Shadow of Mordor'un hikayesini hatırlayalım.
Devamını oku***
“Çöp”
“Rezil”
“Saçmaladı”
“Toparlanmaz daha”
“İflah olmaz artık bu seri…”
“Ubisoft leş bir firmasın!”
***
Bu cümlelerin hepsini Syndicate çıkmadan önce herhangi bir yerde görebilirdiniz. Peki neden? Neden Assassin’s Creed serisine karşı bu kadar öfke dolduk? Bu kadar çok ön yargıya sahip olduk? Assassin’s Creed Unity mi idi bunun tek sorumlusu? Hatırladığım kadarıyla Black Flag’i pek çok insan sevmişti… E, ondan sonra da Unity ile Rogue çıktı. Rogue’un büyük bir kesim tarafından olumlu karşılandığını düşünürsek tek bir oyun muydu Ubisoft’a bu kadar laf ettiren, AC serisini bitiren?
Gerçekten o geçişi hatırlamıyorum. Syndicate’ın ilk videosu çıktığında “bu ne abi, olmamış sanki” deyişimi hatırlıyorum, fakat neden oyuna karşı ve dolayısıyla AC serisine karşı ön yargılı olduğumu hatırlamıyorum. Oysaki Unity’i de beğenmiştim yani…
Durun durun… Sanırsam hafızam yavaş yavaş yerine geliyor. Syndicate’ı neden beğenmediğimi hatırlamaya başlıyorum. Çok ama çok “aynıydı”. En azından gördüğümüz ilk şeyler. Animasyonlar, grafikler, genel atmosfer çok aynı duruyordu. Aha bir sebep daha hatırladım, dövüş sistemi!
Unity’de ne de güzel toparlamışlardı dövüş sistemini, zordu, keyifliydi. Syndicate ise yine basit, buton yumrukladığımız bir dövüş sistemi getirmiş gibi duruyordu.
Sırf iki adet gösterge bile bir oyun hakkında ne kadar olumsuz düşünce yeşertebiliyor insanın kafasında. Ama daha önce Syndicate için hazırladığımız videoları hatırlarsanız demiştim, “umutluyum bu oyundan, sanki güzel olacak gibi” demiştim. İnancımı içimde bir yerlerde korumuştum. Seriyi ilk kez farklı bir firmanın geliştiriyor olması farklı bir bakış açısı kazandırabilir diye ummuştum.
Peki, umduğumu buldum mu?
SENDİKA DEĞİL SİNDİKIT
Sene 1868. Yer Londra. Sanayileşmeyle hız kazanmış, her yerinden buharlar tüten bir şehirdeyiz. Geniş caddeleri, devamlı yük gemileri geçen bir nehri, şehrin iki yakasını birbirine bağlayan köprüsüyle Lonrda’dayız. Viktorya dönemi esintileri şehrin her köşesinde buram buram hissediliyor. Fakat tüm bu kasvetin altında yatan sebep bu değil, şehir ölmek üzere, uzaktan güçlü dursa da içten çürümeye yüz tutmuş bir sisteme, zalim çetelere boyun eğmiş bir halde… Batağa giren ve Templar tarafından esir olan her şehir gibi, bu şehri kurtarmak da bizim görevimiz. Bir Assassin’in… -pardon- ...iki Assassin’in görevi…
İngiltere havasını yüzümüze üfleyen Assassin’s Creed Syndicate tüm şaşasına rağmen zayıf bir açılışa sahip. Aslında önceki AC oyunlarına nazaran zayıf ama bu zayıflığına rağmen hızlı bir açılışa sahip olmasının hoşuma gittiğini söylemeliyim. Her oyunda görüp durduğumuz, karakterlerin “nasıl assassin oldular” hikâyesini bu kez bize anlatmıyor Syndicate. Onun yerine karakterlerin hali hazırda birer assassin olduklarını biliyorsunuz. Derdimizin de Londra’nın kurtarılması olduğunu…
Oyunun açılışına zayıf dememin sebebi hikâyeden çok, içerdiği oynanış öğelerinde yatıyor. Serinin yeni oyunuyla ilk kez tanışıyorsunuz ve gördüğünüz her şeyin aynı olduğunu görmek biraz üzüyor. Bunun üstüne oldukça şaibeli duran dövüş sistemini de ilk elden deneyince iyice moraliniz bozuluyor. Hepsinin üstüne iki farklı karakter olarak düşündüğünüz Evie ve Jacob Frye kardeşlerin aslında özellik olarak birbirinden hiç farklı olmadığına şahit olmanız da işin tuzu biberi oluyor.
