Fallout Tarihçeleri - Bölüm 3

Post-Apokaliptik Bir Nükleer Makale

Fallout tarihçelerinin yeni bir bölümüyle karşınızdayım post-apokaliptik nükleer okurlar. Daha öncekileri sığınaklarınıza çekildiğiniz için kaçırdıysanız birinci bölüme buradan, ikincisineyse şuradan ulaşabilirsiniz.

Bugünkü konumuz Fallout 3. İlklerin oyunu… Bethesda’nın geliştirdiği ilk Fallout, serinin üçüncü boyuta geçtiği ilk oyun ve California çölleri yerine Washington yıkıntılarında koşturduğumuz ilk macera. Hazırsanız başlayalım.

Fallout 3 (2008)

2277 yılında, ikinci oyunun 36 sene sonrasında, Vault 101’deyiz. Oyuna başlangıcımız doğum anımızla aynı anda gerçekleşiyor, ama annemiz bize can verirken kendi hayatından oluyor. Böylece bir doktor olan ve doğumumuzu bizzat gerçekleştiren babamız James bizi tek başına yetiştirmek zorunda kalıyor. İlk birkaç saati önce bir bebek, ardından küçük bir çocuk, sonra da bir delikanlı/genç kız olarak oynuyoruz. Bu esnada da bir Vault’ta yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu ilk kez birinci elden tatmış oluyoruz. Doğum günümüzde bir parti veriliyor ve hediye olarak Pip-Boy 3000’e kavuşuyoruz örneğin…

Derken günlerden bir gün babamız ansızın “ortadan kayboluyor.” Bunun anlamı 200 yıldır kapalı olan Vault’un kurallarını çiğnediği ve dışarı çıktığı… James’in nereye gittiğini biz dahil hiç kimse bilmiyor, fakat aynı şekilde düşünmeyen ve deliye dönen Overseer adamlarına bizi yakalamalarını, sorguya çekmelerini, gerekirse işkence etmelerini istiyor. Neyse ki bu gerçekleşmeden önce en iyi arkadaşımızın, yani Overseer’in öz kızının yardımıyla oradan kaçıyor ve kendimizi Washington’ın çorak topraklarında buluyoruz. Gün ışığını ilk görüşümüz de muazzam bir oyun anı olarak akıllara kazınıyor.

Doğal olarak ilk işimiz babamızı aramaya koyulmak oluyor. Vault 101’in hemen yakınlarında bir kasaba çarpıyor gözümüze: Megaton. Burası adını etrafına kurulu olduğu patlamamış bir atom bombasından alıyor. Tuhaf, evet… Kasabalılar James hakkında pek bir şey bilmiyor, ama bazıları bar sahibi Moriarty ile konuşmamızı tavsiye ediyorlar. Moriarty babamızı tanıdığını iddia ediyor ve nereye gittiğini de biliyor; ancak bu bilgiyi bize bedavaya vermek gibi bir niyeti yok. Ama bizim de paramız yok… Bunun üzerine çareyi gizlice onun odasına sızıp bilgisayarını kurcalamakta buluyoruz; bunun sonucunda da sadece babamızın nereye gittiğini keşfetmekle kalmıyor, aynı zamanda aslında Vault 101’de doğmadığımızı da öğreniyoruz. Moriarty’nin günlüğünde yazdığına göre babamız yıllar önce, biz henüz bir bebekken Megaton’a gelmiş ve çocuğunu güvenle yetiştirebileceği Vault 101’e girmek için ondan yardım istemiş. O hâlde annemiz bizi doğururken başka bir yerdeydik. Ama nerede?

Babamızın bir sonraki rotası Galaxy News Radio. Doğal olarak biz de o tarafa doğru yola koyuluyoruz. Washington’a yaklaştıkça çorak topraklar giderek molozlarla ve yıkık binalarla doluyor, kumların kahverengi tonu yerini beton grisine bırakıyor. Ve her yer Super Mutantlarla dolu… Onlarla savaşmak ya da metro tünellerini kullanarak şansımızı iri farelerle ve Ghoullarla denemek elimizde. Radscorpion, Molerat, Ghoul, hatta Deathclaw gibi eski düşmanları ilk kez üç boyutlu olarak görmenin (ve canlarına okumanın) keyfini yaşıyoruz bu bölümlerde. Bununla birlikte normalde en güçlü silahlar dışında hiçbir şeyin zarar veremediği Deathclawların tabancayla bile öldürülebildiği, Fallout 2’de evrene eklenmiş Gecko gibi yaratıkların eksikliği de gözlerden kaçmıyor. Yolumuzun üstünde siyah-kırmızı renkler kuşanmış, küçük Brotherhood Of Steel birlikleri görüyoruz. Ana gruptan ayrıldıklarını, çünkü yeni liderlerinin eksi usulleri terk ettiğini ve teknolojiyi korumaktansa onu paylaşma yoluna gittiğini söyleyerek dert yanıyorlar.

