Star Wars Jedi: Fallen Order - İnceleme

Son on yılın en iyi Star Wars oyunu

Star Wars’u en iyi anlatan sahnelerden birini gözünüzün önüne getirin: Kızıla boyanmış bir gökyüzü, arkada “Binary Sunset” çalıyor. Genç Luke, ikiz güneşlerin Tatooine göğünde batışını yepyeni bir umutla izliyor. Star Wars hayranları için feci şekilde ikonik ve tüyleri diken diken eden bir sahne olduğu tartışılmazdır herhalde. Kafamda evirip çevirip üzerine uzun uzun düşündüğüm Jedi Fallen Order’ı tek bir sahneyle anlatacak ya da özetleyecek olsam, seçeceğim sahne de o olurdu işte. Hayır hayır, konusunun aslında ne sahneyle ne de Luke ile alakası yok. Verdiği hissiyat açısından diyorum bunu; çok uzun zaman sonra, çok uzak bir galaksiden hâlâ iyi oyunlar çıkabileceğine dair umudumuzu yeşertmesinden dolayı…

Ne yalan söyleyeyim, pırıl pırıl siciliyle Respawn’a ve en sevdiğim oyun yazarlarından Chris Avellone’un hikâyeye katkısına rağmen çekincelerim vardı Fallen Order konusunda. Oyunu elime alıp oynayana kadar da o endişeler yatışmadı. Zira işin içinde Sith’in Karanlık Lordu EA vardı. Her an “MICRO TRANSACTIONS! UNLIMITED MICRO TRANSACTIONS!!!” diye üzerimize karanlık tarafın gücüyle saldırabilirdi. Ne mutlu ki öyle olmamış. Elimizde oyun içi ödeme sistemlerine hiç bulaşmamış, tamamen tek kişilik tecrübeye odaklanan taş gibi bir yeni Star Wars oyunu var. Hatta işin komiği internette “Lütfen şu oyuna DLC ya da ek Season Pass gibi bir şey gelsin; oynamaya doyamadık” şeklinde yorumlarla karşılaşmak mümkün. Hiç aklınıza gelir miydi, EA herhangi bir ek ödeme olmayan oyun yapacak ve oyuncular “Al! Daha çok paramızı al!” diye EA’e DLC yapsın diye yalvaracak! Benim gelmezdi doğrusu.

Fallen Order adından da tahmin edebileceğiniz üzere Jedi düzeninin çöktüğü, Emir 66’nın sonrasındaki dönemde geçiyor. Şansölye Palpatine’in emriyle silahlarını daha iki dakika önce sırt sırta savaştıkları Jedi’lara doğrultan klon askerleri sürpriz bir şekilde bütün düzeni silip süpürünce hayatta kalan üç beş Jedi (ya da Padawan) da çareyi saklanmakta ve Güç’le olan bağlarını gizlemekte buluyor. Bizim ponçosunu sırtlandığımız Cal Kestis isimli karakter de galaksinin ücra köşelerinden birinde ağır işçilik yaparak gizlenmeye çalışan bir padawan. Kendini yıllarca gizlemeyi başardıktan sonra birlikte çalıştığı ve ona kol kanat geren Prauf adındaki abednedoyu iş kazasından kurtarmaya çalışırken kendini açığa çıkartıyor. Galakside hâlâ Jedi avlamak amacıyla gezinen İmparatorluk engizitörleri tepesine biniverince işler hızla kontrolden çıkıyor…

> Tarihi Değiştiren Emir: Order 66!

Eğer Star Wars’un yan işlerine, bilhassa da dizilerine aşinaysanız Cal’ın hikâyesinin Caleb Dume -nam-ı diğer Kanan Jarrus ile fazlaca benzer olduğunu fark etmiş olabilirsiniz. Doğruya doğru; Cal’ınki müthiş orijinal, daha önce hiç anlatılmamış bir hikâye değil. Ancak anlattığı hikâyeyi iyi ve tutarlı bir şekilde ele alarak yerini sağlamlaştırıyor. Oynarken “İşte The Force Unleashed’in olması gereken ama olamadığı oyun!” diye iç çektim sıklıkla. Zira her ne kadar seveni çok olsa da Starkiller’ın “Bir elimle Vader ve İmparator’u üst üste koyup döverken diğer elimle de Star Destroyer’ı yörüngeden aşağı çekip düşürüyorum” kıvamındaki abartıları beni soğutmaktan da öte hem karakterden hem de hikâyeden tiksindirmişti. Burada Cal’ın güçleri ve yetenekleri olması gerektiği gibi kararında. Jedi’lar arasında bile nadir görülen telemetri yeteneği var bir tek özel olarak; bu sayede dokunduğu nesnelerin, bulunduğu mekanların geçmişini çok sınırlı bir şekilde “hissedebiliyor”. Bu da oyun içinde çoğunlukla çeşitli olayların yankılarını yaşayıp olayları çözmekte kullanılıyor zaten.

