Temalı oyunlar serimizde bu sefer de denizaltı temalı oyunlara yer verelim dedik, karşınıza bu gruptaki oyunlardan bir listeyle çıkıyoruz. Ama listemize geçmeden önce yine lüzumsuz bilgiler ansiklopedimden bir şeyler paylaşayım müsaadenizle.
Denizaltı denildiğinde birçok kişinin aklına Jules Verne tarafından kaleme alınan ve ilk olarak 1870 yılında okuyucuyla buluşan Denizler Altında 20.000 Fersah kitabı geliyor olsa gerek -ki başlıkta da ona yer vermemiz şaşırtmamıştır herhalde.
Madem girişi böyle yaptık, buradan devam edelim. Kitabın orijinalinde geçen “League” bir zamanlar Avrupa ve Latin Amerika’da yaygın olarak kullanılan bir uzunluk ölçüsü. Kimi kaynaklara göre bir Antik Kelt ölçüm birimidir. Kökeninin Galya ligi (leuga Gallica veya leuca Callica) olduğu da söylenir. Roma İmparatorluğu tarafından da uyarlanıp “leuga” adıyla kullanılmış ve böylece Avrupa’da yaygın bir hale gelmiştir.
Bu ölçü biriminde esas alınan şeyin “1 insanın 1 saatte kat edebileceği mesafe” olduğu söylenmektedir. Farklı “lig (league)” değerleri söz konusu. Kimileri 4.000 metreyi esas alıyor, kimileri mil karşılığı olarak hesaplanıyor. Mesela 3 kara mili kabul edildiği örnekler var -ki bu durumda kabaca 4.83 kilometreye karşılık geliyor. Genel itibariyle 7.500 ila 15.000 fit (2,29 ila 4,57 km) aralığında değişen kullanımları mevcut.
Denizdeki karşılığına geldiğimizdeyse yine 3 deniz mili olarak kabul edildiğini görüyoruz, bu durumda da 5.556 metreye (5,56 km) tekabül ettiğini söylemek mümkün.
Kitabın Türkçe çevirisinde kullanılan “fersah” da aslında üç aşağı beş yukarı aynı uzunluk birimini ifade ediyor. 12.000 adım veya 1 saatlik yola denk geldiği kabul edilen bu ölçü biriminin denizcilikte kullanımı yine 3 deniz mili (5.556 m) şeklinde çıkıyor karşımıza.
Jules Verne’in bu kitabına ilham kaynağı olan bir Fransız denizaltısı bulunuyor; 1867 yılında Paris Fuarı’nda bir modelini gördüğü Plongeur. Fransızca’da “dalgıç” anlamına gelen Plongeur ismi verilen ve 1863’te denize indirilen bu denizaltı, tarihte insan gücüyle değil de mekanize güçle hareket eden ilk denizaltı unvanına sahip. Her ne kadar denizaltı tarihinde yeri olsa da öyle çok da derinlere dalan bir gemi değil bu, dalabildiği azami derinlik 10 metre. Yine de bu onu teknik olarak bir denizaltı yapıyor, öyle değil mi?
Bir denizaltı geliştirilmesi fikri çok daha önceleri akıllara geliyor, hatta basit bazı örnekler geliştirilip kullanılıyor. Ama tam anlamıyla kullanılmaya 18. Yüzyılın sonlarında, hatta 19. Yüzyılın ilk yarısında başlandığını söylemek mümkün. Evet, denizaltıların ön plana çıktığı dönem ne yazık ki Dünya Savaşları.
Birçok kişi için denizaltı denildiğinde ilk akla gelen “U-Bot”lardır herhalde. “U-Boot”, Almanca’da denizaltı kelimesinin karşılığı olan “Unterseeboot” kelimesinden türetilen bir isim. Bu denizaltılar, 2. Dünya Savaşı’nda müttefiklerin korkulu rüyası haline gelmişti. Hatta Churchill, bu denizaltılar hakkında hatıratında şöyle yazmıştı: ''Savaş boyunca beni gerçekten korkutan tek şey U-bot tehlikesiydi''.
