Film tadında oyun keyfi yapmaya az kaldı sanki?
Devamını okuİtiraf edelim, hepimiz teknolojiye sonuna kadar bel bağlamış durumdayız. Özellikle de şu son on yılda taşınabilir cihazların birkaç seviye birden atlamasıyla birlikte sanal alemden ayrı kalmadığımız an neredeyse yok gibi. Evi ve işi geçtim, artık otobüste, süper marketlerde, yatakta, tuvalette (öhöm) kısacası boş kaldığımız hemen her anı sanal aleme bir “göz atmak” için kullanıyoruz. Hatta şu anda, bu yazıyı okurken bile teknolojiyi kullanıyorsunuz. Tabii iş sadece bununla da sınırlı değil. Banka işlemlerimiz, seyahat programlarımız, iş görüşmelerimiz, okul kayıtlarımız, e-postalarımız kısacası pek çok şey artık bilgisayarlar üzerinden hallediliyor. Sadece kişisel yaşantımız değil, içinde yaşadığımız şehirler de teknolojiye bel bağlamış durumda. Trafik ışıkları, sokak aydınlatmaları, telefonlar, metro, elektrik hatları, güvenlik kameraları… Her şey teknolojiye, dolayısıyla da birbirine bağlı. Her şey ve herkes…
Peki ya o çok güvendiğimiz, muhtaç olduğumuz, hayatımızı üzerinden yürüttüğümüz teknoloji tek bir kişinin emrine amade olsaydı? Ya bu kişi onu dilediği gibi evirip çevirebilseydi ve en gizli saklı sırlarımıza bile sadece “tek bir tuşla” ulaşabilseydi? Peki ya bu kişinin peşinde olduğu şey intikam olsaydı? ‘Başarıya giden yolda her şey mubahtır,’ sözünü düstur edinip başkalarının hayatını hiçe saysaydı? O zaman teknolojiye şimdiki kadar güvenebilir miydiniz? Bir de şu açıdan bakalım: Bahsettiğimiz bu kişi siz olsaydınız, koskoca bir şehrin tüm kontrolü parmaklarınızın ucunda olsaydı… Neler yapardınız? Neleri göze alırdınız? Ne kadar ileri giderdiniz? İşte Watch_Dogs bizlere bu sorunun cevabını bulma fırsatı veriyor. Hem de benzersiz bir deneyim eşliğinde…
Her şey birbirine bağlı
Watch_Dogs, Ubisoft Montreal (Splinter Cell, Prince of Persia, Assassin’s Creed, Far Cry) tarafından geliştirilen, sandbox diye tabir ettiğimiz bir açık-dünya oyunu. Tabii onu sadece bu şekilde tanımlamak kendisine büyük bir haksızlık olacaktır. Çünkü kendi kulvarındaki pek çok yapımın en iyi yanlarını içinde barındırdığı gibi üzerine yepyeni şeyler de koymayı da başarıyor Watch_Dogs.
Belki duymuşsunuzdur. 2003 yılında Amerika’nın kuzey doğusunu ve Kanada’nın Ontario bölgesini kapsayan çok büyük çaplı bir elektrik kesintisi yaşanmıştı. Ülkenin önemli elektrik dağıtıcılarından birinin bilgisayar sistemindeki bir hatadan kaynaklanan bu kesinti yüzünden New York, Toronto ve Detroit başta olmak üzere pek çok şehir iki gün boyunca karanlıkta kalmıştı; su, ulaşım ve endüstri tamamen durmuştu. Sadece küçücük bir bilgisayar hatası yüzünden…
Watch_Dogs’un arka planı yukarıda anlattığım bu olaya dayanıyor. Oyun için yaratılan alternatif gerçeklikte bu elektrik kesintisi bir bilgisayar arızasından dolayı değil de bir hacker yüzünden gerçekleşiyor. New York’un güç şebekesine gizlice bir virüs sızdıran bilgisayar korsanı çok geniş çaplı bir güç kaybına neden oluyor. Bunun sonucunda da yüzlerce insan yaralanıyor, daha şanssız bir azınlık ise hayatını kaybediyor. Ama bu olay büyük şirketlerin ilgilisini çok daha farklı bir açıdan cezp ediyor. Sadece tek bir arızanın bile bütün bir sistemi nasıl çökerttiğini, her şeyin aslında birbirine ne kadar bağlı olduğunu fark eden firmalar bir araya gelip yepyeni bir sistem oluşturuyorlar: Akıllı Şehirler. Trafik ışıklarından sokak lambalarına, suçla mücadeleden iletişime dek hemen hemen her türlü elektronik cihazın “CtOS” (Central Operating System / Merkezi İşletim Sistemi) adlı bir süper bilgisayarda toplandığı, bütün şehirlerin geniş bir ağ vasıtasıyla birbirlerine bağlandığı, her şeyin tek bir noktadan kontrol edildiği yeni bir düzen. George Orwell’ın meşhur distopik romanı 1984’ü andıran bu sistem sayesinde (Büyük Birader sizi izliyor!) güvenlik kameraları, hastane kayıtları, bankacılık işlemleri, cep telefonu görüşmeleri kısacası arkanızda bıraktığınız her türlü dijital iz sayesinde herkes her an izleniyor. Firmalar bu bilgileri izlendiklerinden haberleri olmayan insanlara ürün satmak ve dünya görüşlerini etkilemek için kullanmaya başlıyor.