Fakat!
Buraya koca bir fakat koymak istiyorum çünkü Syndicate, kendini yanlış tanıtıyor. Oyunun 2. saatine girdiğinizde anlıyorsunuz ki Syndicate, ilk bakışta çözülebilecek, tanım koyulabilecek bir oyun değil. Çünkü içerisi çok dolu, çok çeşitli ve bunu özümsemek için de zamana ihtiyacınız var.
Zamanın oyun hakkında size gösterdiği ilk şeylerden biri görevler oluyor. Oyunda gerçekten ama gerçekten çok fazla görev çeşidi var. Ve bunların neredeyse hepsini yapmak istiyorsunuz. Bakın ben, kopmayı sevmeyen bir oyuncu olarak bunu söylüyorum. Kopmaktan kastım da ana görevlerin bölünmesini sevmemem. Yani Batman: Arkham City gibi bir oyunu bile bu konuda hafiften de olsa olumsuz eleştirmiştim. Syndicate ise bu kadar fazla göreve rağmen ana odağını hiçbir zaman kaybetmiyor. Nedir ana odak? Londra’nın Templar hükmünden kurtulması. Yolculuk boyunca yaptığınız neredeyse tüm görevlerin de arkasında bu gerçek yatıyor. Birbirlerinden farklı olsalar da.
Görev anlamında en dolu Assassin’s Creed oyunu, hem sayı hem de içerik bakımından.
Tabii görev içeriği de bu konuda önemli. Özellikle de oynadığımız oyun bir Assassin’s Creed ise. Oyunu açar açmaz, “Görev akışı nasıl, sağlam suikast görevleri var mı? Serbestlik iyi mi?” gibi soruları sorarken buluyorum kendimi. Şimdi kendimizi kandırmayalım, AC serisi bu konuda uzun bir süredir gülünç durumdaydı. Saçma sapan iflah olmaz "Tail" görevleri, serbestlik sağladığını iddia eden ama size gidilecek 2 yol sunan "gizlilik" görevleri gibi mantık dışı, içini doldurmayan, birbirini tekrar eden pek çok görev yaptık. Fakat Syndicate bu konuda çalışmış. Daha önce dalga geçtiğimiz pek çok konunun üzerine iyice eğilmiş, güzel dersler çıkarmış.
Misal Tail görevleri. Hepimizin sıkıldığı, bir insanı takip etme görevleri, bu sefer az sayıda ve mantıklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Üstelik de çok şahane bir özellikle! Hatırlarsanız önceki oyunlarda birini takip ederken 25 saniye civarı o kişiyi görmezseniz görev iptal oluyordu. İşin saçma kısmı o kişinin nerede olduğunu bilmenize rağmen sırf kamera açınıza girmedi diye görevin iptal olmasıydı. Syndicate ise bu olayı tedavülden kaldırmış. Eğer takip ettiğiniz kişiyi gözden kaçırırsanız size tahmini yerini gösteriyor, siz de o noktadan takibe devam edebiliyorsunuz. (En sonunda yani…)
Fakat bu demek değil ki tüm görevler bir güzel mantığa oturmuş. Syndicate, beraberinde yeni mantıksızlıklar da getirmiş. Görev içerisinde denk gelen hatalar bir kenara, normalde polis güçlerini öldürebilirken rastgele bir görevde sırf zorluk olsun diye "polis güçlerini öldürmek etik olmaz" kafasına girilmesi bayağı zorlama durabiliyor.
