Previously on Witcher…
Devamını okuShadow & Bone'u (Gölge ve Kemik) yeterince övdüm incelemede, bence bunda kesinlikle bu röportajın ve kitaplarının uyarlamasından bahsederken gözleri parlayan yazar Leigh Bardugo’nun da büyük payı var.
Bir uyarlama yapmak kolay iş değil. Evet, sağımız solumuz uyarlama doldu belki ama bu biraz da bir şeyleri diziye ya da filme hakkıyla uyarlayabilmenin ne kadar zor olduğunun altını çiziyor. Bir grup gazeteci ve yazar, serinin yazarı Leigh Bardugo ve dizi sorumlusu Eric Heisserer’la oturup Shadow & Bone nedir ne değildir birkaç soru sorma fırsatı bulduk. Neden iki seri bir araya gelip tek hikaye oldu, Ravka neresi, neden Çarlık Rusyası…?
Onlar da anlattılar.
(Not: Toplantının ortasında kedim Meci’nin kadraja girmesi Eric Heisserer’in çok hoşuna gitti. Keşke videosunu alıp gönderselerdi, vallahi röportajın en çok paylaşmak istediğim kısmı orasıydı.)
LB: Leigh Bardugo (yazar) - EH: Eric Heisserer (dizi sorumlusu)
- Kitaplara aşina olmayan seyirciler için bize Shadow & Bone’un dünyasını biraz özetleyebilir misin Leigh?
LB: Shadow & Bone, Ravka adında, Çarlık Rusyası'ndan esinlenen bir ülkede geçiyor. Ve bu ülke içi canavarlarla dolu adı The Fold olan bir karanlık tarafından ikiye bölünmüş durumda. Ravka’nın etrafı düşman ülkelerle ve savaşla çevrili; bu sebepten, ülkenin diğer ucuna ulaşmak için bu karanlığın içinden geçmek gerekiyor. Bu görev de genellikle genç ve donanımsız askerlere veriliyor.
Alina Starkov’da bu askerlerden biri, orduda haritacı olarak görev yapıyor, önemli bir rütbesi yok. Ve The Fold’un içinden geçerken bölüğü saldırıya uğrayınca çok büyük bir güce sahip olduğu ortaya çıkıyor. Kısaca özetlemek gerekirse, hikaye işte böyle.
- Fantastik hikayelerde genellikle ortaçağı ve Orta Avrupa’yı andıran dünyalara alışkınız. Acaba Shadow & Bone’u kurgularken Rusya’dan esinleneceğini bilerek mi yazmaya başlamıştın yoksa bunda sonradan mı karar kıldın?
LB: Kurgulamak istediğim hikayenin “Savaş alanında büyü ve silahlar karşılaşsaydı ne olurdu?” sorusunu sormasını istediğimi, 1800’lerin ortalarında ya da sonlarında geçen bir hikaye yazmak istediğimi biliyordum. Çarlık Rusyası benim için çok elverişli bir dönemdi. Slavik kültürlerin etkisine gelecek olursak, fantastik edebiyatın o klasik İngiliz ortaçağ havasından sıyrılmak istediğimi de biliyordum ama bunun yanı sıra Shadow & Bone’daki temalar da; zengin ve fakir kesimler arasındaki ayrım, endüstrileşememiş, bir bakıma çevresinden geri kalmış bir toplum gibi; bu kültürle yorumlanmaya çok uygundu.
- Neden dizi için iki kitap serisini birleştirmeyi seçtiniz acaba? Örneğin neden Grishaverse serisi için bir dizi, Kargalar Meclisi serisi için ikinci bir uyarlama yapmayı tercih etmediniz?
LB: Sanırım bu işin altından kalkabileceğimizi düşündük. Hem serinin halihazırda hayranı olan okurlara da yeni bir şey vermiş olmak istedik. Shadow & Bone bir “seçilmiş kişi” hikayesi; Kargalar Meclisi ise tam tersine dünyanın gözden çıkarılabilir gördüğü, mühim alın yazıları olmayan, kraliyet soyundan gelmeyen, herhangi bir şekilde seçilmiş olmayanların hikayesi. Fakat iki hikayenin de ortak bir noktası var: Aidiyet duygusu; ait olduğun yeri ve insanları bulabilmek. Bu yüzden aslında iki seriyi birleştirmek, bazı zorlukları olduysa da, bize gayet doğal göründü.
EH: Ayrıca ben de şunu eklemek isterim ki, eğer bu karakterleri baştan tanıtmasaydık ileride bağlantılı bir uyarlama yapma şansımız pek olmazdı. Seyircilerin bu karakterleri iş başında görmesi gerek. Evet, bazı karakterlerin ilerleyen zamanlarda kendi yollarına gitmeleri ihtimali hala var. Ama ben öncelikle seyircilerin onlarla tanışmalarını istedim.