Herkesin bir hikâyesi vardır
10 yıl sonra… Chicago, 2013. Parmaklarımızın ucunda Aiden Pearce adlı bir anti-kahraman var. Kendisi bilgisayar korsanlığı ve ruhsatsız silah bulundurmaktan dolayı 11 ay boyunca hapis yatmış biri. Aiden “Profiler” adındaki kendisi küçük ama işlevi devasa olan, akıllı telefon benzeri bir cihaz sayesinde CtOS’in içine sızıp şehrin tüm imkânlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanabiliyor.
Örneğin trafik ışıklarına, güvenlik kameralarına, Chicago’nun meşhur tren sistemine, açılır kapanır köprülere, sigorta kutularına, cep telefonlarına, bilgisayarlara ve daha pek çok elektronik cihaza tek bir tuşla erişebiliyor. CtOS’in bilgi bankası sayesinde çevresindeki insanların kim olduğunu, ne iş yaptığını, sabıka kaydını, gelir düzeylerini, hesaplarındaki para miktarını ve sağlık durumunu görebiliyor, bununla da kalmayıp dilerse bu bilgilerden istediği ölçüde faydalanabiliyor. Mesela dilediğimiz kişinin cep telefonu görüşmelerine kulak misafiri olabiliyoruz, ya da banka şifresini öğrendiğimiz birinin hesabından para çekebiliyoruz. Peki tüm bunları niçin yapıyoruz? Aiden’ın bunları yapmaktaki nihai amacı ne? O sadece sisteme baş kaldıran basit bir bilgisayar korsanı mı? Ya da elektronik cihazlar üzerindeki yeteneğini kanunsuz işler yapmak için kullanan bir dolandırıcı mı? Hayır, hiçbiri değil…
Aiden Pearce aslında 39 yaşında, İrlanda doğumlu bir aile babası. Ama mâzisi pek de huzurlu anılarla dolu değil. Hem o hem de sevdikleri geçmişte pek çok kez saldırıya uğrayıp yaralanmış. Ama saldırganlar her seferinde olaylardan ceza bile almadan yakayı sıyırmayı başarmış. Bu da Aiden’ı insanları kameralar vasıtasıyla izleme, koruma ve kontrol konularında da son derece takıntılı bir adam hâline getirmiş. Öyle ki ailesinin haberi olmasa bile onları 7/24 kameralardan takip ediyor kendisi. Fakat tüm bu çabalarına ve takıntı derecesindeki önlemlerine rağmen sevdikleri bir kez daha zarar görüyor Aiden’ın. Bu da yetmiyormuş gibi fail, doğru yerlere yapılan birkaç telefon görüşmesi sayesinde tüm suçlamalardan kolaylıkla beraat ediyor. Sabır taşı çatlayan, hard-diski su kaynatan, ekran kartı yanan (kısacası çok sinirlenen) Aiden Pearce da suçluya cezasını kendi elleriyle vermek için kolları sıvıyor. Elinin altında dünyanın en büyük bilgisayarı olan yetenekli bir hacker’a yakışacak şekilde elbette…
“Sen bir yalancısın. Gerçeği biliyorum. Nasıl düşündüğünü biliyorum. Arkanda bıraktığın dijital gölgeni görebiliyorum. Herkese yalan söylüyorsun. Ama benden saklanamazsın. Seni bulacağım ve tüm sırlarını dünyaya ifşa edeceğim.” – Aiden Pearce
On parmağında on bir marifet olan adam
Oyunun konusu şu an için tam olarak açıklanmadı. Tek bildiğimiz intikam almak için yollara düşen Aiden’ın kendisini beklediğinden çok daha büyük bir olayın içinde bulacağı. Profiler’ı nasıl elde ettiği ve CtOS’in bilgi bankasına nasıl sızdığı gibi konular hâlen gizliliğini koruyan diğer unsurlar. Profiler’ın pek çok meziyeti olsa da başlangıçta bu özelliklerin hepsine sahip olamayacak, çoğu yeteneğimizi oyunun içerisinde ilerledikçe elde edeceğiz. Şimdilik söylenen tek şey tüm bunlara oyun içinde çok mantıklı açıklamalar getirileceği. Ekranın alt köşesinde Profiler’ın pil durumunu gösteren ufak bir gösterge bulunacak ve her hareketimiz pili biraz azaltacak. Ama korkmayın, cihazımızı şarj etmek gibi bir zorunluluğumuz yok. Tek yapmamız gereken biraz beklemek ve voila! Enerjisi tekrar eski düzeyine dönecek.