Günümüz Hikâyesi:
Açıkçası günümüz hikâyesindeki gelişmeleri merak ediyorsanız size hem iyi hem de bir kötü haberim var. Öncelikle artık öyle yavaş yavaş yürüdüğümüz, bilgisayar hack’lediğimiz veya benzeri bir sahneyi oynadığımız bir günümüz oynanışı yok. Onun yerine çok nadir anlarda çıkan ara sahnelerle olayı takip ediyorsunuz. Fakat işin güzel kısmı; oyun içerisinde sağda solda göreceğiniz Helix parçaları. Bunları topladığınız zaman oyunun günümüz kısmıyla ilgili güzel bilgiler edinebiliyorsunuz. Meraklıları kaçırmasın derim.
Detaylardan kafayı kaldırıp geniş açıdan bakarsak görevleri 4 temel kategoriden ayırabiliriz. Hikâye akışını sağlayan ana görevler, önemli isimlerin yer aldığı yan görevler, şehri çetelerden kurtarmak için yapacağınız görevler (önceki oyunlardaki kale kurtarma mantığı gibi ama öyle değil :) ve rastgele denk geleceğiniz şehir görevleri.
Şehir görevleri aslında ilerlerken denk geldiğiniz kargo arabası kaçırmak, olay anında denk geleceğiniz suçluların hayatına son vermek gibi klasik açık dünya görevleri. Fakat herhangi bir kategoriye sokmakta zorlandığım “Fight Club” görevleri de bu gruba dâhil edilebilir. Bu görevler adı üzerinde Londra’nın o dönemki yer altı dövüşlerini simgeleyen kavgaları konu alıyor. Çıplak ellerle, herhangi bir alet edevat olmadan girdiğiniz bu dövüşlerden arka arkaya galibiyet alarak çıkmaya çalışıyorsunuz.
Şehri çetelerden kurtarmak için yaptığınız görevlerse temelde birkaç aynı görev dizisinden oluşuyor.
Fakat her seferinde görevlerin yaptığınız yerin jeolojik konumu farklı olduğu için stratejik derinlik işin içine giriyor ve aynı tarz görevleri yapmaktan sıkılmıyorsunuz. Bölge ele geçirme mantığıyla işleyen bu görevlerin birinde mekândaki çocuk işçileri kurtarmanız gerekirken, bir diğerinde ortamı elinde tutan çete üyelerinin hepsini öldürmeniz gerekiyor. Bana en ilginç geleniyse “Bounty Hunter” görevleri oldu. Aslında kafasına ödül konulan bir Templar üyesini öldürmekten ibaret olan bu görev çeşidini ilginç kılan oyuna yeni gelen bir özellik; Kidnap.
Evet, artık adam kaçırma şansınız var. Bir adamın arkasından gizlice yaklaşarak onu rehin alabiliyorsunuz. Bu hem gizlilik için bir avantaj oluyor hem de… Hmm… hem de o kadar. Aslında oynanış mantığı açısından bakınca işinize yarayacak olan tek kısmı gizlilik avantajı sağlaması. Fakat yeni bir özellik ya hemen koymuşlar bununla alakalı bir görev serisi… Kaçırır mı hiç Ubisoft bu fırsatı.
Bu tarz görevlerin ardından eylemi gerçekleştirdiğiniz yer artık Templar himayesinden çıkıyor. Toplam 7 parçaya ayrılmış Londra’nın her bir parçası ayrı bir çete lideri tarafından yönetiliyor. Eğer bir parçanın içerisindeki tüm Templar faaliyetlerine son verirseniz o bölgenin çete lideriyle bir “çete savaşına” giriyorsunuz. Açıkçası öyle ahım şahım bir savaş yok ortada. Kalabalık olmasına rağmen çoğu zaman etkileyicilikten uzak geçiyor bu savaşlar. Yine de sıkıcı olduğunu söylemek ağır bir eleştiri olur.
