Neler olmuş, neler?
Devamını okuHatırlar mısınız bilmem ama bundan yaklaşık bir 10 sene önce hayatımıza girmişti Uncharted serisi. O zamanlar Lara Croft’un egemenliği altında bulunan türe yeni bir soluk getirmiş, bizi Nathan Drake, Elena ve Sullivan gibi unutulmaz karakterlerle tanıştırmıştı.
2. oyun serinin çıtasını iyiden iyiye yükseltip türün zirvesine çıkmış ve 3. oyunla birlikte de artık krallığını ilan etmişti. Tabii sonra Lara Croft geçmişine sıkı bir dönüş yapıp bir de üstüne cila çekince dedik ki; “Acaba Uncharted’ın tahtı sallantıda mı?”. Daha fazla yanılamazdık sanırım. Hani nerden başlayıp da anlatsam bilememekle beraber şunu diyebilirim ki Uncharted 4: A Thief’s End serinin 2.den sonraki en iyi oyunu ve muhtemelen uzun bir süre boyunca da eline su dökebilen çıkmayacaktır. Bu muhteşem veda performansını anlatmaya oyunun da başladığı yerden, yani hikâyenin kalbindeki Nathan’ın abisi Samuel Drake’den başlayalım.
Aile Önemlidir
Daha sonra döneceğimiz epey aksiyon dolu hızlı bir girişin ardından, kendimizi 3. Oyunda olduğu gibi Nathan’ın çocukluğunu oynarken buluyoruz ve en az onun kadar uçarı olan abisi Sam ile tanışıyoruz. İkili gece vakti yetimhaneden kaçar ve bizim için eğitim bölümü olan bu kısımda aslında hikâyenin odağında olan ailenin değeri ve her şeyin bir bedeli olduğu teması da inceden işlenmeye başlanıyor. Olaylar bizi ikinci flashback sahnesine attığında ise çoktan Sam’e ısınmış ve alıştığımız Nathan’ı görmeye hazır hale geliyoruz bile. Tabii işler rayından çıkınca sağlam bir kaçma sekansı ile bağlanan bu hapishane bölümün sonunda yaşanan olay ve bunun Nathan’a (ve oyuncuya) olan etkisini de hesaba katınca artık tam olarak oyuna başlamaya hazır kıvama geliyoruz.
Bu iki flasback sekansının oyuncuya kontrolleri öğretme ve öykünün temellerini atmaktan öte bir görevleri daha var. Uncharted oyunlarının ana derdi her daim iyi bir hikâye anlatmaktı, burada ise yapımcılar yeni zirvelere ulaşmışlar. Örneğin oyuna emekli bir maceracı olarak başladığımızda sakin bir hayat süren Nathan’ın artık eşi olan Elena ile olan ilişkisi ve “normal” bir hayat kurmaya çalışmaları çok iyi işlenmiş. Yine bu kısımda içinizdeki nostalji damarına çok derinden hitap eden bir sürpriz de mevcut. Hani ne olacak da bu adam yine hazine, mezar peşinde koşmaya başlayacak diye merak ediyorsunuz açıktan. Tabii her gizli kapaklı işin ve uğursuz haberlerin gece vakti gelmesi gibi macera da Nathan’ın kapısını bir gece vakti çalıyor ve karşısında 15 yıl önceki olaylarda kaybettiğini sandığı abisi Sam’i buluveriyor. Kısa bir mevzuyu açıklama kısmından sonra artık taşlar yeni bir macera için yerine oturtulmuş, yolculuk başlamıştır. Çocukluklarından beri peşinde oldukları bir korsan hazinesinin peşinden giden kardeşler bu kez onu bulmaya kararlıdırlar. Fakat ödemeleri gereken bedeller olacaktır ve özellikle Nathan maceranın, hazine saplantısının ve değer verdiği diğer şeylerin arasında kalacak ve bazı kararlar vermek zorunda kalacaktır.
