Netflix’in davetiyle The Electric State’in çıkışından önce filmin yönetmenleri Joe ve Anthony Russo ile, sonrasındaysa filmin baş karakterleri Michelle ve Keats’i oynayan Millie Bobby Brown ve Chris Pratt ile toplu röportajlara katılma fırsatımız oldu.
Kendileriyle Simon Stalenhag’ın dilimizde Sanal Ülke olarak çevrilen resimli hikayesinin adaptasyon sürecini konuştuk.
- İkinize de merhabalar! Orijinal çizgi romanı birkaç yıl önce okumuştum ve bitirdiğimde çok rahatsız edici bir his yaratmıştı bende. Filmi izlediğimde ise tam tersi oldu çünkü, nasıl desem, neredeyse tam olarak kıyamet sonrası değil de, daha çok kıyametin ortasına yerleştirilmiş yürek ısıtan bir hikaye gibi The Electric State. Bu karara nasıl vardınız? Yani orijinal hikayeye baktığınızda ne noktada, biliyor musun, biz bunu daha yumuşak bir hikayeye çevirmeliyiz, dediniz?
Russo’lar: Eh, temalar bizim için önemliydi. Sadık kaldığımız şey o oldu. Çocuklarımız var. Yazar Simon Stalenhag'ın da çocukları var. Ve hepimizin gerçekten önemli bulduğu şey, teknoloji tehlikelerinden en çok etkilenen neslin Z Kuşağı ve küçük çocuklar olmasıydı, değil mi? Teknolojiye karşı en savunmasız olanlar onlar. Bu yüzden tonu değiştirerek filmi, onların izleyebileceği bir hikayeye dönüştürmek istedik. Bence ailelerin filmi birlikte izlemesi önemli.
Ve dünyanın şu anda ihtiyaç duyduğu son şeyin başka bir karanlık, karamsar bilimkurgu filmi olduğunu düşündük. Ve bu filmi umutsuz bir yerde bitirmek istemedik. Bu yüzden tonunu değiştirmek bizler için çok bilinçli bir karardı.
- Filmin aksiyonunun tüm bilimkurgu filmlerinde olduğu gibi gelecekte değil de geçmişte geçmesini ilginç buldum. Sizce Stalenhag neden bu fütüristik senaryoyu geçmişe yerleştirdi? Ve orijinal resimli hikayenin sanatsal vizyonunu uyarlamayı süreci nasıl gelişti?
Russo’lar: Bence Simon Stalenhag'ın grafik romanındaki ve görsellerdeki dikkat çekici şeylerden biri, insanlığın teknolojiyle ilişkisine dair daima biraz kaygı olması. Neredeyse işinde bir korku unsuru var. Ve bence hikayesini geçmişte anlatmasının sebebi, 90'ların dijital dünyamızın şafağı olmasıydı. İnsanlığın bu dijital hayata, bugün birçok şekilde mücadele ettiğimiz bu gizemli dijital hayata ilk sahip olmaya başladığı zamandı. Bu yüzden bence gerçekten de o zamana geri dönmesinin nedeni buydu çünkü bir bakıma “canavarı” evimize davet ettiğimiz zamandı 90’lar.
- Robotların ne kadarı CGI ve ne kadarı pratik efektlerdi? Çok fazla pratik veya CGI olması ve ana karakterlerinizin sette oyuncular olması arasındaki ayrımla nasıl başa çıktınız?
Russo’lar: Evet, yani robotları hayata geçirmek çok emek isteyen bir süreçti. Ama robotların hepsi CG. Robotlarda hiçbir pratik efekt yok. Robotları şu şekilde hallettik; seslendirme sanatçıları çekimlere başlamadan önce performanslarını kaydettiler. Sonra hareket yakalama kıyafetleri giymiş bir oyuncu ekibi sette robotları hayata geçirdi. Yani Millie ve Chris’in bu robotlarla iletişim kurarken karşılarında her zaman etkileşime girebilecekleri aktörler vardı. Sonra CG, hareket yakalama performansının üzerine post prodüksiyonda yerleştirildi ve robotların değişik özelliklerini ve kişiliklerini yaratmak için de bu hareket yakalama performanslarından yardım aldık. Sonra seslendirme sanatçıları artık görsel olarak çekimi görebildikleri için performanslarını yeniden kaydettiler. Yani, daha önce de söylediğimiz gibi, yoğun emek gerektiren, CGI ağırlıklı bir süreçti.
- Sanırım çok fazla zamanımız kalmadı. O nedenle kısa bir soru soracağım. Filme eklemekten en keyif aldığınız sahne hangisiydi? Bilirsiniz, insanların bunu görmesini sabırsızlıkla bekliyorum o sahne mesela…
Anthony Russo: Alışveriş merkezindeki sahne. Alışveriş merkezine ilk geldikleri ve tüm robotlarla ilk kez tanıştıkları sahne. Bence bu filmde gerçekten özel bir sahne. Oz Büyücüsü'ndeki karakterlerinin sonunda Oz’a ulaşması gibi. Film ve izleyici için büyük bir geçiş anı. Ve düzinelerce robot var. Biliyorsunuz, o alışveriş merkezinde yaşayan ve ona tüm kişiliğini veren çok kişiselleştirilmiş robotlar.
