2013 yılında üstat Shinji Mikami yeni bir hayatta kalma korku oyunu üzerinde çalışıyor haberleri çıkınca içime bir titreme gelmişti. Bilmeyenleriniz için hatırlatayım, kendisi Resident Evil ve Dino Crisis serilerinin yaratıcısıdır. İlk Resi’den sonra dördüncü oyunu yönetmesi ve ardından aksiyon oyunu Vanquish’le ortamlara tekrar girmesi, Mikami’nin işin korku yönünde olduğu kadar aksiyon kısmında da ustalığını göstermekte. The Evil Within birçok yönüyle safkan bir korku oyunu olsa da ikinci oyunda korkudan biraz ödün verip ölçeği büyüterek ortaya işin aksiyon ve gizlilik kısmına eğilen bir oyun çıkarılmış.
İlk oyunun odun başkarakteri Sebastian, The Evil Within’deki olaylardan üç yıl sonra kendini tekrar Mobius’un pençelerinde buluyor. Kapalı alanda siyah filtre güneş gözlüğüyle dolaşan klasik bir ‘Japon oyunlarındaki kötü adamlar’la dolu Mobius, STEM adındaki bir teknolojiye sahip. İnsanların bilinçlerini dijital ortamda birleştirebilen bu sistem, çalışmak için bir çekirdeğe ihtiyaç duymakta. Peki bu çekirdek kim? Tabii ki de Sebastian’ın, ilk oyundaki olaylardan önce evinde çıktığı yangında öldüğünü sandığı küçük kızı, Lily.
Oyun bütün hikâye boyunca Sebastian'a vicdan yapıyor.
Mobius, ilk oyunda faciayla sonuçlanan Beacon Hastanesi STEM deneyinden ders almamış olacak ki, bu sefer işi biraz daha büyütüp koca bir Amerikan kasabası tasarlamış. Sağdan soldan kaçırdıkları insanları Union adındaki bu kasabaya yerleştirip, birleşik bilinç deneyleri yapan Mobius’un bu sefer Sebastian’a ihtiyacı var. Çekirdek Lily’nin STEM sisteminde kaybolmasıyla bütün deney büyük bir tehlike altına girince, yine ilk oyundan tanıyacağımız çifte ajan Kidman’ın zorlamasıyla Mobius, Sebastian’ı bir kez daha STEM sistemine sokma kararı alıyor. Bu bilinç dünyasına adımımızı attığımızdaysa işlerin tam olarak Beacon deneyiyle aynı bir şekilde gittiğini görüyoruz. Anlayacağınız, Cehenneme gidip dönen Sebastian, bu sefer kızını kurtarmak için bu yolculuğu tekrar yapmak zorunda kalıyor.
Mikami, ilk oyunun kompakt atmosferi ve düz oynanışını biraz değiştirmiş. Her ne kadar oyun yine bölümlere ayrılmış olsa da elimizde iki farklı yarı açık dünya haritası var. Oyunun ilk iki bölümü tam bir “koridor korku oyunu“gibi gitse de, üçüncü bölümde karşıma çıkan açık dünya beni şaşırttı. STEM’in yarattığı ortam, klasik bir “küçük Amerikan kasabası”. Müstakil evler, benzin istasyonu, iki üç lokanta, ufak bir bar, dar sokaklar ve tabii ki bolca yaratık. Her taraf mermi ve eşya yapım parçalarıyla dolu. Yapabileceğiniz yan görevler, toplayabileceğiniz dokümanlar ve izleyebileceğiniz anı parçacıkları kasabaya dağılmış durumda. Ama bir yandan da bazı bölümler ilk The Evil Within’i andıran dar koridorlar, yaratık kovalamacaları ve boss dövüşleriyle dolu. Açık bölümlerde aman mermimi saklayayım, aman köşe bucak loot bulayım derken tempoyu bir güzel düşürdükten sonra, kendimi aniden hikâyeyi ilerletme odaklı düz koridor segmentlerinde bulmam en başta biraz rahatsız edici olsa, oyunun derdini ve anlatmak istediği hikâyeyi anladığımda, bu inişli çıkışlı temponun The Evil Within 2’nin zarardan çok yararına işlediğinin farkına vardım. The Evil Within 2 ne tempoyu tamamı ile kendi devralıp oyuncuyu boğuyor; ne de kontrolü oyuncuya bırakıp tansiyondan ödün veriyor. Oynanışta bulunan bu nokta, hikâye anlatımıyla da birleşince başından kalkmadan 8 saat oynayabileceğiniz bir oyun olmuş (kendimden biliyorum).