Yaşam Bulunmayı Bekleyen Bir Hazinedir
Hikâyenin girişini bu kadar detaylı anlatmamın sebebi oyunun karakterlerine inanılmaz önem vermesinden kaynaklı, sonuçta Nathan’ın çatlayan patlayan yerlerden son anda kurtulmasını veya bir alay adamı tek başına indirmesini daha önce de görmüştük. Özellikle ara sahnelerdeki karakter gelişim anları, olağanüstü derecede gerçekçi mimikleri, animasyonları ve oyunun içine serpiştirilmiş opsiyonel muhabbet kısımları çok çok keyifli. Naughty Dog eldeki teknik imkânlar ne kadar uçlarda olursa olsun iyi bir hikâyenin yerini hiçbir şeyin tutmadığını kavramış belli ki. Özellikle Last of Us ile olgunlaşan ekip burada ustalık eserini yaratmış resmen. Olgunlaşan karakterlerinin motivasyonlarını çok iyi diyaloglar ve sıkı bir sinematografiyle anlatan oyun şu haliyle interaktif bir sinema filminden görsel olarak sadece bir adım geride. Zira karakterlere gösterilen özenin bir benzeri oyunun gözlerinize inanmakta zorluk çekeceğiniz mekânlarına da gösterilmiş. Hani dallar dal gibi görünüp hareket ediyor, tabloların üstündeki yağlıboyanın çatlakları, karakteriniz yerde yuvarlanınca üstü başı çamur olması. Bindiğiniz araba sallanınca buna olan karakter tepkisi, yüksek bir yerden bakarken çoook uzaklardaki evleri seçebilişiniz, gün ışığının sert sarı tonlarına karşılık gün batımının o huzur verici kızıllığı… Hepsi de gerçek hayattan daha gerçek görünüyor. Madagascar’daki Pazar yerini görüp oradaki detay manyaklığına hayret etmemek veya klostrofobik mağaralarda elinizdeki meşalenin alevine hayran olmamak elde değil. Yani grafikler bugüne kadar bir oyunda gördüklerimin rahat en iyisi, yine PS4’e özel olan Order 1886’yı görüp de ağzınız açık kaldıysa bir de burayı deneyin. Su altı sahnelerinin güzelliğini mi, yoksa devasa yağmur ormanlarında her bir yaprağa gösterilen özeni mi ayrı öveyim bilemedim doğrusu. Yaklaşık 15 saat süren oyunun her bir karesi ayrı bir sanat eseri gibi duruyor ve vakti gelip de fragmanlarda gördüğümüz (ki keşke görmeseymişiz) şehrin içindeki epik kovalamacaya sıra geldiğinde şöyle yükseğinden bir “Ohaaaa!” diyeceksiniz. Tüm bu dopdolu ve yoğun görselliğe karşılık oyunun hiçbir anında 30 fps 1080p standartından taviz vermeyişi de ayrı bir teknik başarı olarak hanesine yazılıyor. Ayrıca bu görsel şölenin daha geniş mekânlar ve gidebileceğiniz alternatif yollar olarak oynanışa yansıması da ayrı bir güzellik, geliştirilmiş ve daha kullanıcı serbestliği sunan tırmanma mekanikleri ise oynarken daha sezgisel bir yol izleyebilmenizi sağlamış. Bombastik aksiyon sekansları ve devasa yıkımlar da tabii ki gereken yerlerde araya giriyor ve keşif bölümlerinde yavaşlayan tempoyu tekrardan şaha kaldırıyorlar.
3. şahıs görünümlü bir aksiyon olarak Uncharted serisi zaten epeyce bir yol kat etmiş ve türü ilerletmişti. Lakin en yeni Tomb Raider oyunlarının aksiyonda çeşitlilik ve oyun mekanikleri anlamında çıtayı yükseltmesine karşılık, Uncharted 4’teki çatışmalar genel olarak aynı minvalde ilerliyor. Yine siperlere saklanıp adam vurmaya çalışmaktasınız, biraz daha geliştirilen ikili mücadele ve gizlilik mekanikleri ise işe biraz daha tuz biber katmakla yetinmiş. Esas yenilik ise oyuna kanca mekaniğinin eklenmesi ile gelmiş, özellikle keşif kısımlarında çok faydalı olan bu arkadaş, dövüşlerde de hızlı şekilde platform değiştirmenize yarıyor. Zira bu sefer düşmanlar dikey düzlemde de konuşlanmışlar ve onlara ulaşmak için kurşunlar arasından zekice manevralarla sıyrılmanız gerekiyor. Yine gelişen yapay zekâ da sizi hiç boş bırakmayarak sürekli hareket halinde olmanızı sağlamış. Bu çatışma sahneleri sonlara doğru yine eski oyunlardaki kısır döngü hissiyatını vermeye başlasa da neyse ki sayıları az ve bu sefer daha iyi dağıtılmış durumdalar oyun süresine. Bu da özellikle 3. Oyundaki “aksiyon yorgunluğu” olarak tabir edebileceğim durumdan bertaraf olmasını sağlamış oyunun.