Bu korku hiç de yersiz değildi. 2. Dünya Savaşı’nda Alman donanması “Kriegsmarine”, denizaltılar ile müttefik kuvvetlere çok ciddi darbeler vurmuştu. Özellikle denizaltı filosu komutanı Karl Donitz’in kurt kapanı taktiğiyle savaşın ilk yıllarında Atlantik’teki ikmal hatlarını hedef alan saldırılar gerçekleştiriyor, ABD’den Avrupa’ya sağlanan desteği zayıflatıyor ve böylece savaşta avantajı ele geçirmeyi başarıyorlardı. Fakat sonrasında o büyük belaya kapılıp “devasa savaş gemileri” inşa etmeye yöneliyorlar ve denizaltı filosu arka plana itilmiş oluyordu. Bu da savaşın gidişatını tersine çeviren, kritik dönüm noktalarından birisi olarak değerlendirilebilir. Elbette sadece Almanların denizaltı filosunu geri plana itmesi değil aynı zamanda müttefik kuvvetlerin sağladıkları teknolojik gelişim ve geliştirdikleri yeni stratejiler de etkili bu tabloda.
Denizaltılar sadece düşman kuvvetler için değil aynı zamanda içlerindeki personel için de gayet tehlikeli olabiliyorlar. Vurulan veya kaza geçiren bir denizaltıdan kurtulmak neredeyse imkansıza yakın bir durum. Yakın tarihlerden bir örnek olarak Rusya’nın nükleer denizaltılarından K-141 Kursk geliyor aklımıza.
Kursk mürettebatının başına gelenler gerçekten de çok acı. 12 Ağustos 2000’de bir tatbikat gerçekleştiriliyor. Bir dizi torpido atışı yapan Kursk’ta bu atışların ardından bazı patlamalar meydana geliyor. Sonrasında da Barents Denizi’nin dibine doğru batıyor ve yaklaşık 118 metrede deniz tabanına oturuyor. Rusya başlangıçta ABD’yi suçluyor, bölgedeki bir NATO denizaltısının Kursk’a çarpmış olabileceğini ileri sürüyorlar. Fakat sonrasında yapılan incelemeler neticesinde torpido ateşleme sistemleriyle ilgili bir sorun nedeniyle diğer torpidoların da patladığı ve denizaltının battığı anlaşılıyor.
Olayı daha trajik hale getiren ise, kurtarma çalışmaları. Farklı ülkelerin de katkı sunduğu kurtarma çalışmaları bir sonuç vermemiş ve Kursk’un mürettebatının tamamı ölmüştü. Her ne kadar Rus tarafı, mürettebatın kazadan sonraki ilk birkaç dakika içinde öldüğünü ileri sürmüşse de kurtarma ekiplerince ulaşılan bazı detaylar denizaltının kaptanı da dahil olmak üzere 20’nin üzerinde mürettebatın patlamalardan saatler, hatta günler sonra bile hayatta olduğunu, ancak kurtarılamadıklarını düşündürmüştü. Sonuç olarak, yakın tarihin en büyük denizaltı kazalarından birisi olarak kayıtlara geçmiştir bu kaza.
Çok daha güncel bir örnek de var tabii, geçtiğimiz yıl gerçekleşen trajik bir denizaltı kazası. Titanic enkazına yapılan turistik gezide OceanGate’in Titan denizaltısı bir içe patlama sonucunda parçalara ayrıldı ve ne yazık ki 5 yolcunun tamamı hayatlarını kaybetti.
Her ne kadar bunun gibi kazalar insanları üzüyor ve cesaret kırıyorsa da sivil denizaltıların askeri denizaltılar kadar, hatta onlardan daha fazla gelişmesi dünyamız için büyük önem arz ediyor. Halihazırda okyanusların çok kısıtlı bir bölümünü (kabaca %5’ini) keşfedebilmiş durumdayız ve çok daha fazlası bizleri bekliyor. Bunu yapabilmenin yolu da sivil denizaltı teknolojilerinin gelişmesinden geçiyor doğal olarak.
Bunun için verilebilecek güzel örneklerden birisi mevcut bilgiler ışığında Dünya'nın en derin noktası olarak değerlendirilen Mariana Çukuru'nun keşfi olsa gerek. En derin noktası 10.994 metre olan bu çukura ilk defa 1960 yılında inilebilmiştir. İsviçreli bilim insanı Jacques Piccard ile Amerika Birleşik Devletleri Donanması'ndan Teğmen Donald Walsh, kendi tasarladıkları Trieste Batiskapı ile Mariana Çukuru'nun tabanına inen ilk insanlar olmayı başarmışlardır.
