera açısı FPS mi? O_o

waltran
SevişenBoğa
11 Kasım 2019 20:02

FPS


Mehmet
10 Kasım 2019 04:47

inceleme icin elinize sağlık. bu yıl en beklediğim oyun oldugundan dolayı Oyungezer incelemesi benim icin cok önemliydi. Bu ayın dergisine de inceleme yetişti mi acaba, henüz almadım meraktayım

agunZagun
Mehmet
10 Kasım 2019 11:53

Yetişti, hatta batı RYO'larına benden daha fazla hakim olan Can Arabacı yazdı dergiye :)

Mehmet
agunZagun
10 Kasım 2019 23:26

bende hakimim ama yazamıyorum :) teşekkürler hocam


GwynBleidd
9 Kasım 2019 15:20

İncelemeyi çok beğendim. Elinize sağlık. Böyle başka oyunlarla karşılaştırmalı incelemeler, oyunun kafada daha bir oturmasını sağlıyor. Ancak o sondaki cümlenin konuyla ne alakasının olduğunu anlamış değilim :)

agunZagun
GwynBleidd
9 Kasım 2019 15:27

Merhaba, inceleme sahibi geldi =PTeşekkürler öncelikle. Sondaki cümleyi de Lost Odyssey ile The Outer Worlds'ü benzetmemle düşünürsen daha mantıklı gelecektir =D Lost Odyssey de aynı mantalitede yapılmış bir oyun ve en sevdiğim JRYO'lardan oldu. The Outer Worlds için de aynısı geçerli.

agunZagun
agunZagun
9 Kasım 2019 22:56

[Bu yorum kullanıcı tarafından silinmiştir]

E-VrL
agunZagun
9 Kasım 2019 20:00

Ellerine sağlık patron. Bu arada ufak karışıklık için de pardon; aceleyle girince incelemenin sahibini girmeyi unutmuşum:)

GwynBleidd
agunZagun
9 Kasım 2019 18:28

Eh... Bunu anlamamış olmam utandırdı :D


Parolamı Unuttum