Farklı dünyalar, farklı roller.
Devamını okuBeton yığınlarının gökyüzünü kapattığı şehirlere, paranın tek belirleyici olduğu sistemin çarklarını çevirmeye alıştı artık modern insan. Hayatta kalmak artık paraya endeksli. Peki her zaman böyle miydi? Modern insanın ataları nasıl hayatta kalıyordu? Ancestors: The Humankind Odyssey’de bunu birebir deneyimleyerek görebilirsiniz.
Oyun, adından da anlaşılacağı üzere bir yol hikâyesi. Tamamen bilimsel gerçeklere dayanan oyunda, adım adım evrime şahit oluyoruz. Yolculuğumuz bundan 10 milyon yıl önce, Afrika’nın cangıllarında başlıyor. İlk 15 dakikada oyun size yapmanız gerekenleri söylüyor ve ufak tefek eğitim yazıları çıkarıyor karşınıza. Sonrasında ise elinizi tamamen bırakıyor. Hatta elinizi bırakmakla da kalmıyor, sizi direkt cangılın içine itiyor desem yanlış olmaz. “Yardım” ekranında genel bilgilere ulaşabiliyor olsanız da, oyun hiçbir şekilde size ne yapmanız, nasıl ilerlemeniz gerektiğini söylemiyor ve bunu bilinçli yapıyor. Çünkü amaç, sizin 10 milyon yıl öncesinin Afrika’sında hayatta kalmaya çalışan bir hominid (büyük insansı maymunlara verilen genel isim) gibi düşünebilmeniz ve hissedebilmeniz. Oyunun bu amacı eksiksiz bir şekilde yerine getirdiğini çok net söyleyebilirim.
El değmemiş doğada hominid olmak
Her şeyden önce atmosfer şahane. Homo sapiens’in henüz ortalarda olmadığı zamanlarda doğanın halini bir düşünün. İster istemez derin bir nefes aldınız değil mi? Oyunu oynarken de alacaksınız. Uçsuz bucaksız ormanlar, nehirler, göller, bataklıklar, geniş çayırlık alanlar... Gezinirken içiniz açılacak, o havayı solumak isteyeceksiniz. Yalnızca görsellik değil, özelikle kulaklıkla oynarsanız etraftaki sesler de orada hissetmenizi sağlayacak üstelik. Yani atmosferi ne kadar övsem az kalır, muazzam bir iş başarmış Panache Digital Games (yapımcının, Assassin’s Creed’in yaratıcısı olduğunu da ekleyeyim buraya). Güzel olan bir diğer şey de bu muhteşem doğanın uçsuz bucaksız olması. Oyun alanı aşırı büyük ve tamamen açık dünya olarak tasarlanmış. Hiçbir sınır yok, gördüğünüz her yere gidebilirsiniz. Buradan da keşif hissine geliyoruz. Oyunun size Afrika’da bir hominid olmanın nasıl bir şey olduğunu hissettirmekte çok başarılı olduğunu belirtmiştim. Hayatta kalabilmek ve keşif yapabilmek için tam olarak kontrol ettiğiniz hominid gibi düşünmeniz gerekiyor. Eh bu da aslında oyunu modern insanın zekasına sahip bir hominid simülasyonu yapıyor. İki taşı birbirine sürtseniz ne olur mesela? Aklınıza gelen her şeyi deneyebilirsiniz ve çok basit bir şey keşfetseniz de verdiği ilerleme hissi çok tatmin edici oluyor. Bu ilerleme aynı zamanda evrimsel ilerleme anlamına da geliyor. Evrimde ilerleme diye bir “amaç” yoktur, her şey adaptasyona ve güçlü olan canlının genlerinin aktarılmasına bağlıdır, ama oyundaki amacımız modern insana doğru ilerlemek olduğu için bu tabiri kullanıyorum.