“Harf simgeli yan görevler”e geçmeden önce, tam bu noktada Syndicate'ın bir ünlüler geçidi olduğunu belirtmekte fayda var (Charles Dickens, Graham Bell, Nightingale vs.) Yani say say bitiremeyeceğiniz kadar tarihte yer etmiş önemli figürü ekranda göreceksiniz. İşin biraz suyunun çıktığını düşünsem de (yani gören de Frye kardeşler olmasa tarihteki hiçbir düşünce, hiçbir felsefe şekillenmeyecekmiş sanır) yapımcı firma bu olayı lehine çevirmeyi bilmiş.
Oyunu bitirdikten sonra haritayı açın, nehrin en sağında bir görev göreceksiniz. Oldukça ilginç bir isme sahip. Es geçmeyin.
Ana görevlerden sonra en çok vakit harcamak isteyeceğiniz görevler bu arkadaşların verdiği görevler olacak. Haritada harf işareti olarak göreceğiniz bu görevlerin, tarihte önemli rol oynamış figürler ile doğrudan alakası var. Ve bu da görevlerin içinin sağlam bir şekilde dolmasına yol açmış.
Örnek olarak bir görevde Karl Marx ile konuştuğumuzda işçi sınıfında yer alan bir babanın sağlıksız çalışma koşulları yüzünden oğlunu kaybettiğini ve bu sinir ile kendine zararı dokunacak bir saldırıda bulunacağını öğreniyoruz. Tabii biz de bu saldırıyı durdurmak için adamın izini takip ediyor ve onu Templar avından çekip çıkarıyoruz. Charles Dickens ise Londra'da esrarı çözülememiş doğa üstü olayları buluyor ve onları açığa kavuşturmak için bizden yardım istiyor. Perili olduğu iddia edilen evden tutun da boynuzları olan bir mahlûkat tarafından saldırıya uğradığını iddia eden insanlara kadar pek çok garip olayın içerisine adım atıyoruz. Bu görevler hem AC rutininin içerisinden çıkmanız açısından hoş oluyor hem de bu önemli insanların ekrandaki yansımalarını görüyoruz.
Açıkçası ana görevler için dizecek çok fazla methiyem yok. Yan görevler o kadar iyi işlenmiş ki ana görevler onların yanında ışıl ışıl parlamıyor. Fakat her sekansın sonunda (sequence) yaptığınız büyük görevlerin yeri bir ayrı. Birden fazla seçenek sunan ve görev öncesinde bunları size gösteren görev mantığı temelde Unity’de işlenen mantığa benziyor. Görev esnasında sizi hedefe bir adım daha yaklaştıracak bir adamla iş birliği haline girme, hareket haline geçecek trenleri durdurmak için bir kondüktörü kendinize bağlama, kasanın kapılarını kapatmasın diye kilit bir güvenlik görevlisini öldürme gibi ilginç seçeneklere sahip ana görevler var.
Aslında Syndicate size daha önce hiçbir Assassin’s Creed’de görülmemiş görevler sunmuyor. Fakat sunduğu her şeyin altını iyi doldurmayı başarıyor.
OYNANIŞ
Unity’ye her ne kadar hatalı, bug yuvası gibi yakıştırmalar yapsak da ben oynanış mantığı açısından beğenmiştim kendisini. Artık aynı anda 10 kişiyi öldürebildiğimiz bir gizlilik oyununun combat sistemi açısından bir devrime uğraması gerekiyordu. Unity’de bu devrim gerçekleşti diye düşünürken, seride ilk kez üst üste combat sistemi değişti. Hâlbuki neredeyse hepimiz Unity’deki dövüş sisteminin bir 3 oyun daha gideceğini varsaymıştık.
Syndicate’in ilkesi aksiyon esnasında “vahşi bir sokak dövüşü” havası uyandırmaktı. Yani sert, vahşi, acımasız bir dövüş sistemi olacaktı. Görünüşte bu vaatlerini tutturmuşlar gibi gözükse de işin iç yüzü biraz yavan. Dövüşlerin sıkıcı olduğunu söylemiyorum. Sadece Batman, Shadow of Mordor (hatta Mad Max) gibi oyunlarda gelen “dur şunlara bir dalalım da dövüş olsun” isteği Syndicate’te gelmiyor. Yani durduk yere kavga çıkararak o “leziz” dövüş sistemine adım atmak istemiyorsunuz.