Radyo binasına yaklaştığımızda bir başka Brotherhood Of Steel birliğiyle karşılaşıyoruz. Bu seferkiler alıştığımız renkleri kuşanmış durumda ve sahiden de o içine kapalı grup olgusunu geride bırakıp koruyucu şövalyeler rolünü üstlendiklerini görüyoruz. Birliğin başındaki kişi bize radyo binasının Super Mutantlar tarafından kuşatıldığını söylüyor. Ardından yeni müttefiklerimizle birlikte onların icabına bakmaya girişiyoruz.

Zorlu bir mücadelenin ardından nihayet Washington’ın ünlü (ve tek) DJ’yi Three Dog ile tanışma fırsatını elde ediyoruz. Görünüşe göre James buraya sahiden de uğramış ve Project Purity adlı bilimsel bir “mumbo-jumbodan” bahsedip durmuş. Three Dog’dan dünyayla ilgili son gelişmeleri öğrenip kaçırdığı yıllarla arayı kapadıktan sonra da Rivet City denen bir yere doğru yola koyulmuş. Bizim de bir sonraki durağımız orası. Three Dog bu noktadan sonra bize Lone Wanderer (Yalnız Yolcu) adını vermeye, oyun boyunca yaptığımız tüm iyi ve kötü hareketleri radyosunda yorumlamaya ve yerine göre bize övüp sövmeye başlıyor. Yolumuzun üzerindeki hurdalığa uğrarsak burada bizi hoş bir sürpriz karşılıyor: Dogmeat. Ya da daha doğrusu onun soyundan gelen, bir nevi torunu sayılabilecek bir yoldaş.


Rivet City’nin karaya oturmuş, kocaman bir uçak gemisi olduğu ortaya çıkıyor. İçinde bir grup bilim insanıyla birlikte küçük bir topluluk ve bir sürü muhafız yaşıyor. Wasteland’teki görece güvenli yerlerden biri anlayacağınız. Burada Madison Li adındaki kadın bir bilim insanıyla tanışıyoruz. Çok geçmeden babamızı gayet yakından tanıdığını, hatta doğumumuzda bizzat yer aldığını öğreniyoruz. Rivet City’de doğmuşuz, evet. Madison biz doğmadan önce anne babamızla birlikte Project Purity üzerinde çalışıyormuş, (Aslında James’e âşık, ama annemizle arasına asla girmemiş ve duygularını kalbine gömmüş), amaçlarıysa Washington’daki tüm radyasyonlu suları temizleyip insanoğlunun kalkınmasına yardımcı olmakmış. Ancak annemizin ölümü babamızı derinden sarsmış ve bizi güvenli bir şekilde yetiştirebilmek dışında bir şey düşünmez olmuş. Derken günün birinde projeyi ve Madison’ı ansızın terk edip kayıplara (Vault 101’e) karışmış. O nedenle Madison ona hâlâ kızgın… Ama evet, babamız sahiden de kısa bir süre önce buraya gelip onunla konuşmuş, projeyi yeniden hayata geçirmek istiyormuş. Kendini ihanete uğramış ve terk edilmiş hisseden Madison bu teklifi reddetmiş elbette (bir kadının öfkesini asla küçümsemeyin, özellikle de âşıksa). Yine de James’in büyük ihtimalle Jefferson Anıtı’nda, yani Project Purity’nin kurulduğu yerde olabileceğini bize söylemeden de edemiyor.

Oraya vardığımızda mekânın Super Mutantlarla kaynadığını görüyoruz. Zorlu bir mücadelenin, pek çok tecrübe puanının ve bir sürü ganimetin ardından babamızın burada olmadığını keşfediyoruz. James’in sesli günlüklerini dinlediğimizde Project Purity’nin başarılı olabilmesi için bir G.E.C.K.’e ihtiyaç duyduğunu, bunu sağlayabilecek tek kişinin Doktor Stanislaus Braun olduğunu ve bu yüzden Vault 112’ye doğru yola çıktığını öğreniyoruz.

