Twelve Minutes - İnceleme

Hiçbir şey göründüğü gibi değil

“Sonbahar; hava her zamanki gibi iğrenç. İşten çıkmış otobüse doğru yollanırken yağan yağmur sizi inatla ıslatmaya devam ediyor. Günün kalanında güzel bir şeyler olmayacağından emin olmanızı istermişçesine gök gürlüyor, şimşekler çakıyor. Apartmana vardığınızdaysa tüm o kasvet dağılıyor, eve yaklaşmanın verdiği güven duygusu ve eşinizi görecek olmanın sevinciyle gevşiyorsunuz. Komşular sessiz, her şey dışarıdaki manzarayla -iyi anlamda- taban tabana zıt. Anahtarı unutmuşsunuz ama karınız onu kapının yanındaki saksıya saklamış zaten, usulca giriyorsunuz eve. Kendisi banyoda, ama yanınıza gelip bir öpücük kondurması uzun sürmüyor. “Sürpriz yaptım sana” diyor. Birlikte masaya oturuyorsunuz. Işıkları kapıyor, radyoyu açıyor. Tatlı bir müzik odayı turlarken, en sevdiğiniz kekinden bir dilim alıp önünüze koyuyor. “Hamileyim, bir çocuğumuz olacak” diye de müjdeyi veriyor. Mutluluktan başınız dönüyor sanki, kendinize geldiğinizde eşinizin kollarında, usulca dans ettiğinizi fark ediyorsunuz. Her şey bir rüya gibi, kekin tadı, ufak ailenizin en yeni üyesi ve dansın sevecenliği… Ama o da ne? Pattadanak kapı çalıyor. Siz daha ne olduğunu anlayamadan, polis olduğunu söyleyen bir adam sert bir şekilde içeri giriyor, ikinizi de kelepçeleyip yere yatırıyor. Siz ne olduğunu sormaya çalışırken adam yanınıza geliyor ve her şey kararıyor. Demek buraya kadarmış… Derken hop, tekrar en başa dönüyorsunuz, kapıdan içeri girdiğiniz ilk ana.”

12 Minutes’ın izlediğim ilk fragmanı aşağı yukarı böyle bir şeydi. Sonrasında eşimize olayları anlatmaya çalışmamız falan da vardı ama uzatmayayım şimdi. Her hâlükârda etkileyici bir mizansen ve oyunun ele aldığı konsept ve bunu yapma şekli oldukça sıra dışı duruyordu. Hal böyle olunca bu sene boyunca en çok merak ettiğim yapımlardan biri oldu çıktı bu ufak tefek oyun. Peki beklediğime değdi mi? Bu soruya çok klişe ve politik bir cevap vermek zorundayım: Hem evet hem de hayır. Evet, çünkü gerçekten çizgi dışı bir oynanışa sahip, ilginç şekilde sürükleyici, insanın Credits ekranını görene kadar kafasında milyon tane tilkiye yol veren ve pek çok açıdan ilmek ilmek işlenmiş bir oyun buldum. Hayır, çünkü tam anlamıyla klasik olabilecekken birtakım tasarım tercihleri ve kısıtlamalarla direkten dönmüş bir oyun bu. Ve belki de sırf bu kısıtlar ve tercihler yüzünden ciddi bir oyuncu kitlesi kendisine dudak kıvıracak, hatta daha da kötüsü oyunu deneyimlemekten vazgeçecek. Gelin şimdi bu on iki dakikalık beyin akıtan döngü silsilesinin birazcık daha detayına inelim.

Try again. Fail again. Fail better.

"Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Yine dene. Yine yenil. Daha iyi yenil." Samuel Beckett’in çokça alıntılanan bu vecizesi aslında 12 Minutes’ın oynanışını özetliyor diyebiliriz. Gene yakın zamanda Boss Level’ı izlerken bu fikir aklıma düşmüştü: Tüm oyunlar aynı zaman döngüsüne sıkışıp kalmak gibi bir bakıma. Mesela Souls serisi. Ama takdir edersiniz ki bunu hikâyeye yedirmek farklı bir ambalaj, farklı bir heyecan. Özellikle oyunun ilk saatleri bu ambalaj fazlasıyla ışıldıyor; farklı şeyler denemek, üstelik bunları tıkla-ilerle macera oyunları mantığıyla yapmak, ne bileyim envanterimizdeki farklı şeyleri birleştirmek falan epey keyifli ve insana o döngüde sıkışmışlık hissini bir noktaya kadar gayet iyi veriyor. Zaten içinde bulunduğunuz mekân taş çatlasın altmış metrekarelik bir daire olduğundan denenebilecek farklı şeyleri bulmak o kadar da vakit almıyor, ki etkileşebileceğimiz objeler sayıca öyle çok da fazla değiller. Mesela bu sefer şunu yapayım dediğiniz şey, döngüyü epey kanlı bir şekilde bitirme ihtimali olan bir strateji de olsa size hikâyeye dair önemli bilgiler verebiliyor ve bir dahaki döngüde bunları kullanabiliyorsunuz. Bu şekilde adeta bir matruşka bebek gibi, insanı açıldıkça başka bebeklerle karşılaştırır gibi soyuyor hikâye kendisini. Ama burada bir süre sonra bazı sorunlar boy göstermeye başlıyor maalesef.  