Aiden’ın tek numarası Profiler ile her şeyi hacklemek değil. Kendisi aynı zamanda Assassin’s Creed ya da Prince Of Percia oyunlarından alışkın olduğumuz akrobatik hareketlerin bir kısmını da gerçekleştirebiliyor. Sütundan sütuna atlamak gibi aşırı uçtaki şeyleri yapamıyor belki ama tel örgülere çabucak tırmanabiliyor, alçak duvarların üzerine çıkabiliyor, arabaların kaportaları üzerinden takla atıp aracın öteki tarafına geçebiliyor, masaların üzerinden kayabiliyor ve bunları oldukça akıcı ve seri bir biçimde yapıyor. Aynı zamanda Gears of War tarzı bir sistem sayesinde araçların arkasına ve duvar köşelerine siper alabiliyor. Bitmedi, tıpkı GTA’daki gibi canının istediği herhangi bir araca binebiliyor ve Max Payne serisinden aşina olduğumuz, ‘focus’ adlı bir bullet-time özelliğine de sahip kendisi. Silahlı çatışmada son derece yetenekli olduğu gibi katlanabilen sopası sayesinde yakın dövüşte de gayet etkili olabiliyor. Tabii bu tarz hareketlere giriştiğinde tanınmamak için yüzünü bir örtüyle gizlemeyi de ihmal etmiyor.
Nasıl? Gayet yetenekli biri, değil mi? Peki tüm bu özellikler nasıl oluyor da tek bir oyun karakterinde bu kadar başarılı bir şekilde bir araya getirilebiliyor? Cevabı yapımcının adında saklı: Ubisoft Montreal. Animasyonlardaki akıcılık, kalabalık şehirler ve akrobatik hareketler Assassin’s Creed, gizlilik ve teknolojik oyuncaklar Splinter Cell, silahlı çatışmalar Far Cry, sürüş mekanikleri ise Driver oyunlarındaki tecrübelerinden geliyor. Tek yaptıkları şey hepsinin en iyi yanlarını alıp tek bir oyun ve tek bir kahramanda birleştirmek olmuş. Bizce çok da güzel olmuş.
İki güvenilir silah: 9 mm’lik bir Beretta ve 3 milyon nüfuslu Chicago
“Amerika’nın kalbi. Sanki… bir yerlerde teklemiş gibi görünüyor. İnsanları değişmedi, fakat artık herkes yayın yapıyor. Ve bunu bir kez gördüğünüzde… hepsini… nasıl bir başka tarafa bakabilirsiniz ki?” – Aiden Pearce
Watch_Dogs’ı benzerlerinden ayıran en büyük unsur koskoca bir şehri dilediğimiz gibi kullanabileceğimiz bir silah olarak parmaklarımızın ucuna teslim etmesi şüphesiz. Oyunun geçtiği Chicago sadece sokaklarında dolaşıp görevden göreve gideceğimiz bir harita değil, başlı başına oyunun ana öğesini oluşturuyor. Mesela tüm trafik ışıklarını yeşile çevirip zincirleme kazalara neden olabilecek, köprüleri kaldırıp peşimizden gelen polis arabalarını atlatabilecek veya sigorta kutularını patlatıp karmaşa yaratabileceğiz. Yapımcı firmanın oyun alanı olarak Chicago’yu seçmesi ise bir rastlantı değil. Sizin de bildiğiniz gibi bu şehir dünyanın en modern ve en büyük metropollerinden biri olduğu gibi suç ve yozlaşma sorunlarıyla da boğuşan bir yer. Şehirde 10.000’den fazla güvenlik kamerası var ve bu sistem sayesinde sokakları her an her saniye güvenlik görevlileri tarafından gözleniyor. Tıpkı Watch_Dogs’daki gibi… Bu da şehri otomatikman oyun için ideal yer hâline getiriyor.