Doktor Braun büyük savaştan önce Vault Tek için çalışan ve G.E.C.K.’i icat eden çok zeki bir bilim adamı. Kendisi aynı zamanda Vault 122’nin Overseer’i. Fakat çok çok yaşlı olduğundan artık hayatını uyku kabinlerinde uzanarak ve bir sanal gerçeklikte yaşayarak geçiriyor. Oraya vardığımızda babamızı da o kabinlerden birine uzanmış ve sanal gerçekliğe girmiş bulunuyoruz. Biz de hemen peşinden atlıyoruz içeri.

Bu bölüm Fallout tarihinin en çılgınca görevlerinden biri olsa gerek. Bir anda kendimizi siyah beyaz tonlara sahip, savaş öncesi dönemden kalma bir Amerikan mahallesinde buluyoruz. Oyunun tarihçesine uygun olarak her şey 1950’lerin havasını taşıyor. Bir park, bir limonata tezgâhı, ortalıkta koşturan sevimli bir köpek… 10 yaşındaki bir çocuğun bedenindeyiz ve Pip-Boy 3000’imize bakmaya çalıştığımızda basit ama şirin bir kol saatiyle karşılaşıyoruz sadece. İlk başta tam bir sevimlilik abidesi gibi görünen bu yerin aslında hiç de öyle olmadığını fark etmeye başlıyoruz zamanla. Her şeyden önce babamız ortalıklarda yok, Betty adındaki bir kız ise bizden herkese psikolojik anlamdan işkence etmemizi istiyor. “Oyun” diyor buna. “Git Timmy’yi ağlat, Roger ile Janet’in boşanmasını sağla, Mabel’i eğlenceli bir şekilde öldür,” gibi şeyler… Her görevin ardından yanına döndüğümüzde bize babamızın ziyareti hakkında yeni bilgi kırıntıları veriyor, onun ‘oyunlarını’ oynamayı reddettiğinden bahsediyor ve bize yeni görevler veriyor. Son göreviyse simülasyondaki herkesi bıçaklayarak öldürmek… İlk birkaç görevi kimseyi öldürmeden tamamlamak mümkün olsa da sonuncuda böyle bir seçeneğimiz bulunmuyor. O nedenle ya Betty’ye ayak uyduracağız ya da… simülasyonu bozacağız!

Hangi yolu seçersek seçelim sonunda Betty’nin küçük bir kız çocuğu falan değil, Doktor Braun’un ta kendisi olduğu ortaya çıkıyor. Parkta koşturup duran köpekse babamız… kinayeye gelin. Braun’un sadistliklerine son vermemizle birlikte babamıza kavuşmamız bir oluyor. Doktor Braun bir G.E.C.K.’in sahiden de Project Purity’yi başarıya ulaştırabileceğini doğruluyor. Böylece istediğimiz bilgiyi elde etmenin mutluluğuyla soluğu tekrardan Rivet City de alıyoruz. James ile Madison arasındaki uzun tartışmaların ardından bilim insanlarından oluşan küçük grup Project Purity’ye bir kez daha şans vermeye karar veriyor ve hep birlikte Jefferson Anıtı’na dönüyoruz. Ama tam da her şey yolunda derken beklenmedik bir misafir giriyor sahneye: Enclave.

Albay Augustus Autumn yönetimindeki Enclave güçleri Project Purity’ye el koyduklarını ilan edip herkesi esir almaya kalkıyor. Albay, babamıza projeyle ilgili tüm bilgileri kendisine teslim etmesini emrediyor, ciddi olduğunu göstermek için de bilim insanlarından birini alnının çatısından, sebepsiz yere vuruyor. Çalışmasının kötü emellere alet edileceğini kavrayan babamız son bir ümitsiz gayretle kontrol odasını radyasyonla doldurarak hem projeyi hem de bizi kurtarmaya, Albay’ın da işini bitirmeye çalışıyor. Son sözleri “Kaç, kendini kurtar,” oluyor ve oracıkta can veriyor. Fakat Albay o kadar kolay yem olacak biri değil; son anda vücuduna zerk ettiği radyasyon karşıtı ilaç sayesinde hayatta kalmayı başarıyor. Biz ise diğer bilim insanlarını yanımıza katıp, yeni kavuştuğumuz babamızı tekrar ve muhtemelen temelli kaybetmenin acısıyla oradan kaçıyoruz.


