Film İnceleme - Guillermo del Toro's Pinocchio

Pinokyo'yu bir de del Toro'dan izleyin

Yıllardır vazgeçilmez olan hikayelerden birisidir Pinokyo. Bu yıl bile birkaç ay önce Disney+’ta karşımıza çıkan versiyonuyla beraber iki adet Pinokyo içeriği izlemiş olduk. Bu kadar bilinen ve ilgi çeken bir hikayeye yeni versiyon yaratmak zor olabilir derken Del Toro işe adeta “Durun, ben daha ölmedim.” dercesine el attı.

Pan’ın Labirenti, Shape of Water ve Nightmare Alley gibi işlerin de altına imzasını attı Del Toro. Hepsinde de rahatça yönetmenin esintilerini bulmak mümkün. Özellikle Pan’ın Labirenti kadar akılda kalıcı bir içerik yaratmışken Pinokyo ile bu sınırları tamamıyla zorlamış diyebilirim. Bu filmden daha Del Toro diye bağıran bir film izlediğimi hatırlamıyorum. Çoğunlukla Del Toro’nun filmlerinden çıktığımda böyle kekremsi bir tat kalıyor damağımda. Her şey iyi hoş ama sanat tasarımına öncelik vereceğiz, prodüksiyonu yükseltip, yaratıkları coşturacağız hevesiyle girdiği çok belli oluyor filmlere. Bunları kötü bir şey olarak asla demiyorum fakat bunlara odaklanılması sonucunda senaryoyu hep “meh” buluyorum diyebilirim. Aynı şeyi Shape of Water’da da yaşadım. Hatta yakın zamanda tekrar izlediğimde Pan’ın Labirenti'nde dahi yaşadım ama Pinokyo’da asla…

Bu Film Her Şeyiyle Olmuş

1882-1883 civarı Carlo Collodi tarafından yazılan kitabın ilham olduğu film, İtalya’nın Mussolini döneminde, faşizmin hüküm sürdüğü ve “Çalışmazsan Pinokyo gibi olursun.” temalı bir hikayeyi anlatır. İnsanların ürettiği cansız bir varlıktan, neşe saçan bir canlının ortaya çıkabileceğinin ve eğitilebileceğinin kanıtı niteliğindedir.

Del Toro muhteşem stop-motion animasyon tekniğiyle bu hikayeyi içimize adeta sindirdi, hatta sindirmekle kalmadı şahsen beni duygudan duyguya iterek gözlerim dolu bıraktı. Son zamanlarda gördüğüm en güzel animasyonlardan biri olmakla beraber bu yıl da izlediğim en iyi filmlerden birisiydi her açıdan. Özellikle sanat açısından konuşmak gerekirse Gris Grimly’nin 2002’deki illüstrasyonlarından alınan görselleri dijitale müthiş bir biçimde yansıttığını söylemeden edemeyeceğim.

Adeta 1940’ların Disney filmlerinden fırlamış, o sıcaklığı ve nostaljiyi iliklerime kadar hissettiren ve bana okuldan gelmişim de televizyonda bir animasyon izliyormuşum duygusunu yaşatan bir film Pinokyo. Herkesin de bu hikayeden bir şeyler bulacağını, Del Toro’nun ne kadar usta bir yaratıcı olduğunu tekrardan görecekleri bir iş.

Pinokyo aynı zamanda bir “çocuk” hikayesi olarak bilinse de ve bu film gayet rahatlıkla ailecek izlenebilecek bir film olsa da sanıldığından çok daha derin mesajlar veren ve insanı düşündürmeye iten bir film. Özellikle kilisede geçen bir sahnede Pinokyo’nun tahtadan yapılma çarmıha gerilmiş İsa heykeline bakarak “İnsanlar onu neden seviyor da beni sevmiyor?” diye sorduğu yerde şaşkınlığa uğramıştım. Seyircinin yüzüne acımadan atılan diyalogların olduğu, 1. Dünya Savaşı döneminde geçen, pek çok sorunların göze parmak sokmadan alttan alta verildiği müthiş sahnelerle dolu bir film.