Bir şeyler keşfettikçe nöron bağlantılarınız gelişiyor ve yeni yetenekler açıyorsunuz. Ancak nöron bağlantılarınızın gelişmesi için etrafınızda bir çocuk olması gerekli. Yeni öğrenilen becerileri ancak çocuklarla gelecek nesillere aktaracaksınız çünkü. Yetenek seçtiğiniz ekran, rol yapma oyunlarındaki klasik yetenek ağacı şeklinde. Yetenekler zeka, el becerisi, savaşma/kaçınma becerisi, duyular gibi alanlara ayrılmış durumda. Bazı yetenekler, mutasyonla otomatik olarak gelişirken diğerlerinin ulaşılabilir hale gelmesi için o alanda aktif olmanız gerekli. Örneğin duyularınızın gelişebilmesi için etrafı keşfederken sık sık duyma ve koklama duyularınızı kullanmanız gerekli. Açtığınız her yeni nöron bağlantısıyla daha fazla gelişiyor, bu bağlantıları da yeni nesle aktarak kalıcı hale getiriyorsunuz. Evrimleşme için ise, başarım şeklinde tasarlanmış eylemleri tamamlamanız gerekiyor. Bu başarımların her biri sizi 25 bin yıl ileri atıyor örneğin. Atlamış olduğunuz yıla ve nöron bağlantılarınıza göre ise farklı bir türe geçiş yapıyorsunuz. En başta da belirttiğim gibi, türlerin hepsi bilimsel kayıtlara geçmiş, milyonlarca yıl önce gerçekten yaşamış olan türler. Özellikle evrime merakınız varsa bu türleri kontrol edebiliyor olmak muhteşem bir his.
Ah bu kedi soyu yok mu...
Doğa çok huzur verici olsa da yırtıcı hayvanlar pek öyle değil elbette. Yeni keşfettiğim bir gölün etrafını gezerken, muhteşem manzaraya dalmış halde ekran görüntüleri aldığım sırada, aniden sudan fırlayan timsah ile “o ne lan” diye çığlık attığımı utanmadan itiraf ediyorum. Özellikle kaplanlar ve panterler sizi oyunun başlarında canınızdan bezdirebilir. Evdeki iki kedimden soğuyacak noktaya geldim hatta, o derece. Henüz kendinizi hayvanlara karşı savunabilecek kadar güçlü olmadığınız dönemde ağaç tepelerinde gezmenizi tavsiye ediyorum, sonuçta gerçekte de atalarımızın ağaç tepelerinde gezmesinin sebeplerinden biri bu hayvanlardan korunmaktı. Biraz saldırı nöronlarını geliştirdikten ve doğru zamanlama yapmayı öğrendikten sonra ise bütün yırtıcılara “gel gel” diyecek hale geleceksiniz, merak etmeyin.
Doğru zamanlama demişken biraz kontrollerden de söz etmenin vakti geldi. Oyun sizi gamepad ile oynamanızı öneren bir yazı ile karşılıyor, ben her zaman klavyeyi tercih ettiğimden bu öneriye “yav he he” deyip geçtim, ama klavye ile biraz sinirim bozulunca gamepad’i denemeye karar verdim ve yapımcılara hak verdim. Klavyeyle oynamak da imkansız değil ama maalesef oyun tamamen gamepad ile oynama üzerine geliştirilmiş gibi duruyor. Kontrollere alışmak gamepad ile bile biraz zaman gerektirebilir ayrıca. Özellikle bir nesneyi sağ elden sol ele geçirme, bırakma, yerden alma gibi eylemleri o kadar sık birbirine karıştırdım ki gerçekten bir hominid seviyesine indim diyebilirim.