Kullandığımız kaçış tünellerinin ucu savaştan önce Pentagon olan, şimdiyse Citadel olarak anılan Brotherhood Of Steel üssüne çıkıyor. Burada Elder Lyons ile, yani grubun lideriyle tanışıyoruz. Elder Lyons sadece bizi içeri kabul etmekle kalmıyor, aynı zamanda bize yardım etmeye de karar veriyor. Üstüne bir de Power Armor kuşanmamıza izin veriyor. Babamızın projesini devam ettirmek ve Enclave’e karşı koymak için bir G.E.C.K. aramaya koyuluyoruz. Brotherhood’un arşivlerinden Vault 87’nin o cihazlardan birine sahip olduğu bilgisini ediniyoruz.

Vault 87’ye doğru giderken yolumuzun üstünde başka Vaultlara da denk geliyoruz. İçlerine girdiğimiz takdirde Fallout 2’de bu tesislerin birer sığınak değil de deney merkezi olarak kullanıldığına dair edindiğimiz bilgilerin sonuçlarını bizzat görebiliyoruz. Havasına bir tür kimyasal katılarak sakinlerini çılgına döndürülenler, en iyi müzisyenleri bir araya toplayan ama ses kirliliği yoluyla zihinlere sübliminal mesaj yollayanlar, bilerek kanserli bir Overseer’e emanet edilerek otorite testine tâbi tutulanlar, klonlananlar…

Ve Oasis… Çorak topraklarla dolu bu arazide yeşil bir ova, bir tür anomali. Yemyeşil çimler, yapraklı ağaçlar… bir hayal gibi. Ama değil. Ve bunların tam ortasında da eski dostumuz Harold var. Artık kafasındaki dal, Bob, ya da Herbert, iyice büyüyerek vücudunu bir ağaç kabuğu gibi sarmış ve Harold olduğu yere kök salmış. Yaşayan bir ağaca dönüşmüş. Etrafındaki insanlar onu bir tanrı sanıp ona ibadet ediyor, o ise sırf can sıkıntısını gidermek için onlarla dalga geçiyor. Ama artık iyice bıkıp usanmış durumda; hareket edememek, bir ağacın içine kısılı kalmak onu canından bezdirmiş. Bizden köklerine ulaşmamızı, kalbini bulmamızı ve onu öldürmemizi istiyor. Dilersek bunu yapabiliyoruz, dilersek de köklerine ve kalbine bir ilaç zerk edip büyümesini hızlandırabiliyor ve çorak toprakların yeşillenmesine yardımcı olabiliyoruz. Harold pek mutlu olmuyor tabii ama en sonunda o da niyetimizin iyi olduğunu fark ediyor ve bize kızmıyor. İstersek onu yakabiliyoruz da… ama kimse eski dostumuza böyle bir muamelede bulunmak istemez, değil mi? Değil mi?

Vault 87’ye vardığımızda tesisin Super Mutantlar tarafından işgal edildiğini görüyoruz. Bir dizi çatışmanın ardından, Vault’un iyice içlerine girdikten sonra Fawkes adında zeki bir Super Mutantla daha karşılaşıyoruz. Fawkes diğerlerine göre daha akıllı ve medeni, bu yüzden onu bir hücreye kapatmışlar. Bizden onu kurtarmamızı istiyor, karşılığında da bize yardım etmeyi teklif ediyor. Böylece yeni ve son derece ilginç bir müttefik daha edinmiş oluyoruz. (Zaten Dogmeat ve Fawkes dışındaki yol arkadaşlarımız o kadar silik karakterler ki hepsi aklımdan uçup gitmiş; hatırlamak için bir sürü rehber karıştırmak zorunda kaldım, bazılarını gene de hatırlayamadım. Eh, neyse…) En nihayetinde G.E.C.K.’e ulaşmayı başarıyoruz; ancak Vault’u terk edemeden önce Enclave tarafından tuzağa düşürülüp tutsak alınıyoruz.

