Pripyat'tan Normandiya'ya, Stalingrad'a ve Bastogne'a uzanan dev bir hikaye.
Devamını okuPokémon GO Türkçe - İnceleme
Nerede benim gündelik spor ayakkabılarım?!
Pokémon Go ilk çıktığında oynamak için bin dereden su getirdiğimizi hatırlıyorum da, vallahi başka hiçbir oyun için yapmazdım. Ama iş Pokémon oldu mu, akan sular bir çoğumuzda duruyor. İtiraf edin yahu, fellik fellik dolaşıp Pokémon avladınız mı, avlamadınız mı?
Hazır hepimiz aşılanmış ve kış sonunda sokaklara salınmayı bekliyorken Pokémon Go’nun resmen Türkiye’ye gelmiş olması, yeniden oynamaya başlamak için büyük bir fırsat.
Ha ben havaların düzelmesini bekledim mi? Elbette ki hayır. O kar içinde bata çıka Pokémon arayan, zavallı Çimen tipi Pokémonlarını Buz tipi Pokémonlardan kaçıran bir küçük yazar vardı. Bilen bilir, Buz tipi gelirse Çimen tipini voccik diye ezebilir. Hele de hava kar kışken aldığı güçlendirmelerle.
Şimdi ben yeni bir Pokémon yetiştiricisiymişim…
Bakın, Pokémon Go’nun en sevdiğim olayı, cidden gerçek hayatla oyunu birleştirebilmiş olmaları. Niantic zaten harita teknolojileri üzerine çalışan bir şirket olarak bu işi yapmaya belki de en uygun geliştiriciymiş zaten. Bu tecrübeleri Pokémon’la birleşince taşlar yerine oturmuş tıkır tıkır.
Ya küçükken Pokémon seyredip de mahallede Pokémonculuk oynamaya kalkışmamış çocuk var mıdır? Ben teknik olarak böyle şeyler için büyük sayılabilecek bir yaşta elimde GameBoy’la gezmeye gidiyordum ki kendimce Pokémonculuk oynayayım. Pokémon Go benim hayallerimin hayat bulmuş hali resmen ya.
Ve o ilk çıktığı yıllarda yarattığı hissi, herkesin çıkıp Pokémon oynamasını; sokakta Pokémon avlayan insanlarla karşılaşıp, oturup da, “Aa, bak bende dört tane Pikachu oldu, bulamadıysan değişelim. Ya benim Magikarp’la iki maç atsak, evrilecek evrilemiyor,” muhabbeti yaptığımız zamanları unutamıyorum.
Aha koca koca insanlar, aha Pokémonculuk oynamak. Ama bu güzel bir şey işte!
Pandemi bizden çok şey çaldı cidden, bunlardan biri de gündelik hayatta insanlarla iletişim içerisine geçebilmek. Bakın ben dünyanın en sosyal insanı değilim, ona rağmen bu ihtiyacın eksikliğini hissedebiliyorum. Yani insan sosyal bir hayvan. İnsan sadece ailesi ve en iyi iki arkadaşını görerek yaşasın diye tasarlanmış bir şey değil. İnsanın bir topluluk içinde yaşadığını hissetmeye ihtiyacı var.
Ve bunu Pokémon Go gibi pozitif mecralar üstünden yapabilmenin de ayrı bir güzelliği vardı bence. Yani ben de biliyorum multiplayer oyun oynamayı ama genelde o tecrübeye pozitif demek biraz… Zor.
Pokémon’da ölmek yok, bağırış çağırış yok, kavga gürültü yok. Yani Pokémon maçları bile şirin, Pokémon yani.
Bir markete, bir de PokéDurağa uğrayıp geliyorum.
E Türkçe oldu, peki ya şimdi?
Eğer bir şekilde Pokémon Go oynamadan bugüne kadar gelebilmiş olanlarınız varsa, ilk olarak, dostum bunu nasıl başardınız?! İkincisi, bu oyun elinizde telefon, gerçek hayatta dolaşıp Pokémon avladığınız, sonra o Pokémonlarla maçlar yapıp geliştirdiğiniz ve bir Pokémon eğitmeni olmanın nasıl bir şey olduğunu tecrübe ettiğiniz bir oyun.