Bilinmeyenin korkusu
Klanınızdaki her hominid’in belli bir yaşam süresi, dayanıklılık ve dopamin seviyesi var. Klanınız ne kadar kalabalıksa o kadar güçlüsünüz demektir ayrıca, çünkü klandaki son üye de ölünce nesliniz tükenmiş oluyor. Klandaki her dişinin maksimum 2 çocuğu olabiliyor. Her yeni nesilde ilk iş bütün dişilerin doğurmasını sağlayın o yüzden. Hominid’lerin yaşam süresi yemek, su ve uyku ihtiyaçlarına göre, ayrıca zehirlenme, kanama, kırık kemikler gibi etkenlere bağlı olarak değişiyor. Eğer sürü halinde dolaşıyorsanız klan üyelerinizin kanama, zehirlenme gibi durumlarına dikkat etmelisiniz. Dopamin seviyesinin ise ayrı bir önemi var. Yerleşim yerinizden uzaklaştığınız zaman, bilmediğiniz yerlere girmiş oluyorsunuz ve bu da korkuya sebep oluyor. Dopamin seviyeniz tamamen bitene kadar kısa bir süreniz var, bu sürede etrafta ne var ne yok ortaya çıkardıktan sonra mat beyaz bir ışıkla gösterilen yere ulaştığınızda korkunuzu yenmiş ve yaşam alanınızı da genişletmiş oluyorsunuz. Ama gerekli sürede bunu yapamazsanız, hominid histeriye girerek hafiften kafayı sıyırıyor (anksiyeteden 10 milyon yıl önce de kaçış yok!). Aynı şey, yırtıcı hayvanların etrafında çok uzun süre kalırsanız da oluyor. Bu panik ve korku hallerinde etraf kararıyor, korkunç yaratık görüntüleri ve seslerinden oluşan bir sanrılar denizinde yüzüyorsunuz adeta. Oyun size bu anları da gayet güzel yaşatıyor anlayacağınız.
Ancestors: The Humankind Odyssey, aşırı uzun soluklu bir oyun. Eh, 10 milyon yıllık bir evrim sürecinden söz ediyoruz sonuçta. Ama yaklaşık 50 saat oynamış olmama rağmen hâlâ bağımlı gibi oynamak istiyorum. Çünkü keşif ve merak duygusuyla birlikte muhteşem tasarlanmış doğa sizi fena halde kendine çekiyor. Modern insanın atalarının ne çileler çektiğini deneyimlemek de aslında şu an ne kadar rahat yaşamlarımız olduğunu fark etmemize olanak sağlıyor ayrıca :P
Evrime ilgi duymasanız bile, keşif ağırlıklı hayatta kalma oyunlarını seviyorsanız mutlaka şans vermeniz gereken bir oyun Ancestors. PC’de Epic Games’e özel olarak piyayasa çıktığını, Steam’e 2020’de, konsollara ise Aralık ayında geleceğini de ekleyeyim.
Başlıklar
Yalnızca evrimle alakalı bir oyun olarak değil, aynı zamanda keşfe dayalı bir hayatta kalma oyunu olarak da çok başarılı. Sırf terapi etkisi yapan atmosferi için bile oynanır.
Harika tasarlanmış, alabildiğine geniş dünya
Çok başarılı, içine çeken atmosfer
Sesler ve müzikler
Keşif ve ilerleme hissi
Bilimsel gerçeklere dayanması
- Kontrollere alışmak biraz uzun sürüyor
- Aşırı uzun soluklu olması sıkabilir
Burada kimsenin fikrinin değişeceğine kani değilim. Kendi adıma farklı görüşlerin epey bir araştırmasını yapmıştım, epey okumuştum. Fakat ikna olamadım, bililmsel bulgular çok yetersiz geldi. Elbette katılmayabilirsiniz, bunlar da benim görüşüm. Ama tartışmak iyidir, farklı ve zıt kaynaklara bakarak kişi kararı her konuda kendi verse daha iyi olur kanaatindeyim.Burada sadece Java Adamı 'na değinelim.Çoğu kişi muhtemelen görmüştür,eğilmiş bir maymunun yavaş yavaş doğrularak ilerleyip insan şeklini aldığı resim. Evrimin ikonlarından biri.Java adamı, meşhur bir insan fosili. 