Gözümüzü açtığımızda kendimizi gizli bir üste buluyoruz; etrafımız Enclave askerleriyle sarılı, karşımızda da Albay Augustus Autumn’un ta kendisi var. Bizi Project Purity hakkında sorguya çekiyorlar. Tam da işler bayağı tatsızlaşmak üzereyken telsizden bir anons duyuluyor ve kendini Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni başkanı olarak tanıtan John Henry Eden, Albay’ı derhal yanına çağırıyor. Albay odadan çıkınca Başkan Eden bir kez daha konuşarak askerlere bizi serbest bırakmasını emrediyor ve yanına gitmemizi rica ediyor. Kafamız feci derecede karışmış bir şekilde oraya doğru ilerlerken Albay Autumn bir kez daha sahneye çıkıp görüldüğümüz yerde vurulmamızı emrediyor. Ne hoş…

Kendimizi Başkan Eden’in ofisine zar zor attığımızda bir başka sürpriz karşılıyor bizleri. Başkan bir insan falan değil, tam aksine tarihteki tüm Amerika başkanlarının kişiliklerinin bir araya toplandığı, ZAX model bir süper bilgisayar. Başkan Eden bizden Project Purity’ye FEV virüsü katıp tüm suları zehirlememizi, böylece radyasyona maruz kalmış tüm yaratıklarla insanları öldürerek “temiz kanlılardan” oluşan yeni bir devlet kurulmasına yardım etmemizi istiyor. Yani ikinci oyundaki başkanın planını devam ettiriyor bir nevi… Bunu neden Albay Autumn’dan değil de bizden istediğini sorduğumuzda ikili arasında bir husumet olduğunu öğreniyoruz. FEV dolu tüpü almadan odadan çıkmamızın bir yolu yok, o nedenle bu küçük şişeyi envanterimize katmaya mecburuz. Bu noktada zekâmız ya da bilimsel meziyetlerimiz yeterince yüksekse Başkan Eden’le konuşarak onu kendini imha etmeye ikna edebiliyor veya gerekli kodları girerek bunu bizzat kendimiz aktifleştirebiliyoruz. İstersek de ona katılabiliyoruz elbette.

Derken Fawkes gelip üssü basıyor ve oradan kurtulmamıza yardım ediyor. Birlikte Brotherhood Of Steel üssüne dönerken sadık ve güçlü dostumuzun görüntüsü cebimizdeki FEV virüsünün ağırlığını biraz daha arttırıyor. Brotherhood üssüne vardığımızda Elder Lyons ile kızı Sarah’nın yazmanlardan biriyle münakaşa ettiğini ve Liberty Prime’ı kullanmak istediklerini görüyoruz. Liberty Prime olarak adlandırdıkları şey, ben diyeyim Voltran siz deyin Megazord, bir tür devasa savaş robotu (ve Fallout evrenine dair şimdiye dek gördüğüm en saçma şey. Teşekkürler Bethesda! Ama hakkını yemeyeyim, diyalogları komikti şimdi… Kominizm kaybetmenin tam tanımıdır! Demokrasiyi kucaklayın, yoksa yok edileceksiniz! Demokrasi tartışmaya açık değildir! Komunist olmaktansa ölü olmak daha iyidir!)

Yazman robotun hazır olmadığı konusunda ısrarcı; ama her askeri kurumda olduğu gibi emir demiri kesiyor ve Liberty Prime harekete geçiriliyor. Böylelikle önümüzde Brotherhood askerleri, arkamızda önüne çıkanı havaya uçuran devasa robotla birlikte Jefferson Anıtı’na doğru ilerliyor, Enclave güçleriyle bir meydan muharebesine tutuşuyoruz. Binaya girmeyi başardığımızda bizi Albay Augustus Autumn ve askerleri karşılıyor. Dilersek kendisini konuşarak ikna etme seçeneğimiz var, dilersek de son bir çatışmaya girip babamızın dolaylı katilini cehenneme postalayabiliyoruz.

Ve o noktada Wasteland’in kaderi bir kez daha bizim ellerimizde. Suyu temizlemek ya da zehirlemek tamamen bize kalmış. Makineyi çalıştırmak için Sarah Lyons’ı içeri girmeye zorlayabiliyoruz, ya da babamızın izinden girip kendimizi feda ederek projeyi kendi ellerimizle hayata geçiriyoruz. Ardından seçimlerimizin bu topraklara nasıl yansıdığını gösteren son geliyor ekranlarımıza…

(Eğer Broken Steel DLC’si yüklüyse makineyi çalıştırması için Fawkes’a talimat verebiliyor ve maceralarımıza kaldığımız yerden sadece 9,99$ devam edebiliyoruz! Yaşasın kapitalizm!)

Sonraki bölüm: New Vegas

YORUMLAR
Parolamı Unuttum