"Tatlım senin rengin sinema ışığıyla uymuyor, seni baştan yaratacağız."
Devamını okuAçık konuşacağım; son zamanlarda böyle ağır, depresif şeylere pek tahammülüm yok. Neden diye soracağınızı sanmıyorum, yani her şey malum. Zaten başımızı camdan çıkarınca çok da iç açıcı bir dünyaya bakmıyoruz. Ki uzun bir süredir bence bir çoğumuz da kaçış peşinde; gerek oyunlarda, gerek filmlerde, dizilerde…
Böyle bir zamanda çıkmak, post-apokaliptik bir pandemi hikayesi olan Sweet Tooth için büyük riskmiş gibi geliyordu bana ama görünüşe bakılırsa pek de haklı sayılmazmışım. Şimdiden Netflix’in Top 10 listesine oturmuş durumda. Yerini de hak ediyor. Ama neden?
Peçeteleri hazır edelim...
Sweet Tooth bir çizgi roman uyarlaması, fakat Jeff Lemire’ın hem yazarı hem çizeri olduğu seriyle alakanız yoksa bile Sweet Tooth’un dünyasına girmek çok kısa sürüyor. İlk bölüm gerçekten dizinin dünyasını tanıtmak konusunda çok iyi bir iş çıkarıyor.
Ve elbette ki her şey bir pandemiyle başlıyor.
H5G9 adlı ölümcül bir virüsün ortaya çıkmasıyla neredeyse aynı anda yarı insan yarı hayvan, hibrit bebekler doğmaya başlıyor. Bunun ucunun nereye gittiğini görebilmek için dürbüne ihtiyacımız yok tabii. Hibrit çocuğunu bu ayrımcılıktan korumak isteyen bir baba da yarı geyik olan bebeğiyle ormanda bir kulübeye kaçıyor. Fakat Gus’ın hikayesi burada başlamıyor.
Elbette ki sonsuza kadar saklanmak mümkün değil. Büyüdükçe dış dünyayla, annesiyle ve başka insanlarla ilgili soruları artan Gus’ın hikayesi, yarı hayvan insanları yakalayıp satan avcıların kulübelerini bulmasıyla başlıyor.
Kulübede tek başına yaşamaya çalıştığı süre içinde babasının sakladığı sırların bir kısmını daha ortaya çıkaran Gus, Jepperd adlı bir avcının peşine takılıp annesini bulma umuduyla yola çıkıyor.
Ya bir maskeniz bile yok, ölürsünüz tabii hepiniz!!
Bir pandeminin ortasında başka bir pandemi hikayesi izlemek, hele de post-apokaliptik bir pandemi hikayesi izlemek herkese göre olmayabilir elbette. Açık söylemek gerekirse benim de zorlandığım taraflar olmadı değil. Sweet Tooth bazen hikayeyi çok ağırdan alıyor. Bir yandan elbette ki hem Gus tarafında hem H5G9 virüsüne bir çare arayanlar tarafında, birkaç farklı hikayeyi bir anda takip ediyoruz.
Herkesi açmayabilir yani, anlıyorum.
Fakat bu Sweet Tooth’un başarılı bir yapım olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Anlaşılan çizgi romana kıyasla birkaç şey değiştirilmiş fakat yazar Jeff Lemire’ın da projeye dahil olduğunu eklemekte yarar var. Ayrıca orijinal hikayenin hayranlarından da yüksek puanlar almış Sweet Tooth.
Evet, konusu karanlık fakat genç oyuncuların canlandırdığı genç karakterler izlenesi bir hafiflik de katıyor diziye. Özellikle Gus’ı canlandıran Christian Convery’nin ve Jepperd’ı canlandıran Nonso Anozie’nin oyunculukları ve sahnede etkileşimleri çok iyi. Adeta bir Mando ve Bebek Yoda esintileri hissediyorum.
Dizinin çekildiği Yeni Zelanda'nın doğal güzelliklerinin de öbür türlü çok karanlık olabilecek diziyi dengelemekte büyük payı var.
Netflix son zamanlarda kuvvetli uyarlamalar çıkarıyor. Sweet Tooth da onlardan biri. Eğer biraz içinizin burkulmasına itirazınız yoksa, kesinlikle bir şans vermenizi öneririm.
Not: 4/5
Editörün Notu: Ağladığıma değdi. (Yoksa ben mi çok sulu gözüm?)