Bu arada belirtmek gerekir ki; ön inceleme sürümünü oynadığımızdan oyunun multiplayer kısmına bakamadık, fakat daha önce ön bakış attığımız multiplayer alpha videosunu aşağıdan izleyebilirsiniz. Hoş gerçi esas mevzusu tek kişilik kısmı olan Uncharted’ın multiplayer kısmı ne kadar uzatır oyunun ömrünü bilmiyorum, fakat özellikle kanca mekaniği ve uçuk yetenekleri olan NPC yardımcıların aksiyon dozajını epey arttırdığını ve eğlenceli bir kapışma ortamı sunduğunu söyleyebilirim oyunun bu alanda.
Miras
Uncharted 4’le ilgili yegâne sıkıntım sonlara doğru biraz tekdüzeleşen ve uzayan bölüm tasarımları. Hani gene muhteşem görünüyorlar evet, ama oraya gelene kadarki çatışmalar ve bölümler daha yaratıcı olduğundan azıcık sıkıcı olabiliyor oyuncu için. Tabii bu final kısmındaki muhteşem mekânın ve tatminkar kapışmanın etkisiyle kolayca unutabileceğiniz bir durum. Ayrıca her şey olup bittikten sonra oynadığımız son kısım sanıyorum ki çoğunuzun duygularını harekete geçirerek bu eski dosta veda etmenin melankolik hissiyatına boğacaktır. Hatta Uncharted’ın Uncharted olmasını sağlayan kişi senaryo yazarı ve yönetmen Amy Hennig’e (kendisi 4. Oyunda çalışmıyor) edilen özel teşekkür yapımcıların köklerine ne kadar bağlı olduklarını ve Uncharted’ın mirasına saygıda kusur etmediklerini belli ediyor aslında. Aynı şekilde biz oyuncuların da dimağında yer etmiş bu karakterlerin bize yaşattıkları bu son muhteşem macera için de yapımcılara ne kadar teşekkür etsek az aslında. Zira Uncharted her zaman kalbi olan bir seriydi ve tüm o curcunanın içinde asla karakterlerini ve hikâyesini geri plana atmamıştı. Bu sefer işin içine bir olgunlaşma mevzusu da girdiği için iyiden iyiye içselleştirdiğimiz bu teknoloji harikası karakterleri sanıyorum ki kısa zamanda unutmayacağız ve oyunları tekrar tekrar oynayarak hazine, macera, kaçış duygusu ve eğlence yüklü o dünyaya yeniden dönmek isteyeceğiz önümüzdeki yıllarda.
Bir Serinin Sonu
Ufak tefek kusurları olsa da Uncharted 4 seriye mükemmel bir kapanış yapıp Nathan Drake ve tayfasının öyküsünü olabilecek en şık şekilde bitiriyor. Naughty Dog buradan sonra belki Last of Us 2’yi yapacak belki de yeni bir IP ile karşımıza çıkacak. Teknik ustalığı harika yazılmış karakterler ve büyümeye, büyümek için yaptığımız seçimlere dair olgun ama eğlenceli bir hikâye ile birleştiren oyunu PS4 sahipleri kesinlikle kaçırmasın. Zira konsolun en iyi görünen oyunu olması dışında muhteşem bir maceranın kalbinde kendinizi kaybetmek ve seriye has o saf serüven duygusunu iliklerinizde hissetmek için de daha iyi bir seçeneğiniz yok arkadaşlar.
Artılar:
- Duygusal derinlikli ve karakterlerini önemseyen hikâye anlatımı
- Her seferinde adrenalini kökleyen devasa aksiyon sekansları
- Bir kere görmenin yetmeyeceği muazzam mekânlar
- Akıl durduran, “yok artık!” dedirten grafikler
- Nüanslarla dolu kaliteli oyunculuk
- Yeni eklenen kanca mekaniği keyifli
- Seriye anlamlı ve içten bir final olmuş
Eksiler:
- Çatışma mekanikleri yeterince yenilenememiş
- Bazı aksiyon sahnelerinin yarattığı “biz bunu görmüştük” hissiyatı
- Sonlara doğru biraz sıradanlaşan bölüm tasarımları