Dediğim gibi ne dövüşürken sıkılıyorsunuz ne de dövüşmek için can atıyorsunuz. Arada bir yerde kalmışlık var.
Farklı bir şey görmeyeceksiniz belki de; ama kesinlikle zevk alacaksınız.
Bununla beraber aynı anda 10 kişiye kafa tutmanın da geri döndüğünü belirtebilirim. Üstelik düşmanlarda silah olsa da… Düşmanların silahını size doğrultması bir tehdit unsurundan çok, yeni bir kaçış hareketi doğurmuş. Nasıl düşmanın yumruk saldırılarına tek tuşla counter-attack yapabiliyorsak, ateşli silahlar ile saldıran düşmandan da kaçabiliyoruz. Evet, mermiden kaçabiliyoruz.
İlk çıkan videolarda buna biraz gülmüş olsak da artık ateşli silahların kol gezdiği bir devirde oyunu oynadığımızı varsayarak yapımcı ekibin böyle bir dinamik koymasını makul buluyorum. Aksi takdirde oyunda dövüş sistemi diye bir şeyden bahsetmek söz konusu olmazdı. (Silahı çıkaran işi bitirirdi ve o silahı herkes çıkarabiliyor.)
Bu arada 10 kişiye kafa tutma mevzumuzu biraz detaylandırmak lazım. Her koşulda ve her şartta 10 kişiye kafa tuttuğumuzu söyleyemem. Çünkü artık oyunumuzda düşmanların seviyeleri var. Sizin de artık bir seviyenizin olduğu gibi düşmanlara da seviye eklenmiş durumda. 5. seviyedeyken 7. seviye bir düşmanı teke tekte rahatça alabilirsiniz. Fakat o 7. seviye düşmanların sayısı 3’e 4’e çıktı mı işler oldukça zorlaşıyor demektir.
Seviyenizi arttırmak için yapacağınız işlem basit, yetenek ağacından karakterlerinizi geliştirmek. Evie ve Jacob tek koldan gelişmiyor, ikisini de ayrı ayrı geliştiriyorsunuz. Ama ikisinin de sahip olduğu ve olacağı özellikler aynı. Fakat ustalık sınıfları iki-üç yetenekle değişebiliyor. Jacob’ı daha çok yakın dövüşler ve silah kullanımı konusunda geliştirirken, Evie’yi ise gizlilik ve sessizlik için bıçak kullanımı konusunda ustalaştırıyorsunuz. Ancak oyunun sonlarına doğru elbet ikisi de tüm özelliklere kavuşacak kadar çok gelişiyor.
Eğer oyunu almadan önce “ben sadece Evie ile oynarım” gibi (veya tam tersi) bir söyleminiz varsa bunun pek mümkün olmadığını belirtmeliyim. Çünkü bazı ana görevleri sadece Jacob ile yapabilirken bazı ana görevler sadece Evie’ye açık oluyor. Ve tüm ana görevleri yapmak zorunlu. (Yani ikisi ile de oynayacaksınız :)
Fakat yan görevlerin çoğunluğu için böyle bir zorunluluk gerekmiyor. Sadece Evie ile vakit geçirebilirsiniz. Ve ayrıca korkmayın; yalnızca Evie ile oynadığınızda “sadece” onun yetenek puanları artmıyor. Kimle oynarsanız oynayın yetenek puanları iki kardeş arasında eşit dağılıyor.