Bu konuda yazılabileceklerin sonu gelmez ama artık oyunlara geçelim, öyle değil mi?
Cold Waters
Microprose’un klasik denizaltı oyunu Red Storm Rising’ten ilham alan bir oyun Cold Waters (O oyun da aynı adlı Tom Clancy romanından uyarlanmıştı zaten). Bir nükleer denizaltıyı yönettiğiniz oyunda Soğuk Savaş ısınmış, 3. Dünya Savaşı başlamış durumda. Siz de bu savaşın denizlerdeki temsilcilerinden birisiniz. Onlarca gemi ve denizaltının modellendiği, deniz savaşlarını başarılı bir şekilde yansıtan, özellikle de sonar sisteminin işleyişinin çok beğenildiği bir oyun olduğunu söylemek mümkün.
Silent Hunter III
Ubisoft’un denizaltı oyunları serisi Silent Hunter, bir dönemler oldukça popülerdi. Serinin daha güncel üyeleri Silent Hunter: Wolves of the Pacific veya Silent Hunter 5: Battle of the Atlantic de belirtilebilirdi. Ama özellikle Silent Hunter 5 beklentileri çok da karşılayamamıştı. Buna karşın Silent Hunter III, gelmiş geçmiş en iyi denizaltı simülasyonlarından birisi olarak kabul edilir. Dolayısıyla listede ona yer vermenin uygun olacağını düşündüm.
Listedeki en eski oyun olabilir. Haliyle grafikleri bugün için zayıf kalıyor, ama çıktığı dönemde bu yönüyle de etkilemişti oyun severleri. Oynanış kısmındaysa söylenecek bir şey yok. Uzun yıllar boyunca oynanmaya devam etti. Bunu sağlayan önemli detaylarından birisi de modlarla desteklenmesiydi. Sonuç olarak eski de olsa listenin en başarılı üyelerinden birisi olduğunu söylemek mümkün. Denizaltı temalı oyunları sıralayıp da Silent Hunter III’ten bahsetmemek olmazdı herhalde.
Subnautica
Çok beğenilen oyunlardan birisi Subnautica. Okyanuslarla kaplı bir gezegene düşüyor ve bu derinlikleri keşfe çıkıyorsunuz. Bir yandan hayatta kalabilmek için su ve yemek gibi ihtiyaçlarınızı gidermeniz lazım, bir yandan da etrafınızı keşfedip donanımlar geliştirmeniz gerekiyor. Kaynaklar topluyor, deniz tabanında üsler kuruyor, bir yandan da kendi denizaltınızı geliştiriyorsunuz. Keşif ve ilerleme hissini başarılı bir şekilde yaşattığını söylemek mümkün. Bu da devam oyununu merakla beklenen oyunlar arasına yazdırıyor haliyle.
Song of the Deep
Denizin derinliklerini keşfe çıktığımız bir başka oyun. Geliştiricilerinin “metroidvania stili bir aksiyon-macera oyunu” olarak tanımladığı Song of the Deep’te, kayıp babasını arayan bir kızın bu yolculuğuna eşlik ediyoruz. Merryn, balık avına giden babasının geri dönüşünü bekleyip duruyor fakat babası bir türlü geri gelmiyor. Daldığı rüyada babasının su altında mahsur kaldığını görünce onu kurtarmak için denize açılmaya, denizin derinliklerine dalmaya karar veriyor. Bunun için de eline ne geçirirse kullanıp kendisine küçük bir denizaltı inşa ediyor. Bundan sonrası arkadaşlar edineceği, kayıp uygarlıkları keşfedeceği, o ufak denizaltıyı geliştirip daha derinlere dalacağı bir yolculuk.
Barotrauma
Listenin farklı oyunlarından birisi Barotrauma. FTL: Faster Than Light, Rimworld, Dwarf Fortress ve Space Station 13 gibi oyunlardan ilham alınarak geliştirilmiş bir oyun. Uzayda geçen bir “hayatta kalma-korku ve RYO”, aynı zamanda da bir denizaltı simülatörü. “Nasıl oluyor o öyle?” diye merak ediyor olabilir henüz oynamamış olanlar. Bu karışımdan ortaya farklı ve güzel bir oyun çıkabiliyormuş, Barotrauma ile bunu görmüş olduk.