Fakat iş sadece Pokémon toplamak ve maç yapmak değil. Pokémon Go’nun en sevdiğim özelliklerinden biri; mahallenizi ve şehrinizi ne kadar iyi tanıdığınızı ödüllendirmesi. Yani mesela, nadir Pokémon avına çıkacaksınız, size yakınlarda bulunan Pokémonların siluetini, bir yapının yanında gösteriyor. Şimdi çık dışarı; bul bu bina, duvar resmi, park her neredeyse!
Sokaktan adam mı çevirirsin, bakkala girer, “Abi bu kare taşlı binayı biliyor musun ya?” diye mi sorarsın; orası sana kalmış.
Elbette oyunun Türkçeleşmiş olmasıyla birlikte artık Türkiye’de de topluluk turnuvaları, bölgeye özel etkinlikler vesaire düzenlenecek. Asıl bölgemizin eklenmiş olmasının getirdiği önemli değişikliklerden biri bu. (Ki İstinye Park’ta olacak sanırım bu ay bir tane. 18-20 Mart arası.)
Ve elbette PokéDuraklar. Biliyorsunuz, evlerin yoğun olduğu noktalarda çok pek PokéDurak olmuyor. Çıkıp gezmek, daha halka açık alanlar bulmak gerekiyor. Bu halka açık alanlarda AR+ özelliğini kullanarak Pokémonumuzu salmak, onunla fotoğraf çekilmeye çalışmak, kedilerin köpeklerin yanına atıp sanki gerçekten varmış gibi davranmak ve insanların deli olduğumuzu sanmasını sağlamak da gerekiyor.
Pokémon Go oynamak böyle bir şey çünkü.
Eşya çantanızda bulabileceğiniz Pokétoplarınızı, iyileştirici iksirlerinizi, yumurtalarınızı, maç biletlerinizi ve arkadaşlarınıza gönderebileceğiniz hediyelerinizi bu PokéDuraklar vesilesiyle düşürüyorsunuz.
Benim gibi yürümeyi seven bir insan için sıkıntı değil. Atıyorum kuluçka makineme bir yumurta, başlıyorum gezinmeye. Böyle dolaşarak spor salonlarındaki kendi seviyeme yakın oyuncuları bulup onlarla maç da yapmış oluyorum. Nitekim bizim buradaki spor salonlarında baya kuvvetli Poké-eğitmenleri var. (Geleceğim peşinden Charizard’lı abi. O Wailmer’in de benim olacak, göz koydum.)
Geç olsun, güç olmasın!
Yani evet, bu saatten sonra Pokémon Go’nun ilk çıktığı zamanlardaki heyecanını yakalayabilmek mümkün olmayacaktır. Üstünden çokça zaman geçmiş olması değil tek sıkıntı, araya bir de tüm sosyal alışkanlıklarımızı değiştiren bir küresel pandeminin girmiş olması daha da beter yapıyor işi.
Ama siz de benim gibi hem evde tıkılmaktan bıkmış hem de son iki senede dışarı çıkmak için bütün sebeplerini kaybetmiş insanlardansanız, belki Pokémon Go’nun resmen Türkiye’ye gelmiş olması size de bir vesile olur.
Şimdi… Neredeydi benim Ash şapkam? Vardı öyle bir şapkam çünkü.
Başlıklar
Araya pandemi girdikten sonra Pokémon Go'ya yeniden başlamak için iyi bahane bence.
- Alışana kadar biraz teklese de insan, çevirisi gayet güzel olmuş.
- Türkiye'de topluluk organizasyonları görmek çok keyifli olacak!
- AR özelliği yeni değil elbette, ama Pokémonunuzla resim çekebilmek çok keyifli!
- Gerçekten tek düşünebildiğim Türkiye pazarına geç gelmiş olması.