Birkaç hafta önce kendimi ikinci kez, Lincoln Clay’in intikam ateşiyle ardında kan izleri ve mermi kovanları bıraktığı New Bordeaux’nun sokaklarında buldum. Berkley Gypsy marka arabamın üstüne vuran sabah güneşi ve radyomda çalan The Rolling Stones’un Paint It Black şarkısının kontrastı, aklımdan bir süreliğine geçen, dünyanın nefret, acı ve ölüm dolu olmadığı düşüncelerini kısa sürede çöpe atıyordu. “İçime bakıyorum ve kalbimin siyah olduğunu görüyorum. Kırmızı kapımı görüyorum, siyaha boyamam gerek. Belki böyle gerçeklerden kaçıp, ortadan kaybolabilirİm. Başını kaldırman kolay değil, tüm dünyan siyahken.”
Mafia III çok sorunlu bir oyundu. Oyunun PC’de 30 fps limiti ve korkunç performans sorunlarıyla çıkması, zevksiz yan görevler, kötü yapay zeka ve boş oyun dünyası, Hanger 13’ün söz verdiği açık-dünya oynanışı kalitesinden uzaktı. Ama bu yazının konusu Mafia 3’ün yapamadıkları değil. Birkaç ay önce Lincoln’ün intikam yolculuğunu ikinci kez tamamladığımda farkettim ki, Mafia 3’ün etkileyici bir hikâye anlatım tarzı ve derdi var. Oyun, kağıt üzerinde birbirinden bağımsız ama uygulamada hikâye anlatımını destekleyici dört ana öğeye sahip. İsterseniz hem bunlara bir bakalım, hem de biraz geç olsa da oyunun hakkını verelim.
Vahşi Aksiyon
Mafia 3, dar silah seçimi ve tek düze aksiyon mekanikleriyle işin oynanış kısmında sınıfta kalıyor, buna diyeceğim bir şey yok. Çoğu çatışma Lincoln’ün siper atıp, kendisine doğru düz çizgide koşan düşmanları teker teker öldürmesinden ibaret. Fakat bunların yanında, Mafia 3, belki de bir oyunda gördüğüm en tok vuruş hissine sahip oyunlardan biri. Şimdiye dek sağlam silahları ve vuruş hisleri olan, Mafia 3’den çok daha iyi bir sürü oyun gördük fakat Mafia 3’ün çatışma dinamikleri, oyunun derdini ve anlatmak istediği hikâyeyi dolaylı yoldan harika bir biçimde destekliyor. Bu da bir de Lincoln'ün siması ve yara izini de eklerseniz, ortaya düşmanlarımız için korkutucu bir görüntü çıkıyor.
Düşmanları hızlı ve etkili bir biçimde, pompalı tüfekle tek bir atışta odanın bir ucundan diğerine savurduğunuz bu sistem, Mafia 3’ün alt metinlerinde yatan Vietnam savaşının vahşeti ve o Cehennem çukurunun insanlar üzerinde bıraktığı korkunç yarayı (sizce Lincoln’ün kafasındaki kurşun izi sadece fiziksel bir yarayı mı sembolize ediyor?) ustalıkla destekliyor. Saniyeler içinde biten çatışmalar; arkasında kan, mermi izleri ve barut kokusunun yanında, intikam ateşine bir odun daha atan Lincoln Clay’i bırakıyor.
Oyunculuk
Lincoln’ün oyunun olağanüstü açılış sekansından sonra düştüğü ve oyun boyunca da çıkamadığı dipsiz çukuru; Peder James’in gözlerinden ve sesinin hüzünlü, acıklı ve en önemlisi hâyâl kırıklığıyla dolu tonundan anlayabiliyoruz. Peder’in tek bir bakışında o kadar fazla anlam saklı ki... Amerika’da yıllarca süren siyah ve beyaz kavgası, fakirlik, eski bir dostu kaybetme, Peder’in gözlerinden ekranlarımıza yansımakta. Yalnızca Peder değil, oyundaki diğer yan karakterler; Vito, Danny, Cassandra... Hepsi ,kendilerini seslendiren oyuncuların muhteşem performanslarıyla bize oyunculuk dersi veriyor.
Müzikler
Ah o müzikler! Mafia 3 devasa bir bütçeyle yapılmış bir oyun ve bu bütçenin büyük bir kısmı da dönemin hârika eserlerine harcanmış. The Rollings Stones, Jefferson Airplane ve Steppenwolf gibi efsane gruplar, New Bordeaux’da geçirdiğim süreyi unutulmaz bir hâle getirdi. Bazen kırsalda 50 ile yavaş yavaş giderken radyodan patlayan White Rabbit’le trans hâline geçtim; bazen de aksiyonun tam ortasında kulaklıklarımı patlatıp, ellerimi terleten Paint It Black’le coştum. Mafia 3’ün şarkıları, bir oyunun müziklerinin asla sadece müzik olmadığını anlatan en önemli örneklerden biriydi.
Dönemin Havası
1960’ların sonu Amerika için olduğundan çok siyahiler için çok çalkantılı bir dönemdi. KKK, ırkçılık, fakir mahallerindeki çeşitli çeteler, John F. Kennedy’nin vurulması ve ardından girilen korkunç bir Vietnam savaşı, aktivist Martin Luther King Jr.’ın vurulması... Nefretin hüküm sürdüğü topraklar ve hükümet güçlerinin bu nefreti dizginlemek için sadece kağıt üzerinde bir şeyler yapmaya çalışmasından dolayı ortaya çıkan kaos ortamı, Mafia 3’de ustalıkla ekranlarımıza yansımakta.
Mafia 3 hiçbir zaman, başarılı ve sonunda ana karakterinin mutlu bir şekilde yaşacağı bir intikam hikâye anlatmaya çalışmadı. Kalbi siyaha boyanmış ve kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Lincoln, yolculuğunun başında ona ve yakınlarına haksızlık yapanlara aynı şekilde cevap vermek istiyordu. Fakat Lincoln ilerledikçe, ardında bıraktıkları yalnızca yakınlarının anıları olmadı. Attığı her adımda kabuğu soyulan Lincoln, görevinin sonunda çırıpçıplaktı. Kafasındaki kurşun izi, tüm vücudunu ele geçirmiş ve ona öfkeden başka bir şey hissettirmiyordu. Kontrol edilemeyen, kabına sığmayan, saf öfke. Yolunun sonuna geldiğinde Lincoln’ü bu şehirde tutan hiçbir şey kalmamıştı. Lincoln, kahraman olarak başladığı intikam hikâyesini, şehre öldürmek istediği insanlardan daha çok zarar veren bir kötü olarak noktalamıştı. Peder James, Lincoln’ün yolculuğunu benim asla açıklayamacağım bir ustalıkla anlatıyor:
“Kaçışı olmayan karanlık bir odada tıkalı kaldığınızı düşünün. Sahip olduğunuz tüm korkular, kabuslar o odada sizinle birlikte ve hiçbirinden kaçma şansınız yok. Ama bir gün, öylece birden kapı açılır ve gitmekte özgürsünüzdür. Ama şu var ki, siz çoktan korkularınızı kabullenmişsinizdir. Şimdi de bir yarınız bu odayı geride bırakmaya korkar.”