- Bağlantılı olarak, şunu da sormak isterim. Neden iki seriyi olaylar aynı anda yaşanıyor olacak şekilde uyarladınız? Kitaplar birbirleriyle bu şekilde bağlantılı değil çünkü.
EH: İlk olarak; Shadow & Bone tarafında ana karakterler varmış, Kargalar Meclisi tarafındaki karakterler de ikinci plandaymış gibi dursun istemedik. O nedenle Kargalar Meclisi’ni diziye yedirirken bir nevi kitabın hikayesinden önce neler olmuş olabileceğini kurgulayıp iki hikayeyi aynı zamana çektik. Ayrıca eğer farklı tarihlerde geçen hikayeleri aynı anda vermeye çalışırsak bunun izleyici açısından çok fazla beyin jimnastiği gerektireceğini düşündük. Öyle olsun istemedik.
LB: Evet, kitaplardaki hikayenin kurallarını yıkmadan önce dizinin kurallarının ne olduğuna karar vermemiz gerekiyordu. İkisini bir arada yürütmeye çalışmak çok zorlu olurdu.
- Size hep merak ettiğin bir şeyi sormak istiyorum. Acaba bir kitabı diziye uyarlamak nasıl bir şey? Zorlukları neler?
EH: Şimdi bu o kadar zor bir iş ki her türlü sıkıntıdan bahsetmeye çalışsak herhalde önümüzdeki bir saat sadece bundan bahsetmemiz gerekir. Ama bence bir uyarlamaya başlarken şöyle değişik bir yaklaşım izlemek daha doğru: Fırsata çevirebileceğimiz şeyler neler? Çünkü zorluklar her halükarda olacak.
Örneğin Shadow & Bone’un birinci tekil şahıs olarak yazılması bizim için bir artıydı. Alina bir yerdeyken diğer karakterlerin neler yapıyor olduklarını kendimizce kurgulayabilmemizi sağlıyordu. Ayrıca çok yetenekli bir çok kişiyle çalışıyoruz; örneğin kostüm tasarımcımız Wendy. Kitaplardaki hikayeyi, kıyafet ve mekan betimlemelerini alıp üstüne kendi tecrübelerini koyuyorlar, “Aa! Bakın bu dizayn aklıma daha önce yaptığım şu işi getirdi,” gibi. Bu fikirlere ve tecrübelere kulak vermek de uyarlama dünyasını yaratırken çok önemli.
- Eric, sen Shadow & Bone serisini dizi işine kalkışmadan önce okumuştun. Acaba Leigh ile aranızda anlaşamadığınız yerler oldu mu? Bazı sahneleri ya da karakterleri nasıl yansıtacağınızla ilgili mesela?
ER: Elbette! Bir sürü şey hakkında fikir ayrılığına düştük. Bunu belirli sahneleri örnek vermeden nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Ama sanırım en ilginç hikayeler, olaylar ikimizin de öngöremediği yerlere gittiğinde oldu. Bazen olaylar ikimizin de “Vay be, bu hiç aklıma gelmemişti,” dediği yerlere gitti ama bu yeni fikirler seriye çok iyi uyum sağlıyordu. Bizde o fikirleri kullanmayı yeğledik.
- Peki ya kitaplarda hiç karşılaşmamış karakterlerin diyaloglarını yazmak nasıl bir şeydi?
EH: Şimdi buna bir hayran cevabı bir de yapımcı cevabı verebilirim, hangisini istersin? Ama eninde sonunda yapmaya çalıştığımız şey karakterlere sadık kalmaktı. Elbette iş olaylara gelince biraz yaratıcılığımızı kullanmamız gerekti fakat karakterlerin alışık olduğumuz tavır ve davranışlarından taviz vermemeye çalıştık.
LB: Spoiler vermeden bu soruya cevap vermek gerçekten çok zor ama ben ortaya çıkan şeyi çok beğendiğimi söylemeliyim. Çünkü kitaplar yazılıp bitmiş durumda. “Acaba” denebilecek bir yerleri yok. Eric ve yazarları o kapalı kapıların hepsini yeniden açıp, olaylar ve karakterler karşısında “acaba” deme fırsatını buldular. Ve bence çok iyi bir iş çıkardılar.
- Leigh, yarattığın dünyanın hayat bulmasını seyretmek nasıl bir duygu?
LB: Şey, çılgıncaydı. Daha önce hiç bir dizi ya da film setinde bulunmamıştım. İlk başta bunun ne kadar büyük bir iş olacağını anlayabildiğimi düşünmüyorum; bir sette beş - on kişi, belki bir makyöz falan olacağını hayal etmiştim. Budapeşte’deki sete varıp da bu diziyi gerçekleştirmek için ne kadar çok insanın bir araya gelmesi gerektiğini; setleri, kostüm tasarımcımız Wendy’nin (Wendy Patridge) odasındaki onlarca sanat harikası kostümü görmek gerçekten nefes kesiciydi.
