Günümüzde oyunların sanat eseri niteliği tartışıladursun, oyunlarla ilgili herkesin hemfikir olduğu çok net bir nokta var: Oyun oynamak ciddi bir stres atma aracı. İş, okul, aile, ilişkiler… Hayatta bir şeyler yolunda gitmese bile eve gelip kulaklığı takınca çoğu kişi için işler değişiyor. Midnight Fight Express ise bu durumu en üst noktalarda yaşatan bir yapım. Anti depresan niyetine serseri tokatlayıp neredeyse hiçbir şeye kafa yormadığımız bir oyundan bahsediyoruz.
Abi valla yan bakmadım ya niye öyle diyorsun?
Oyunumuz cayır cayır aksiyon arkadaşlar. Doom kafasında, önümüze gelen hemen herkesi tokatlayarak yolumuza devam ediyoruz. Haliyle bu durumda oyundaki en önemli konu, dövüş sistemi diyebiliriz. Yapımcı da bunun farkında olmalı ki oyunda en çok özendiği husus bu olmuş. MFE’nin dövüş sistemi gerçekten süper. Düşük bütçeli bir indie yapım olmasına rağmen o kadar stabil, dengeli ve eğlenceli mekanikleri var ki… Özetlemek için şöyle düşünebilirsiniz: Batman Arkham serisindeki akış halindeki dövüş sistemini alın, biraz Devil May Cry-vari kombolardan koyun; üstüne ateşli silahları ekleyin. Şimdi bir de çevresel etmenleri de denkleme katın (çöp kutusu, bira bardağı, hatta elektro gitar bile silah olarak kullanılabiliyor), sonuç ne çıkar? Tabi ki inanılmaz keyifli bir oynanış. İlk başlarda biraz yavan gelse de oyuna alıştıkça ve karakterimiz geliştikçe daha farklı kombolar aracılığıyla oyundan ve dövüşlerden alınan zevk katlanarak artıyor.
Karakter gelişimi demişken, oyundaki az da olsa RYO etmeninden bahsetmekte fayda var. Oyunumuz temelde 40 bölümden oluşuyor, geçilen her bölümde bir yükseltme puanı ve biraz para kazanıyoruz. Yükseltme puanlarıyla çeşitli yeteneklere kavuşuyoruz, parayla da kozmetik zımbırtılar satın alabiliyoruz. Yükseltmeleri hangi alanlarda yaptığınız oynanış tarzınızı da aktif olarak değiştiriyor.
Ana karakterin köpeğini mi öldürtsek? Yok ya o yapıldı…
Oyun her ne kadar dövüş sistemi bakımından oyuncuya çok güzel vaatlerde bulunsa da ne yazık ki aynı iddia senaryo bakımından yok. Senaryoyu kısaca özetleyecek olursak, yeraltı dünyasının eski kulağı kesiklerinden biri olan Babyface hafızasını kaybetmiştir. Yaşadığı şehirde suç oranları gittikçe yükselirken ve sokaklar her geçen gün daha da tehlikeli hale gelirken bir gün kapısının önünde bir drone bulur. Konuşan drone, ana karakterimiz Babyface’i çetelerin çok daha şeytani planları olduğuna ikna eder. Babyface de hem hafızasını geri kazanmak hem de şehirde asayişi sağlamak için yola çıkar bıdı bıdı bıdı… Hâlâ okuyorsunuzdur umarım. Ben senaryoyu özetlerken uykuya direnen okuyucularla yolumuza devam edelim.
Gördüğünüz gibi senaryomuz patates. Yani aslında kendi içinde ufak twistleri, heyecan yaratan yerleri oluyor ama tahmin edebileceğiniz üzere burada pek de senaryoluk bir şey yok. Fakat oyuna senaryo tırt diye kızmak pek de doğru olmayabilir. Tahminimce yapımcı John Wick, Hotline Miami, Doom gibi markalardan etkilenmiş -ki bu isimlerin de senaryo bakımından ne kadar tatmin edici olduğu tartışma konusu. Bu yüzden senaryo bakımından oyuna çok yüklenmemeyi tercih ediyorum.
Yine de diyalogların ve oyunun genel üslubunun akıcı olduğunu, kendini keyifle takip ettirdiğini söylemek gerek. Kalemi zeki ellerin tuttuğu belli, oyun yüz güldüren tatlı detaylarla dolu. Hayvan maskeleriyle gezen bir çetenin at maskeli lideri BoJacket, motorcu çetesi Sons of Hedonism, dövüş kulübü lideri Kyler Turden gibi ufak ancak keyif veren detaylar bolca mevcut.