Normalde Del Toro’yu senaryo açısından eksik bulurum fakat bu filmin o oturmuşluğu belki de daha önceden var olan bir hikayeden alınmasıyla oluşmuş olabilir. Belki de Del Toro, kafasındaki muhteşem karakterleri, böyle var olan hikayelere yansıtarak hayatına devam etse eminim ki bu denli düzenli ve müthiş işler ortaya çıkar. Tam olarak bittiğinde “Oh be, bu sefer tam olmuş” dediğimi hatırlıyorum. Yaratıcılığını da kendisini de çok sevdiğim için gelecekte Del Toro’dan animasyon üzerine daha fazla şey izlemeyi umuyorum. Kesinlikle kendisinin güçlü yönlerinden biri buymuş.

Editörün Notu: Abartısız yılın en iyi filmlerinden birisi olabilir. Bu kadar keyifle ve duygudan duyguya süründüren, üstelik bunu Pinokyo gibi her versiyonu bilinen bir hikayeyle yapabilmiş bir içerik.

NOT: 4,5 / 5

İkinci Görüş - Eren Eryürekli

Günümüzde artık bir varmış bir yokmuş diye anacağımız hale gelen Pinokyo’nun öyküsü yıllar içerisinde kendi mitosuna sahip oldu diyebiliriz. Klasik öykünün en sade halde uyarlamaları da var, Spielberg ve Kubrick’in dehasından çıkma Yapay Zekâ gibi örnekler de. Hal böyle olunca esere el atan her yönetmenin yorumu dimağımızda Pinokyo’ya farklı bir pencere bir nefes alanı açıyor. Netflix’in stop-motion animasyonu ise Guillermo Del Toro’nun zihninin karanlık labirentlerinden izler taşıyor. Öncelikle bu film öykünün Disney ve asıl daha karanlık versiyonunun bir kırması gibi, hatta Del Toro özellikle Pinokyo’nun sancılı yaratım anlarında Frankenstein’a bir selam çakmaktan geri durmuyor veya Ölüm ve Yaşam’ı simgeleyen varlıklarda kendi aşina olduğu Meksika mitlerine uzanıyor görsel olarak. Orijinal öyküde çocukların kaçırılıp eşeğe dönüştürüldüğü Zevki Sefa Adası onun lensinden faşist İtalyan diktasının çocukları askerlik için gittiği bir eğitim kampına dönüşüyor. Tabii Pinokyo’yu politize etmek ne derece akıl kârı derseniz ben bunun çok zekice bir hamle olduğunu söylerim. Çünkü bu karakter bir maske gibi şekilden şekle girebilen, nereye çekerseniz oraya uzayan tahtadan yapılmasına ironi olarak hayli elastik bir karakter. Dolayısıyla Del Toro’nun kendi politik hassasiyetlerini eserine katması filmin öznelliğini ve biricikliğini de arttırıyor (ki kendisi bunu Pan’ın Labirenti ve Devil’s Backbone’da da yapmıştı). Ben bu filmde özellikle Gepetto’nun rolünün artmasını ve Cırcırböceği’nin neredeyse Ewan McGregor’un Moulin Rouge’daki bohem yazarı tadında olmasına bayıldım. Maymun olan bir Cate Blancheet ve elegant şeytaniliğiyle Christoph Waltz rollerine cuk oturmuşlar, e Ron Perlman zaten Del Toro’nun gediklisi onsuz olmazdı, Pinokyo’yu seslendiren genç yetenek Gregory Mann’in manik enerjisi de masum kuklamıza animatörlerin muazzam emeği dışında ikinci bir can vermiş resmen.

Lafı da uzattım biraz ama konu Del Toro olunca insanın bu tatlış ama karanlık adamın zihninden çıkmayası geliyor işte. Onun elinin değdiği hemen her projenin ortalamanın üstünde bazılarının da klasik statüsünde olduğunu biliyoruz artık. İşte Pinokyo tam o ikisinin sınırında dolanan ileride gayet iyi hislerle hatırlayacağımız bir yapım olmuş, yaşam ve ölüm hakkında söylediği anlamlı ve içten sözler, faşizanlık eleştirisi, İsa peygamber göndermeleri derken dolu dolu 2 saat geçiriyorsunuz ve filmi bitirdikten sonra yapım belgeselini de atlamayın derim. Orada gerçek sihrin nasıl yaratıldığını ve insan emeğinin ve çabasının nelere kadir olduğunu görüp türümüz keşke tüm enerjisini böyle güzellikler yaratmaya harcasa diye hayıflanacaksınız. Film küçük yaştaki izleyici dostlarımıza uygun olmakla birlikte anlamayacakları yerler de olacaktır ama birlikte keyif alacağınız kesin.

NOT: 4 / 5

YORUMLAR
Parolamı Unuttum