Silah Çeşidi:
Oyunda üç adet yakın dövüş, iki adet de uzun menzilli olmak üzere 5 silah çeşidi var. Uzun menzilliler; fırlatılabilen bıçak ve döneme uygun “altıpatlar” olarak tanımlayabileceğimiz türden silahlar. Geliştirmelerini yaparsanız oldukça bol mermi sayısına kavuşturabilirsiniz bu ateşli silahları. Yakın dövüşteyse artık uzun uzun kılıçlar taşımıyoruz. Baston-kısa kılıç karışımı düşmanı sersemletmede daha çok işe yarayan silahımız, ölümcül kısmı yüksek kukri palamız ve adam dövmekte bir numara olan muştalarımız var. Tüm bu silah olayının en güzel tarafıysa çeşitlilik. Her türe özgü 10’dan fazla silah çeşidi bulabiliyorsunuz.
Hani yazının başlarında demiştim ya Assassin’s Creed Syndicate oynadıkça kendini gösteren bir oyun. Bu iş sadece görevler açısından değil, oynanış açısından da geçerli. Oyunun ilk 1-2 saatinde oynanışa hafif burun kıvırırken, çıkarabileceğiniz rotalar yapabileceğiniz taktikler o kadar farklılaşıyor ki oyundan aldığınız keyif farklı bir boyuta çıkıyor.
Açık konuşmak gerekirse taktiksellik açısından bugüne kadar çıkmış en iyi Assassin’s Creed oyunu diyebilirim Syndicate için. Bunun birkaç sebebini sıralayayım madde madde, hep beraber üzerinden geçelim:
* Çete Sistemi
İlk duyduğumda nasıl işleyeceklerini bilemediğim çete sisteminin açıkçası çok da işlenmemiş olduğunu görmek beni sevindirdi. Çete kurmak ve yönetmek sandığınız kadar çok vakit alan bir iş değil, hatta önceki oyunlardaki Brotherhood sisteminden sonra çok basit bile gelecek. Ama iyi olmuş bu basitlik.
Çetenizi ufak tefek geliştirebiliyorsunuz. Onlardan asıl destek aldığınız kısımsa gördüğünüz yerde yanınıza çağırabiliyor olmanız. Genellikle haritanın her alanında irili ufaklı çete adamları oluyor. Tek tuşla yanınıza çağırabildiğiniz adamlar isterseniz sizi izliyor, isterseniz bekliyor, isterseniz kavga ediyor, isterseniz de dağılıyorlar.
Polis çemberine alınmış bir bölgeye sızmak için çete üyelerini bir dikkat dağıtma aracı olarak kullanmaktan tutun da dayak yiyen bir görevliyi kurtarmaya giderken yanda gördüğünüz 3-4 çete adamına “şşt, gelin bi, mevzu var” diyerek mekân basmaya gitmeye kadar pek çok varyasyon için kullanabiliyorsunuz.
* Rope Launcher
Londra’yı gördüğümüzde, geniş caddeleri gördüğümüzde, aklımıza gelen ilk soru da tırmanma mekaniğinin nasıl olacağıydı. Sonuçta koca geniş caddenin bir ucundan biri ucuna nasıl geçecektik? Cevap işte bu küçük alette gizli. Neredeyse istediğiniz yere ip atmanızı sağlayan bu ufak alet, gizlilik anlarında konum değiştirmek için de çok faydalı oluyor. Benim izlediğim taktiklerden bir tanesi de bir yeri karıştırıp, düşmanları o noktaya çekmek ve onlar yerlerine dönmeden girmem gereken binaya rope launcher sayesinde hızlıca girmekti. Devamlı kullanabildiğim bir taktik değil ama elimde böyle bir ulaşım imkânı olunca denemeye değer buldum.