Dediğim gibi açık dünya bölümlerindeki oynanış daha yavaş ve metodik. Zaten çoğu sefer size verilen görevler nedeniyle haritanın bir ucundan diğer ucuna gitmek zorunda kaldığınız için hem tehlikeye girmemek hem de mermi tasarrufu yapmak adında gizliliğe önem vererek ilerlemek durumundasınız. Bu sırada telsizinize düşen sinyallerin peşinden giderek yeni görevler, hikâye parçacıkları ve loot bulabiliyorsunuz. Açık dünya haritalarında, bir bölgeyi yaratıklardan temizlediğinizde orası temizlenmiş oluyor bundan dolayı da gerilim biraz daha düşük. Ya da isterseniz yavaş yavaş yaratıklarından etrafından da dolaşıp aksiyonu komple bypass edebilirsiniz. Fakat burada beni rahatsız eden bir şey var ki, o da oyunun açık bir şekilde hile yapıyor olması. Önünüzdeki iki üç kişilik yaratık grubunun etrafından dolaşmak istiyorsanız genellikle elinizde maksimum üç ayrı seçenek oluyor. Oyun bazen sizin gittiğiniz yolu algılayıp, yaratıkları çok hızlı bir şekilde oraya kaydırıyor. Bu teoriyi test etmek için yaratıklardan çok uzaktan sağ sol yaparak farklı caddelerin girişlerine gir çık yaptım ve yaratıklar her seferinde büyülü bir şekilde benim nereden gideceğimi önceden kestirip depar atarak yolumu kesmeye geldiler. Bu naylon gerilim yaratma çabası sana hiç yakışmadı Mikami.
The Evil Within 2’nin esas parladığı anlarsa hikâyenin hızlı bir şekilde aktığı klasik korku bölümleri. Çıkışını aktive etmek için bir ucundan bir ucuna gitmek zorunda olduğunuz dar mekanlar ve aniden karşınıza çıkan grotesk yaratıklı bölümler aradığım safkan korku atmosferine girmemi sağladı. Oyunun 14 saatlik oynanış süresinde bu sekanslarda geçirdiğim süre yaklaşık 4-5 saat civarıydı. Gerisi açık dünya haritalarında loot toplamak ve yaratıklardan kaçmakla geçti. Bu size garip bir oran gibi gelebilir ama yaratılan gerilim/korku dengesi The Evil Within 2’nin en başarılı özelliklerinden biri.
Pazartesi sabahları ben.
Beni en çok şaşırtan şey oyunun olgun hikâyesi oldu. Oyun her ne kadar “yardıma ihtiyaç duyan birini kurtar,” konseptiyle başlasa da, son çeyreğinde Sebastian’ın kendini affetmesi ve şeytanlarını yenmesi üzerine kayan hikâyesi; oyunun insanların doğası, sahip olamayacağımız güçler gibi konulara değinmesiyle başarılı ve tatmin edici bir bitiş yaptı. Ortada çok sağlam bir aile dramı var ve her ne kadar Sebastian ve ses aktörü odun olsa da, yan karakterler ve onların hikâyeleri bu dünyanın anlatmak istediklerini başarılı bir şekilde ekrana yansıtabilmiş.
The Evil Within 2 bazı konularda abisini geride bıraksa da bazı konularda da kafasının arkasına şaplağı yemekte. İlk oyunun en hayranlık duyandıran özellikleri muhteşem sanat tasarımı ve atmosferiydi. The Evil Within 2, zamanın çoğunu açık dünyada geçirerek ikisinden de biraz feragat etmiş. Oyunun klasik korku oyunu bölümleri ikinci yarısındaki “Abi hikâyeyi bitirmemiz lazım,” gazıyla yapılmış son dört bölüme bırakılmış. İlk oyundaki, kasa kafalı eleman ve örümcek kadın gibi mide bulandırıcı boss tasarımlarının yerinde de yeller esmekte. Zaten çok fazla boss dövüşü olmayan oyun, olan boss'ların da ilhamsız sanat ve dövüş tasarımları nedeniyle bu konuda sınıfta kalıyor.