Ve gerçekten, serinin ilk bölümünü bitmiş görene kadar fantastik bir seriyi dizi haline getirmenin ne denli büyük bir iş olduğunu tam olarak kavrayamamıştım. Harikaydı.
- Dizi için özel olarak yaratılmış bir Ravka dili var. Bu dili yaratmak için Game of Thrones için Dothraki dilini yaratan David J. Peterson’la birlikte çalışmışsınız. Bir dil yaratmak nasıl bir şeydi?
LB: Ben büyük bir Game of Thrones hayranıyım. David’le de henüz ben basılı bir yazar bile değilken, Dothraki üzerine konuştuğu bir panelde tanışmıştık. Ve o zamandan beri de arkadaş kaldık. Eskiden beri bir gün benim de bir kitap uyarlamam olursa onun üzerinde çalışacağı konusunda şakalaşırdık. Çok eğlenceli bir iş birliğiydi. Elbette benim kitapları yazarken aldığım bazı kararların değiştirilmesi gerekti fakat benim kafamdaki dil fikrine sadık kalmak için elinden geleni yaptı.
Maalesef dizide o kadar da sık konuşulduğunu duymuyoruz ama Ravka dışında Kirche ve Fjerdan dillerini de geliştirdi. Gerçekten serinin dünyasına en sadık kalacak, en iyi şekilde uyum sağlayacak dilleri yaratmak konusunda çok çalıştı. Bu kelimeler kullanmaktan hep çekinirim ama gerçekten bir rüyanın gerçekleşmesi gibiydi.
- Peki ya yarattığın karakterleri karşında görmek nasıl bir duygu? Özellikle Ben ve Freddy’nin çok iyi oyuncu seçimleri olduğunu düşünüyorum.
LB: Açıkçası kafamdaki karakterlere oyuncu bulma fikri başta çok korkutucuydu. Ama sonuç itibariyle mükemmel görünen karakteri bulma fikrinden vazgeçip, karakterin ruhunu yansıtabilecek oyuncuyu bulmamız gerekiyordu. Evet, Ben ve Freddy gerçekten çok yakışıklılar ama aynı zamanda da karakterlerinin ruhunu gerçekten çok iyi yansıtıyorlar.
Örneğin Ben çok kolay karikatürize görünebilecek bir karaktere oyunculuğuyla inanılmaz bir ağırlık katıyor. Gerçekten çok yetenekli oyunculara ihtiyacımız vardı ve onları bulduk, bu konuda çok şanslıyız. Benim bile kafamda karakterleri nasıl canlandırdığımı etkilemeye başladılar.
- Shadow & Bone’u izlerken Ravka’nın ve çevresindeki ülkelerin arasındaki politik gerilimin ve ırkçılığın ne kadar net ortaya konduğunu gördüğümde gerçekten şaşırdım. Bu gerilimi açıkça anlatma fikrinizden biraz bahseder misiniz?
LB: Açıkçası ırkçılık hakkında bir hikaye anlatmak için yola çıktığımızı düşünmüyorum. Fakat anlattığımız hikayeyi de dürüstçe anlatmak istedik. Ve eğer savaşan uluslar ve şaibeli ülke sınırları üzerinden ilerleyen bir hikaye anlatacaksanız bu tür bir savaşın ortaya çıkaracağı gerilimi ve önyargıları da anlatmak zorundasınız. Anlattığımız hikayenin izleyicilere karşı dürüst olmasıyla alakalı bir karardı bu.
- Leigh, kapılarını herkese açan bir fantastik seri yaratmak istediğini daha önce de söylemiştin. Son olarak bunun senin için ne anlama geldiğinden biraz bahsedebilir misin?
LB: Shadow & Bone’u (Grishaverse’in ilk kitabı) yazarken okuyarak büyüdüğüm fantastik serilerin yansımalarını fazlasıyla kullandığımdan hep bahsederim ve o seriler de fazlasıyla beyaz ve fazlasıyla heteroseksüeldi. O serilerin izleri gerçekten hissediliyor.
Fakat bir yazar olarak gelişip büyüdükçe, yazdığım fantastik serilerde kendi çevremde gördüğüm dünyayı yansıtmak istedim; ki o dünya da ne fazlasıyla beyaz ne de fazlasıyla heteroseksüeldi. Her türlü insanı barındıran bir dünya yaratma düşüncesi benim için bu yüzden önemliydi. Açıkçası romantizmin, maceraların ve büyünün sadece belirli bir kesim insana ait olabileceği düşüncesinden nefret ediyorum. Ve benim kitaplarımın okurlara böyle hissettirmemesi için çok uğraştım.
Leigh Bardugo ve Eric Heisserer'e sorularımızı cevapladığı için teşekkür ederiz.