MEDITATION CHAMBER LIT

Asıl beklenmedik ve sürpriz yapan şey… oyunun mekaniklerinin çoğunu Dark Souls ve Bloodborne gibi FromSoftware oyunlarından ödünç alıyor olması. Bunu SoulsBorne oyunlarını çok severek oynayan biri olarak tamamen pozitif anlamla yüklü bir şekilde söylüyorum bu arada. Cidden; şöyle bir incelediğimizde oyunun benzetildiği ve gerçekten benzediği bir sürü seri var. Antik bir uygarlığın tapınaklarını araştırdığımız kısımlar platform ve bulmacalar açısından net bir şekilde Uncharted’ları andırıyor mesela. Cal’ın akrobatikleri Prince of Persia’yı kıskançlıktan çatlatır cinsten. Bölüm yapısı deseniz Metroidvania tarzına göz kırpıyor; belli bir yeteneği aldıktan sonra açabildiğiniz gizli geçitler, kısa yollarla bezeli. Ama en net ve büyük ilham bariz şekilde Souls’lardan.

Öldüğünüz zaman o seviyede kazanmış olduğunuz tecrübe puanını kapıyor mesela sizi öldüren düşman; gidip kılıcınızı kafasına geçirdiğinizde o tecrübeyi geri alabiliyorsunuz. Checkpoint noktaları Bonfire değil ama Meditasyon çemberleri… Ve burada kazandığınız tecrübeyi harcayıp dinlenebiliyorsunuz ama dinlendiğinizde bütün öldürdüğünüz düşmanlar tekrar ayaklanıveriyor. Dövüşler sırasında bolca yuvarlanarak kaçınıyor, zamanında blokladığınız saldırılarla düşmanı karşı saldırıya açık hâle getiriyorsunuz. Hatta ve hatta Sekiro benzeri saldırdıkça zayıflayıp kırılan bir blok barına bile dikkat etmeniz gerekiyor. Bütün bu sistemler Star Wars temalı bir oyuna hiç beklemediğim kadar iyi uyarlanmış. Ancak tabii ki “Souls gibi” deyince ister istemez oyunların zorluğu da gündeme geliyor -ki internette bundan şikâyet eden ve hoşlanmayan bir sürü oyuncu yorum bulmak da mümkün. En azından zorluk seviyesi koymuşlar bu sefer; eğer çok zorlanmadan hikâyeyi görmek için oynuyorsanız Story modunun nispeten kolay olduğunu bilmek içinize su serpecektir muhtemelen. Ama zoru seven Souls türünün müritlerindenseniz oyunda karşınıza ilk çıkan Oggdo Bogdo adındaki mini-bossun saf ve temiz oyunculara yaptığı sürprizle Asylum Demon seviyesinde bir üne kavuştuğunu söylemem yeterli olacaktır. Zor seviyelerde gerçekten de Souls oyunları seviyesinde bir tatmin sağlıyor dövüşler…

Neyse, Cal’a geri dönelim. Cal’ın engizitörlerin elinden kaçarken dahil olduğu sağlam bir ekibi var ve bu ekip oyun boyunca bize eşlik ediyor. Eski bir Jedi olan Cere ve bizi galaksinin dört bir yanına taşıyan Mantis adındaki geminin kaptanı Greez (bilhassa da sizi çokça güldürecek Greez) oldukça başarılı karakterler. Hepsi de peşlerinden kendi geçmişinin yüklerini sürüklüyor ve bu yükler oyun boyunca dönüp dolaşıp sizi de vuruyor tabii. Ha, ama bu macerada bir yoldaşınız daha var ki asıl yükü onunla birlikte paylaşıyor olacaksınız: BD-1. BB-8 ve R2D2 falan halt etmiş yanında! Siz koşuştururken omzunuza tüneyen bu inanılmaz sevimli droid aynı zamanda müthiş işlevli de. Canınız azaldığında stim fırlatıp sizi iyileştiriyor, kilitli kapıları ve sandıkları açıyor, probe droidlerini hackliyor… Kısacası hayat kurtarıyor! (Probe droidlerini hacklerken onların sesini taklit ettiğini de eklemeden geçemeyeceğim, çok tatlı bir detay olmuş)

|Starkiller ve Jar Jar ile aynı odada bulunsaydım ve çift taraflı bir ışın kılıcım olsaydı, kılıcı ortadan bölüp iki ışını da Starkiller’a saplardım.