İlki her döngüde diyalogların tekrarlanması meselesi. “E olm zaten sürekli aynı on iki dakikayı yaşamıyor muyuz (aslında on dakika da, neyse), neden şikâyet ediyorsun?” dediğinizi duyar gibiyim. Tam olarak öyle değil. Şöyle düşünün, aynı on iki dakikayı yirminciye yaşadığınızda, karınız sizi yirmi birinciye öperken tıpatıp bir önceki seferki tepkiyi mi verirsiniz? Hani aynı tonlamayla, noktasına virgülüne kadar aynı bir cümleyi mi kurarsınız gerçekten? Maalesef döngüye yeni eklenen seçenekler dışında tüm eski diyalogları söyleyebiliyorsunuz, hatta bazılarını oyunda ilerleyebilmek için tekrar tekrar söylemek zorundasınız. Eh tamamen bu da döngünün gerçekçiliğine (?!), o demin bahsettiğim ışıldayan ambalajın büyüsüne ciddi anlamda zarar veriyor. Biliyorsunuz oyunun çıkmadan önce en çok pazarladığı şeylerden biri de adeta bir yıldızlar geçidi olan seslendirme kadrosuydu. Açıkçası James McAvoy ve Daisy Ridley’i oyuncu olarak ne kadar takdir etsem de burada gerçekten etkileyici bir iş çıkardığını düşündüğüm tek kişi Willem Dafoe. Eh performanslar meh olunca da insan keşke parayı buna harcayacaklarına Hades’teki gibi bir diyalog sistemi yapmaya çabalasalardı diye hayıflanmadan edemiyor. O zaman hakikaten efsane bir oyunla karşı karşıya kalabilirmişiz.

Bir başka problem de demin diyalog sırası üzerinden ucundan bahsettiğim, bazı şeylerin belli bir sırayla yapılması gerekliliği. Bu durum özellikle oyunun sonlarında kendini iyiden iyiye belli ediyor. Mesela eşimizi döngüde olduğumuza ikna etmişiz ama kendisiyle birlikte adamı nasıl etkisiz hale getirebiliriz, bir plan yapamıyoruz. Çünkü oyunun hikâyesi ancak belli bir şekilde adamın etkisiz hale getirilmesini, bu sırada kadının da ortalarda gözükmemesini zorunlu kılıyor. E bu da özellikle ne yapacağınızı bulmaya çalışırken insanı biraz iten bir detay haline gelmeye başlayarak insanın merakını ve problem çözmedeki yaratıcılığını ciddi anlamda köreltiyor maalesef. Hani keşke bunun yerine bulmacalar zorlasaydı bizi, bu haliyle zorluk biraz yapay kalmış ne yazık ki. Son olarak şikâyet edebileceğim minik bir husus da şu: Bazı objeler çok görünür değiller ve eski tıkla ilerle maceralardaki piksel avcılığı muhabbetini akla getiriyorlar (cep telefonu dolapta kıyafetlerin arasında mesela, görmesi zor olabilir, ben yandım siz yanmayın). Ya da dolabın üzerindeki polaroid resimle etkileşmek için niye dolap kapağını açmak zorundayım arkadaş?

Onuncu dakikada ters köşe ve kapanış

Her ne kadar gayet orijinal bir fikre dayansa da gördüğünüz gibi oynanış tarafında işler kusursuz değil. Ama yine de oyun kendini bir şekilde oynatıyor çünkü hikâye gayet ilgi çekici ve demin de dediğim gibi, matruşka bebek misali açtıkça içinden bir şeyler daha çıkması insanı bir şekilde oyuna bağlamayı başarıyor. İlgi çekici olmanın yanında ince düşünülmüş detaylarla gerçekten tutkuyla yazıldığı her halinden belli. Mesela o ufacık alana konulmuş ve ilk bakışta gayet alelade duran bir tabloda bile bir gönderme bulabiliyorsunuz. Gene oyunun alıştırma bölümü diye düşünebileceğimiz apartman kısmındaki tablolarda bile oyunun sonunu ilgilendiren önemli detaylar var. Öte yandan görülebilecek birden fazla son olması da oyunun bir sonunu gördükten sonra tekrar gidip başka detayları eşelemek için iyi bir bahane. Kişiden kişiye değişse de tek bir sonu görmek için ortalama dört-beş saatlik bir oyun süresi de hiç fena değil bence. Ayrıca ben plot-twist seven adamım, her türlü oltaya geliyorum arkadaş, ne yapayım?

Tabii benim aksime hikâyenin keskin virajlarını abartılı bulanlar da var. Renkler ve zevkler meselesi, bir şey demek mümkün değil. Ama her halinden takdire şayan bir çabanın ürünü bir yapım olmuş Twelve Minutes. Keşke yapay zorluğu olmasa, döngüler boyunca tekrarlayan diyalogların doğallığı açısından daha iyi işler yapsaydı ama bu haliyle de uzun süre konuşacağımız, özel bir yapım olarak kalacağına eminim.

SON KARAR

Belki efsane değil ama uzun süre akılda kalıcı özgün bir yapım.

Twelve Minutes
İyi
7.5
Artılar
  • Özgün fikir, hikâye ve anlatımı
  • Takdir edilesi detaycılık
  • Willem Dafoe performansı
  • Türkçesi gayet iyi
Eksiler
  • Yapay zorluk
  • Doğallığı baltalayan diyaloglar
  • Nadir de olsa piksel avcılığını andıran yerler
  • McAvoy ve Ridley yerine herhangi başka sanatçılar da olurmuş
YORUMLAR
Parolamı Unuttum