Fakat beni en çok rahatsız eden mevzu kütük kontroller oldu. Her ne kadar etraftan topladığınız yeşil jelle Sebastian’ın nişan alması dahil birçok özelliğini geliştirebiliyor olsanız da, ilk oyundaki problemler The Evil Within 2’de de devam ediyor. Animasyon önceliği olan; bir yerden zıplama, yerden eşya toplama, kutu kırma gibi hareketler çoğu zaman Sebastian’ın spazm geçirmesine neden olabiliyor. Bir keresinde yerden mermi toplayacağım diye eğilirken oyun Sebastian’ı sebepsiz yere 40 metre öteye fırlattı. Yine aynı şekilde siper alma ve gizli bir şekilde yaratık öldürme sistemleri de tam bir Bug-Fest 2017. Bu ve bunun gibi animasyon sıkıntıları oyunda gırla gitmekte ne yazık ki.
Merdiven altı dişçiye gidin dediniz... Ucuza gelir dediniz...
Animasyonun yanında, yine ilk oyundaki performans sorunları da The Evil Within 2’de baş göstermekte. Merak etmeyin bu sefer ekranın %40’ını götüren siyah çizgiler yok ama tam olarak optimize edilmemiş ve işlemcini gücünün yarısını kullanan bir oyun moturu var. Ofisteki SLI 1080’li inceleme makinemizde sorun yaşamasam da evdeki 980ti ve i7 6700K’lı PC’mde ne yapsam yapayım sabit 60 fps’yi göremedim. Açık dünyada hızlı bir şekilde döndüğümde ortaya çıkan ani fps düşüşleri sonrasında oyunun işlemcinin çok az bir kısmını kullandığını fark ettim. Yurt dışındaki forumlardaki oyuncular da aynı sorunlardan mustarip. Umarım yakın zamanda bir performans yaması görürüz.
The Evil Within 2 ilk oyundan biraz daha farklı olmuş. Eğer aradığınız 5-6 saatlik sağlam bir korku oyunuysa hâyâl kırıklığına uğramanız işten bile değil. The Evil Within 2’ye çok iyi bir gizlilik/gerilim oyunu olarak değerlendirmenizi tavsiye ederim. Her ne kadar performans ve animasyon sorunları oyun zevkimi biraz düşürse de Sebastian’ın hikâyesi, STEM sisteminin arka planında dönen olaylar, yarı açık dünya oynanışı ve sağlam karakterler The Evil Within 2’de geçirdiğim 14 saati çok zevkli kıldı. Nasıl ki Resident Evil 4, serinin önceki oyunlarından daha farklı bir oynanış sunuyordu; The Evil Within 2’ye de aynı gözle bakarsanız potansiyel hâyâl kırıklıklarının önüne geçmiş olursunuz.
Artılar:
- Yarı açık dünya oynanışı oyuna farklı bir çehre kazandırmış.
- Rahatsız edici düşman tasarımları.
- Başarılı hikâye ve destekleyici karakterler.
Eksiler:
- Performans ve animasyon sorunları.
- İlk The Evil Within gibi bir oyun bekleyenler hâyâl kırıklığına uğrayabilir.
- Boss dövüşleri tatmine edici değil.
- Yaratık yapay zekasını telafi etmek ve zorluğu suni bir şekilde arttırmak için oyun bazen hile yapıyor.
SON KARAR: Belki bu sefer en ince ayrıntısına kadar detaylı bir şekilde tasarlanmış bölümler ve kalp krizi sebebi korku sahneleri yok ama The Evil Within 2 hikâyesi ve oynanış dinamikleriyle kendi ayakları üstünde durmayı başarabiliyor. Fakat Steam'deki 266 TL'lik fiyatına değer mi diye sorarsanız... İndirim bekleyin derim.
Oyunu, Türk Telekom faturanıza 12 ay taksit ile, Playstore'dan satın alabilirsiniz.