Oyunun ana senaryosu kısa sürede bambaşka bir göreve evriliyor Cal için ve kadim bir Jedi ustasının bıraktığı ipuçlarını izleyerek kayıp bir Holocron’a ulaşmaya çalışıyoruz. Bu uğurda birbirinden hem iklim hem de düşman türleri olarak çok farklı dört farklı gezegene gidiyoruz. Bu görevi ve BD-1’ı aldığımız Bogano ilk durağımız oluyor. Ondan sonraki gezegenler ise tamamen istediğiniz sırayla oynanabiliyor teknik olarak ama yine de gerekli yetenekler ve ekipmanlar olmadan çok da fazla ilerlemek mümkün değil. Ben ilk hedef olarak kendime Clone Wars izleyenlerin rahatlıkla hatırlayacağı Dathomir’in kızıl ve tehlikeli topraklarını seçmiştim ancak bir yere kadar kan ter içinde geldikten sonra ilerleyebilmem için gereken gücü henüz almadığımdan oyun beni diğer gezegenlere yönlendirdi. Bu noktada oyun sizi serbest bırakmış gibi davransa da neyi ne sırayla yapacağınız konusunda o kadar da özgür değilsiniz aslında. Ama yine de Dathomir’e erken gitmenin de bazı faydalarını görmedim dersem de yalan olur. (Spoiler olmasın diye çok detayına inmiyorum)

Diğer gezegenlerden Zeffo’da ise Güç’e çok hâkim ve zaman içerisinde kaybolup gitmiş bir ırktan geriye kalan koca bir kabir ve bölgedeki dağların içindeki madenleri işlemekle meşgul bolca İmparatorluk askeri bulunuyor. Bir zamanlar üzerinde yaşadıkları gezegenle aynı ismi paylaşan Zeffo ırkı bu açıdan bana biraz Knight of the Old Republic’te haşır neşir olduğumuz Rakata’ları hatırlattı. Açıkçası orada da Güç’ün bilinmeyen, mistik yanını inceleyip keşfederken yaşadığım heyecanı buradaki mezarlarda da yaşadım. Mezarlara indikten sonra çözmemiz gereken bulmacalar tam kıvamında olmuş; ne bir anda şıp diye çözebiliyorsunuz ne de günlerinizi gecelerinizi alacak kadar zorlar.

Mantis’in tayfasının bir sonraki durağı ise neredeyse bütün Star Wars oyunlarında şöyle bir uğradığımız wookie gezegeni Kashyyyk. Burada bitkiler ve doğal yaşam dahil her şey size düşman ve canınıza kastediyor. Haliyle hem çevreyle hem de düşmanlarla ayrı ayrı baş etmek durumunda kalıyorsunuz. Ayrıca oyunun aşağı yukarı bu aşamasından itibaren peşinize ödül avcıları da takılmaya başlıyor. Sonuçta İmparatorluk ve engizisyonun hâlâ peşinizde olduğunu unutmadınız, değil mi? Bu mekanik de aslında Dark Souls’daki “invade” mekaniğinin tamamen aynısı olmasına rağmen mantığa o kadar güzel oturtmuşlar ki, seve seve kabulleniverdim. Sonuçta ödül avcıları için galakside Jedi’lardan daha çok para ve prestij getirecek ne tür bir av olabilir ki?

ESTUS KALMADI, STIM VERSEK?

Jedi güçlerinin bir kısmına hâlâ sahip olsa da yıllarca sürgünde ve Güç’ten uzak kalmak Cal’ı ciddi şekilde zayıflatmış durumda. O yüzden de gezegen gezegen gezerken bir yandan Cal’ın geçmişini hatırlayıp temel eğitimle gelen bazı Jedi güçlerini geri kazanıyoruz. Her geri kazandığı güç Cal’ın yetenek ağacında yeni özellikleri de beraberinde getiriyor. Force, Lightsaber ve Survival olarak üç ayrı ağaca ayrılan bu yeteneklerin tamamını kazanmak mümkün; hatta oyun bittiğinde benim elimde hiçbir yere harcayamadığım 2-3 puan daha kalmıştı.

Bir de ekstradan tamamen kozmetik olan bazı kişiselleştirme seçenekleri var. BD-1, Mantis ve Cal’ın görünümlerini sağda solda bulduğunuz sandıklardan açtığınız skinlerle değiştirebiliyorsunuz. Üstelik bunların hiçbiri için ekstradan para ödememeniz gerekmesi bir EA oyunu için gerçekten bulunmaz nimet. Ama bir de kötü haber var ki… ne yazık ki bu skinlerin tamamı sadece basit renk değişikliklerinden ibaret. Oyunun konsept tasarımları arasında çok farklı ve değişik Cal kostümleri varken neden oyuna sadece birkaç ponço rengi koymakla yetinmişler çözemedim doğrusu.