Joe Russo: Evet, bence de robotlara ne olduğunun tarihini, robot isyanını ve merkezin nasıl ortaya çıktığını tanıttığımız sekans. Bence bu sekans gerçekten önemli çünkü tarihi, derinliği ve dokusu olan, çok karmaşık bir anlatıya sahip bir dünya yaratmak istedik. Ve filmi yaparken bunu başarmanın tek yolunun bir tür yoğun bir geçmiş sekansı olduğunu fark ettik, sizi bir haber ekibinin bakış açısıyla tarihin içinden geçirdiğimiz bir sekans. Ve bence bu hikayenin dünyasına çok etkili ve gerekli bir giriş.
- Son soru, insanların bu filmden almalarını istediğiniz ders nedir?
Russo’lar: Filmi izlerken çok eğlenmelerini, gülmelerini, ağlamalarını ve en sonunda film bittiğinde belki de düşünceli bir sohbet etmelerini umuyorum.
- Electric State nihayetinde bağ kurmakla ilgili diyebiliriz sanırım. Çekimlerde sizi birbirinize güvenebileceğiniz bu dost ikilisi yapan bağı ne zaman keşfettiniz?
Chris Pratt: Bence prodüksiyonun başlarında bir ara sanırım, ilk birkaç saat boyunca birbirimizi yokluyorduk. Ve sonra, bilirsiniz, hızlı arkadaş olduk. Film setleri genellikle yakın ilişkiler ve uzun süreli dostluklar yaratmak için bir potadır. Ve bence Millie ve ben çok hızlı arkadaş olduk. Bence her zaman birbirimize çok cana yakın davranacağız ve hep de arkadaş kalacağız.
Az önce gözlerini devirdi değil mi?
Millie Bobby Brown: Hayır hayır, olur mu? İç geçirdim sadece ama sana değildi, ciddiyim ya.
Chris P.: Peki seni affettim.
- Bu filmin sizlere nasıl sunulduğunu gerçekten merak ediyorum, çünkü görsel roman oldukça karanlık. Ama bu filmin çok daha neşeli bir havası var. Gerilimden ziyade iyi hissettiren bir film. Yani, biliyorsunuz, The Electric State'i araştırıp karanlık bir hikaye olduğunu gördüğünüzde senaryoyla uyumsuzluk hissettiniz mi?
Chris P.: Hayır, hiç de değil. Bu hikayeyle ilk tanışmam Simon Stalenhag’ın resimlerinin bir derlemesi eşliğinde senaryoyu okumak oldu. Ve çizgi romanın kendisi 90 dakikalık bir anlatıyı destekleyecek bir hikayeye veya hikaye örgüsüne sahip değil, ancak kişiyi bazı sorular sormaya zorluyor.
Ve bence film de insanları bazı sorular sormaya zorluyor. Ancak çoğu zaman izleyicinin kendine bir pay çıkarması gereken bir öyküyü paketlemenin en iyi yolunun eğlence olduğunu düşünüyorum. Gerçekten harika bir hikaye, aile odaklı bir bilim-kurgu, Amerika’nın Batı’sında bir gezinti. Bilirsiniz, harika animasyon unsurları ve daha fazlası... Büyük, blockbuster bir film gibi hissettiriyor ve öyle.
Bu yüzden belki de kişiye teknolojiyle olan ilişkinizi ve alternatif gerçeklik biçimlerine olan bağımlılığınızı ve insanlarla bağ eksikliğimizi, kişilerarası bağlantılarımızı ve bunun gibi şeyleri sorduruyor.
- Aranızda epeyce yaş var, oyunculuk adına birbirinizden bir şeyler öğrendiniz mi?
Millie B.B.: Evet elbette Chris’ten bir şeyler öğrendim. Chris doğaçlamada çok iyi. Ondan kesinlikle doğaçlama konusunda bir şeyler öğrendim, bilirsiniz, senaryo konusunda nasıl daha serbest olabileceğim konusunda mesela.
Chris P.: Herkesin kendine has bir tarzı var, değil mi? Ve Millie'nin tarzı çok içgüdüsel ve çok kendine güvenli, sürecin gidişatına güveniyor ve kendisinden istenen performansı verebileceğine güveniyor. Yani, bilirsiniz, bence yaptığı şeyle ilgili olarak kendine özgüveninde güçlü. Yani evet, onu bir aktör olarak tanıdım. Bu işe yaklaşırken farklı tarzlarımız var ve bunun, yani onun tarzının onun için gerçekten işe yaradığını görebiliyorum.
Ve bu aslında kafamda döndürüp durduğum bir düşünceyi de doğrulamış oldu. Yani, oyunculukta daha iyi olan belirli bir tarz var mı? Bence yok. Bence herkesin kendine göre işe yarayan bir tekniği var.
- Electric State bir kız ve onun bir erkek kardeşi merkezinde dönüyor. Ve biliyorsunuz, yönetmenleriniz de kardeşler. Kardeş dinamiğinin seti nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
Chris P: Kesinlikle çok etkiledi.
Millie B.B.: Çok olumlu bir şekilde. Siz sadece, tam bir aile ortamı. Çocuklarını, eşlerini getiriyorlar. O kadar aile odaklılar ki, sadece ailelerini getirmekle kalmıyorlar, sette aileler kuruyorlar. Ekipleri bir aileye dönüşüyor. Hepimiz aile oluyoruz. Yani ne kadar çekim yaparsak yapalım, bilirsiniz, dört ya da beş ay mıydı? Birbirimize çok derinden bağlıydık. Ve bunun nedeni Russo'ların bir aile ortamı kurmayı bilmeleri.,
- Tüm ekibinize samimi cevaplarınız için teşekkür ederiz.