* Bölüm Tasarımları
Londra’nın hem geniş caddelere sahip olması, hem yüksek binalar barındırması, hem de bu binaların içerisine girmeniz için izin vermesi oyun alanını enine ve boyuna arttırıyor. İnce düşünülmüş detaylar da oynanışı oldukça çeşitlendiriyor. Kidnap gibi adam kaçırarak onun gölgesinde gizlenme olayı işin içine farklılık getirirken, yapımcı ekibin bölüm içlerine yerleştirdiği güzel detaylar keyfinizi arttırıyor. Misal, bir bölümde bankanın girişinde bankayı protesto eden insanlar var. Ve sizin de içeri sızmanız gerekiyor, fakat giriş güvenlik güçleriyle kaynıyor. Peki ne yapıyoruz? Bankanın kapısındaki görevliyi gizlice öldürüp insanların protesto için bankanın içine girmesini sağlıyoruz. Alın size müthiş bir saklanma imkânı…
* Az Sayıda İşlevli Alet
Eski Assassin’s Creed’lerde ne bomba kullandım, ne bıçak fırlattım ne de diğer aletlerime çok başvurdum. Çünkü ihtiyacım olduğunu hissetmiyordum oynarken. Kullanmış olmak için kullanıyordum sadece. Fakat Syndicate az sayıda araç gerecini ihtiyaç haline getirmiş. Kendimi önceki oyunlarda kullanmadım dediğim bıçak özelliğini geliştirirken buldum. O bıçak öyle güzel bir nimet ki… Ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Ya da söyleyeyim ya, Allah Allah niye söylemeyecekmişim? Şahane bir şey fırlatılabilen bıçak. Hem sessiz bir menzilli silah hem de kafadan vurduğunuzda düşmanı direkt indiriyor. (Bir de kafadan bıçak ile vurduğumuz düşmanlar pompalı mermisi yemiş gibi düşmese tam olacak.)
DIGIDIK DIGIDIK
Oyuna eklenen ve benim devamlı olarak “ya niye bir tek at arabası var, arabasız olarak sadece at kullanmak yasak mı?” diye sorguladığım ve “yasak herhalde” diyerek kendi kendime cevap verdiğim (bir yardımcı olsanıza be arkadaşlar!) at arabası olayına çok bayıldığımı söyleyemem. Kullanması rahat –ki en önemlisi de o, çünkü çok kullanışsız bir araç- fakat kullanmak için can atacağınız bir keyfi de yok bana kalırsa. Görevler dışında ya da uzak bir yere gitmek zorunda kaldığım zamanlar haricinde kullanmayı düşünmedim. Sağolsun oyun da bu konuda üst düzey bir baskı yapmamış.
Görevinizin ne olduğu belli, fakat görevi nasıl yapacağınız konusunda oyun size bir baskı uygulamıyor!
At arabasıyla girebileceğiniz aksiyonlar arabanın üzerine çıkarak diğer arabalara atlamak, sağ ve sola yalpanarak diğer at arabalarına zarar vermek… Açıkçası düşünüyorum düşünüyorum ama at arabasıyla ilgili net hissiyatımı ortaya koyamıyorum. Olsa da olur, olmasa da olur diyeceğiniz türden bir ulaşım aracı kendisi. (Kokuyo…)
POPÜLER DÖNEM VİKTORYA
Oyunların bir hastalığı da bir anda aynı akıma kapılmaları olsa gerek. Bir ara “ok-yay” çılgınlığı vardı. Bilim-kurgu oyunlarında falan bile görüyorduk bu çılgınlığı (Crysis 3). Şimdi bir “ilk çağa dönme” olayı yavaştan salındı. Bir de onunla birlikte bu aralar Viktorya dönemi görür olduk oyunlarda. Allah’tan sevdiğimiz, sahalarda görmek istediğimiz bir dönem de sıkıntı çıkarmıyoruz. Üstelik hakkını yemeyelim Ubisoft bu kez işi güzel kotarmış.
Unity’deki Paris’in kalabalık fakat ruhsuz atmosferi Londra’da can bulmuş. Yine koşturduğumuz şehre “yaşayan bir şehir” demek çok zor. Fakat mimari şahane, halk yer yer kalabalık yer yer seyrek, bir caddeye çıkıp yürüdüğünüz zaman atmosferi hissedebiliyorsunuz. Özellikle şehirde olduğunuz hissini veren en iyi olay geniş caddeler bana kalırsa. Tüm AC oyunlarında (hadi 2 ve Brotherhood’u kenara koyuyorum) bir büyük şehir sıkıntısı vardı. Yani güya New York’tasınız, güya İstanbul’dasınız fakat her yer dar, her yer iki adım atsan iki bina arasında sıkışacağın kadar bitişik… Londra ile Syndicate bu olaya bir el koymuş. Artık büyük bir şehirde olduğunuzu size hissettiren geniş caddeler, daha da geniş meydanlar var. Düşünün bazı yerlerde cadde o kadar genişliyor ki 4 at arabası yan yana gidebiliyor. Bravo Londra Büyük Şehir Belediyesi!