Sandıklardan farklı renklerde skinler dışında bazen farklı ışın kılıcı tasarımları da çıkıyor. Bu parçalar nispeten daha farklı şeyler içeriyor ancak yine tamamen kozmetik olmaları ve oynanışa katkıda bulunmamaları bende biraz karışık duygular uyandırdı. İlginç bir detay da bu kısımda kullandığınız çeşitli parçaların Disneyland’de yeni açılan Star Wars: Galaxy’s Edge parkındaki ışın kılıcı yaratmada kullanılan parçalarla birebir aynı olması.

Hadi yine kişiselleştirme kısmı bir şekilde sineye çekilir de, en başından beri en endişe duyduğum kısım ışın kılıcının dövüşlerde verdiği hissiyattı doğrusu. The Force Unleashed’de ışın kılıcından ziyade ışın sopası kullanıyor olma hissi dilleri yakmıştı bir kere. Hele ki oyunda kestiğimiz düşmanların parçalara ayrılmayacağının söylenmesi bu yöndeki korkularımı körüklemişti. Ancak mutlulukla söylüyorum ki endişeye mahal yok. Evet, gerçekten de insansı düşmanlar (muhtemelen Disney’in müdahalesiyle) parçalara ayrılmıyor ancak onlar dışındaki tüm yaratıklar ve droidler oldukça tatmin edici bir şekilde elinizde her şeyi yaran bir ışın kılıcı tuttuğunuz hissiyatını güçlendiriyor. Hatta çoğu insansı düşmanı da yine kılıcınızın bir iki hamlesiyle doğradığınız düşünülürse yine o efsanevi silah hissiyatı korunmuş. Yazı boyunca bolca gömdüğüm TFU’nun problemlerinden biri de standart Stormtrooper’ları bile ışınkılıcıyla kesmek için uzun uzun uğraşmak gerekmesiydi; haliyle tam olarak o Jedi fantezisini yaşamanın önüne geçiyordu bu sorun da. Respawn’ın aynı hataya düşmediğini görmek o kadar güzel ki anlatamam!

Gel gelelim, bütün erdemlerine rağmen kusurları da bulunuyor Jedi Fallen Order’ın. Konsol sürümleri başta olmak üzere felaket bir optimizasyon problemi var oyunun. Ben oyunu normal PS4’te oynadım ancak Pro’da oynayanların bile optimizasyondan çokça şikâyet ettiğine şahit oldum. Optimizasyona ek olarak çeşitli buglar da zaman zaman kendimi oyuna kaptırmışken tatsız anlar yaşamama sebep oldu. (Duvarın içinde sıkışıp kalmalar, haritanın altına düşmeler, oyunun iki üç kere tamamen çökmesi vs) Sanki oyun şöyle bir temizinden iki üç ay daha cilalansa daha temiz olacakmış hissiyatı var; ama tabii muhtemelen Disney Episode 9 öncesi gelecek Star Wars gazı dalgasını yakalamak istedi. En azından Respawn’dan sorunların farkında olduklarına ve düzeltmek için üzerinde çalıştıklarına dair açıklama geldi. Onları da düzelttikten sonra adını KotOR ve Jedi Knight gibi efsaneler arasına yazdırmaması için bir sebep yok Fallen Order’ın. Oyuncuları EA’e “Bize DLC yapın! Parası neyse vereceğiz” diye yalvartan bir oyundan bahsediyoruz sonuçta…

SON KARAR

Respawn yine yapmış yapacağını ve son on yılın en iyi Star Wars oyununu ortaya koymuş. Hem de EA faktörüne rağmen! Demek ki yapımcıyı rahat bırakınca da başarılı olunabiliyormuş…

Star Wars Jedi: Fallen Order
Çok İyi
8.5
Artılar
  • Souls mekaniklerini başarılı bir şekilde adapte etmiş
  • Hikâyesi ve karakterlerini gayet başarılı işliyor
  • Keşif, bulmaca, dövüş dengesi çok güzel kurulmuş
  • Işın kılıcı adının ağırlığını veriyor
  • Oyunun sonundaki “o” sahne
Eksiler
  • Teknik problemler ve optimizasyon sorunları
  • Kozmetikler çok sıkıcı ve tekdüze
  • Hızlı Seyahat seçeneğinin olmaması, bazı bölümlerin çetrefilli ve karmaşık yapısı yüzünden biraz karın ağrısı olabiliyor


YORUMLAR
umitozbek
31 Aralık 2019 22:48


Parolamı Unuttum