Tek kişilik dev kadro
Sıra geldi gerçekten övgü yağdırmamız gereken şahsa… Yapımcı deyince akla hemen bir şirket geliyor biliyorum. Ama bu sefer durum oldukça farklı. Şapka çıkartmamız gereken şahıs: Jacob Dzwinel. İster inanın ister inanmayın, bu Polonyalı kardeşimiz oyunu cayır cayır tek başına yapmış, yıllarca ilmek ilmek işlemiş ve projenin baş mimarı olarak da Credits ekranına kendini yerleştirmiş. Oyunun çapı göz önüne alındığında bana kalırsa inanılmaz bir başarı hikâyesi bu. Polonya’da oyun sektörü böyle yükselmeye devam ederse, yakında “Polonya’dan babam çıksa oynarım!” demeye başlarız gibi.
Başarının büyük kısmını Jacob üstlense de arkalarda sinsi gibi sıranın kendisine gelmesini bekleyen biri daha var: “Noisecream”. Bu arkadaş da oyunun müziklerinden sorumlu ve bana kalırsa yüklendiği sorumluluğun altından hakkıyla kalkmış. Mick Gordon ile Doom arasındaki gibi bir uyum var MFE ile Noisecream arasında. Kaliteli ve gaz müzikler, bunca aksiyona tuz biber oluyor.
Tamam indie oyunlara saygımız var da…
Buraya kadar her şey güllük gülistanlık gelmiş olabilir ama maalesef ayrıntılara indikçe MFE ateşini koruyamıyor. Benim açımdan en büyük problem oyunun kendini inanılmaz tekrar etmesi. Düşman çeşitliliği fena değil, hakeza mekân çeşitliliği de öyle. Ama oyunda ilerledikçe aslında bunların birbirinin farklı kılıflarda parlatılmış hali olduğunu görmeye başlıyoruz. Belki de yüzlerce farklı düşman tipi var ama hepsinin dövüş stili benzer. Bir yerden sonra da “Ben acaba hep aynı şeyleri mi yapıyorum?” hissiyatı insanın içine oturuyor. Ki bana kalırsa bu bir indie oyunun yapabileceği en büyük hatalardan biri. Bölümü başlat, drone biraz dırdır etsin, mekâna dal, ortalığı dağıt, bölümü bitir. Yani keyifli evet ama ne yazık ki çeşitlilik olmadığı için sıkılmamak çok zor. Aralara motor, jet ski gibi araçları kullandığımız bölümler falan girse de oyunun 40 bölüm olduğunu hatırlamakta fayda var. Neyse ki oynanış 6-8 saat civarı makul bir süre sunuyor.
Tek kişinin verebileceği emek sınırlı, kabul ediyorum. Ama yine de bazı noktalarda göze batan şeyler de yok değil. Oyunda hiç seslendirme olmaması gibi konulara takılmıyorum, indie oyunlarda böyle şeylerden feragat etmek pekâlâ mümkün. Ama kamera açılarının yer yer patlaması, görünmez olması gereken duvarların görünmez olmaması, bir yerden yukarı çıkarken nereye çıkacağımızı bir türlü göremememiz gibi hususlar can sıkıcı gerçekten. Keşke biraz daha üstüne düşünülseymiş…
Bunların dışında, oyunun grafikleri ve fizik motoru gayet başarılı. Yapay zekâ da hiç fena değil. Oyun bu konularda kalabalık şirketlerin yaptığı oyunlara taş çıkartacak vaziyette olmasına rağmen, ufak ancak can sıkıcı ayrıntılarda boğuluyor ne yazık ki.
Şiddet çözüm mü yani?
Midnight Fight Express, tutkulu bir yapımcının elinden çıkan bir aşk ürünü, bunu buram buram belli ediyor. Oyuncuya damardan adrenalin veriyor, keyifli dövüş sistemiyle sinir stres hiçbir şey bırakmıyor. Ama aynı başarıyı maalesef çeşitlilik anlamında sağlayamıyor, bu sebeple de kendini tekrar edip duruyor. MFE muhteşem bir tecrübe vadetse de bu tecrübenin bir kısmını bize aktarabiliyor, kalan kısımlardaysa “çerezlik” olmanın pek de ötesine geçemiyor.
Başlıklar
MFE, başarılı dövüş sistemiyle dikkatleri çeken, ancak çektiği dikkati uzun süre koruyamayan bir yapım. Aksiyon dolu, eğlenceli ve çerezlik bir oyun, ancak ne yazık ki daha fazlası değil.
- Başarılı dövüş sistemi
- Çevre etmenlerin başarıyla oynanışa yedirilmesi
- Akıcı kontroller
- Senaryodaki keyifli üslup
- Düz duvara tırmandıran müzikler
- Tarzına uygun grafikler
- Yalandan senaryo
- Oyunun kendini bolca tekrar etmesi
- Çok çeşitli gözükmesine rağmen hiç de öyle olmayan düşman çeşitliliği
- Teknik kusurlar
- RYO öğelerinin ve karakter ilerlemesinin yetersizliği