UBOAT
Denizaltı denildiğinde akla Almanların meşhur denizaltıları U-Boat’ların gelmemesi çok da mümkün değildir herhalde. Bir süre erken erişimde kaldıktan sonra geçtiğimiz ayın başında tam sürüme geçiş yapan UBOAT da adından anlaşılabileceği gibi bizleri 2. Dünya Savaşı’nda bu Alman denizaltılarından birisinin başına geçiriyor.
Mürettebat yönetiminin ön planda olduğu bir oyun bu. Mürettebatının karnını tok, sırtını pek tutman lazım. Yoksa en sıradan çatışmalar bile çok zorlu bir mücadele haline gelebilir. Bu yönüyle diğer örneklerden ayrılmaya çalışan bir oyun olduğunu söylemek mümkün.
Destroyer: The U-Boat Hunter
Bu listenin esasında denizaltıları konu alan bir liste olduğunun farkındayım ama bir de olaya karşı cepheden bakalım istedim. Bu sefer U-Botlarla okyanuslarda terör estiren tarafta değil de o denizaltıları avlayan taraftayız. 2. Dünya Savaşı’nda Atlantik Okyanusu’ndaki çatışmalarda Fletcher sınıfı bir muhrip (destroyer) yönetiyoruz ve Alman denizaltılarını okyanusun derinliklerine göndermeye çalışıyoruz.
Alman denizaltı filosu komutanı Karl Donitz’in kurt kapanı taktiğine karşı koymak oldukça zorlu bir mücadele. Bu mücadeleyi başarılı bir şekilde yansıtan bir oyun olmuş Destroyer: The U-Boat Hunter. 2. Dünya Savaşı’nda bir muhrip yönetmenin nasıl bir şey olduğunu aslına sadık bir şekilde sunmaya çalışıyor. Son yıllarda bu türden çıkan güzel oyunlardan birisi olduğunu söylemek mümkün.
Verne: The Shape of Fantasy
Madem bu listemize adını verirken Jules Verne’den esinlendik, kapanışı da onun yarattığı dünyadan ilham alan bir oyunla yapalım o zaman. Buraya oyunun tanıtım metnini olduğu gibi koyayım ve sizleri de bu maceraya davet etmiş olayım:
“Yıl 1888. Acımasız "Ulus"a karşı savaş doruğa ulaşır ve paralel Hemera ülkesini tamamen yok olmanın eşiğine getirir. Jules Verne ve Kaptan Nemo, dünyalarını kurtarmak için son çare olarak meşhur denizaltı Nautilus ile efsanevi Atlantis şehrini aramaya koyulurlar”
Nasıl, yeterince ilgi çekici görünüyor mu? Tür itibariyle de konusuyla da görsel tarzıyla da listenin geri kalanlarından ayrılan bir oyun olduğunu söylemek mümkün. Fırsat bulursanız bir şans verilebilir.
Tahmin edilebileceği üzere yine dışarıda bırakmak durumunda kaldığımız birçok oyun oldu. Eski örneklere gidecek olursak, Tom Clancy’nin aynı adlı romanından uyarlanan ve 1988 yılında çıkan Red Storm Rising’i mutlaka anmak gerekir. Microprose bu oyundan 3 sene önce de Sid Meier tarafından geliştirilmiş Silent Service’i oyun severlerle buluşturmuştu. Devam oyunu Silent Service 2 de 1990’da çıkmıştı. Bu oyunları türün klasikleri arasında saymak mümkün.
Jules Verne’den esinlenen bir başka oyun da Diluvion: Resubmerged idi, fakat çok da başarılı olamadı. Benzer şekilde Kursk kazasını konu edinen bir oyun da bulunuyor, adını da bu denizaltıdan alan KURSK. Ne yazık ki o da beklentileri karşılamaktan uzaktı.
Eğer listenin konusu denizaltılar değil de deniz altı olsaydı hiç şüphesiz ilk sıralara adını yazdıracak bir oyun da var tabii, Dave the Diver :) Bahaneyle onu da anmadan geçmeyeyim istedim. Belki onu da başka bir yazıda bir şekilde misafir ederiz. Bunu hak ettiğine şüphe yok.
Bugünlük de bizden bu kadar. Sizin de eklemek istediğiniz oyunlar varsa, yorumlarınızı bekleriz.