Tabii şehri bize sunan grafiklere de girmeden olmaz. İlk videolarda “ıh-mıh, eh işte” dediğim grafikleri açıkçası beğendiğimi itiraf etmeliyim. Gerçekten dokular çok yumuşak, tırtıklı kenarlara denk gelmedim desem yeridir. Karakter detayları oldukça güzel, kaplama kalitesiyse üst düzey olmasa bile hüsrana uğratmıyor. Fakat uzak çizim mesafesi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bir binanın tepesinden baktığınızda ilerideki detaylar çok da uzak olmayan bir noktadan kaybolmaya başlıyor. Keza bir tepeye çıkıp nehre bakarsanız araçların, gemilerin grafikleri sizi bir hayli eğlendirebilir.
HATASIZ KUL OLUR MU?
Olmaz tabii ki. Elbet bir yerlerden hata çıkacaktır. Fakat korkmayın sakın, Unity’deki ölümcül hataların hiçbiri yok bu oyunda. Birkaç görevde devamlı karşıma çıkan hatalara sinir olsam da beni oyundan soğutacak ya da bıktıracak kadar büyük hatalara, kronik sorunlara denk gelmedim. Demek ki mesele zaman meselesiymiş. Ubisoft Montreal ekibinin Unity üzerinde çalıştığından çok daha uzun bir süre çalıştı Ubisoft Quebec bu oyun üzerinde. Demek ki Ubisoft, bazı konularda acele etmeyecekmiş. Tek bir kritik hata tüm serinin adını “çöp”e çıkardı. Umarım Quebec’in bu başarısından sonra her sene bir AC oyunu görsek de birer sene aralıklarla bir Montreal bir Quebec çıkarır oyunları (iyice Call of Duty’e bağlar artık seri :).
UMUTLA YAŞA
Şimdi yazının geneline baktığımızda sanki durmadan devamlı övmüşüm gibi bir his çıkıyor ortaya değil mi? Aslında bunun sebebi hem benim hem de sizin kafanızdaki olumsuz ön yargıyı kırmak. Ben de çoğunuz gibi umutsuzdum, insanların beğendiğini dile getirmesine rağmen “yok canım” diyordum oyunu oynarken. Fakat şans verdim ve oldukça memnun aynı oranda da şaşkın ayrıldım. Siz gelin bir şans verin tekrar Assassin’s Creed’e, pişman olacağınızı düşünmüyorum; tabii bu seri ile bir zamanların gönül bağı kurmuşsanız.
Ama her şeye rağmen sizi birkaç konuda uyarmam gerek: İlk olarak tüm bu yeniliklere rağmen göreceğiniz şeyler önceki oyunlardan farklı olmayacak. Karşınızda müthiş bir hikâye yok. Hatta bazı konular o kadar hızlı ilerliyor ki hikâye oynarken “hadi oradan” diyorsunuz. Dövüş sistemi açısından kim ne derse desin elimizde geri gitmiş bir oyun var.
Fakat denk geleceğiniz tüm bu olumsuzluklara rağmen bir gerçek var ki Syndicate sizi devamlı oyunda tutuyor.
Syndicate yaptığı işlerde orijinal olmamış olabilir ama yaptığı her şeyi hakkını vererek yapmış.
Oynadığınız oyun, yaptığınız tüm görevler daha önceden bildiğiniz şeyler olacak, farklı bir şey görmeyeceksiniz belki de; fakat gördüklerinizden ve yaptıklarınızdan da zevk alacağınız gerçeği değişmeyecek.
Oyunu, Türk Telekom faturanıza 12 ay taksit ile, Playstore'dan satın alabilirsiniz.