1891’de Endonezya’nın Java adalarında bulunmuştu. Maymunla insan arasında, evrimcilerin mütemadiyen aradıkları kayıp halkayı temsil ediyordu. İnsanlarla maymunlar arasında geçişi simgeleyen tek insan fosili olarak bakılıyordu.Ne var ki, fosili bulan Hollandalı E. Dubois, 1930’larda onu dev bir gibona benzetecekti. Ayrıca konuyla alakalı bir yazar şunu söyleyecekti: “Ortada, bir kafatası başlığı, bir uyluk kemiği, üç adet diş ve büyük bir hayal kurmadan başka bir şey yok!” Yani Java adamı, bir hayal ürünüydü. Birileri oturmuş, Darwin’i haklı çıkarmak için, parçaları bulunan varlığın neye benzediğini düşünerek ortaya böyle garip bir insanımsı çıkarmıştı. Daha sonra kafa tası ile uyluk kemiğinin aynı fosile ait olmadığı anlaşıldı.Cambridge Üniversitesi ’nden S. A. Keith, kafatasının insana ait olduğunu, fakat bunun bugünkü insanlarda dahi bulunabileceğini söylüyordu. Böylece, o, bulunan fosilin bir kayıp halka olduğunu reddediyordu.Dahası, Dubois’i desteklemek için araştırma yapan evrimci 19 kişilik bir grup, 342 sayfalık şu bilimsel raporu yayımladılar: "Java adamı, insan evriminin bir parçası değildir." Buna rağmen Times dergisi 1994 yılında onu insanın atası olarak tanıtmıştı (Times ın o nüshasını hatırlayanlar olacaktır).Bu noktada J. Wells’in bir tespiti var: “Eldeki bütün fosillerin sadece çok az bir kısmı insanın atası olduğuna inanılan varlıklara ait. Genellikle elde sadece bir kemik parçası ya da bir diş oluyor. Bu da Darwin’in teorisine uygun bir varlık hayal etmek için yeterli oluyor.”J. Wells, fosil parçaları üzerinden nasıl evrim kurgulandığını şöyle örneklendiriyor: N.Geographic, Kenya’da bulunan yedi tane yüz fosilini, dört sanatçıya göstererek, bu parçalardan nasıl bir canlı hayal edebileceklerini sordu. Dört sanatçı da ayrı ayrı canlılar çizdiler!Nature dergisinin baş bilim editörü İngiliz Henry Gee (1999): “Hiç bir fosil nüfus kağıdıyla gömülmez. Fosilleri ayıran zaman aralıkları o kadar uzundur ki, atalık ve türeme yoluyla onların bağlantıları hakkında hiç bir şey söyleyemeyiz.”(İngiliz paleontolog ve evrimci biyolog) H.Gee: “10 milyon ile 15 milyon yıl öncesi arasındaki (bir kaç bin canlı neslini kapsar), insan evrimi ile ilgili bulgular, bir kutucuğu ancak doldurur.” Yani 5 milyonluk süreye ait insan fosili bulguları azıcık bir şey ama maalesef hayal edilen çok.H.Gee, itirafa devam eder: “Bir dizi fosili alıp sonra onların bir silsileyi temsil ettiğini savunmak, test edilebilir bilimsel bir hipotez değildir. Çocukları uyutmak için anlatılan masal gibidir. Eğlendirir ama asla bilimsel değildir.”Peki bunlar ışığında, yukarıda da değindiğim gibi bazı bulguların hayal mahsulü olduğunu taraf olanlar bile itiraf etmişken, nasıl oluyor da bilim adamları insanın evrimine inanabiliyorlar? Wells'in cevabı şöyle: "Evrimin diğer sahalarda doğru olduğunu var saymak.” Yani, eldeki parçalardan insanın tarihine bir projektör tutuluyor ve hayallere dalınıyor.“Evrimin diğer sahalarda doğru olduğunu var saymak” ifadesi, Wells’in, Darwin’in diğer sahalarda da hatalı olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Yine onun ifadesiyle “Teorinin kirli çamaşırlarını ortaya koyan pek çok kitap yazıldı. Ne insan ne de diğer sahalarda bir delil bulamadılar.”