Ubisoft Montreal, Watch_Dogs’un sınırları zorlayan bir fantastik veya bilimkurgu hikâyesi değil, ayaklarını mümkün olduğunca yere sağlam basan gerçekçi bir macera olmasını istiyor. Bunu garanti altına almak için de tüm Chicago’nun fotoğraflarını çekmişler, mimarisini ve tarihini araştırmışlar, polis departmanından bilgi almışlar, sokaklarında dolaşıp insanların konuşmalarını kaydedip yürüyüş şekillerini ve kıyafetlerini incelemişler. Hatta hava muhalefetlerini bile araştırmışlar. Böylelikle mimarisi kadar insanlarıyla da yaşayan ve canlı bir şehir, bir bakıma günümüz Chicago’sunun bir yansımasını elde etmişler. Şehri yalnızca sokak seviyesinde de tasarlanmamışlar üstelik. Binaların çatılarına çıkabileceğimiz gibi bazılarının içine girme fırsatı da bulacağız.
Oyunun sadece gerçekçi görünmesine değil, gerçekçi hissettirmesine de önem veriyor Ubisoft Montreal ekibi. Evet, bu oyunda da bir sürü silahlı çatışma, patlama, araba kazaları ve hırsız-polis takibi olacak. Fakat tüm bunların bir bedeli de olacak. Watch_Dogs’ta yaptığımız her hareketin, aldığımız her kararın sorumluluğunu omuzlarımızda hissedebileceğiz. Seçimlerimiz insanların hayatlarına direkt olarak etki edecek ve sokaklarda yürüyen halk her hareketimize tepki verecek. Ateş edersek koşarak dağılacaklar, yakınlarda bir kaza gerçekleşirse içlerinden bazıları yardıma koşacak, ambulans çağıracaklar ve polisi arayacaklar. Medya bizi yakından takip edecek ve yaptıklarımızı şehrin insanlarına dakika dakika aktaracak. Görevimizi başarabilmek için bir trafik kazasına veya patlamaya mı neden olduk? Masum insanların ölümüne mi yol açtık? Yoksa başı dertte olan birine mi yardım ettik? Maskeli bir kahraman mıyız yoksa istediğimizi elde edebilmek için başkalarının canını hiçe sayan bir terörist mi? İnsanlar bunları hatırlayacak ve bize ona göre davranacaklar. Oyun bizi birini veya ötekini yapmak için zorlamayacak ya da seçimlerimiz yüzünden bizi yargılamayacak. Tamamen serbest olacağız ancak oyun içinde karşılaşacağımız tepkiler bu ve bunun gibi hareketlerimize göre şekillenecek. “Yapım boyunca ekibime sürekli tekrar ettiğim iki şey var. Birincisi ‘Bu bölümü oynarken Aiden’ın içinde bulunduğu durumun ciddiyetini kavrayabiliyor musunuz?’ sorusu. İkincisiyse ‘Bunu bir Michael Bay filminden çok bir Michael Mann filmi gibi yapın,’ sözü,” diyor oyunun yaratıcı yönetmeni Jonathan Morin, verdiği bir röportajda.
Watch_Dogs’u diğer açık-dünya oyunlarından ayıran özellikler sadece bunlarla da sınırlı değil. Bildiğiniz gibi bu tarz oyunların haritalarında genellikle bir sonraki görevin nerede başlayacağını belirten işaretler olur. Watch_Dogs’da bu olmayacak. Aksine görevler siz onları keşfettikçe açığa çıkacak. Onlara nasıl yaklaşacağınız, olaylara müdahale edip etmeyeceğiniz, ederseniz de nasıl bir taktik uygulayacağınız tamamen size kalmış. Örneğin oyunun tanıtım videolarından birinde kocası tarafından öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir kadınla karşılaşıyoruz. Bu tamamen oyuncunun o anda o kişiye odaklanmasıyla açılan bir görev. Eğer o esnada kadınla değil de başka biriyle ilgilenirsek yaşadığımız tecrübe tamamen farklı olacak. Ya da kadını kurtarmak yerine olayı görmezden gelip başka tarafa bakma seçeneğimiz de olacak. Tabii becerebilirsek. Çünkü Aiden’ın da dediği gibi “bunu bir kez gördüğünüzde… hepsini… nasıl bir başka tarafa bakabilirsiniz ki?”
İşte işlerin ilginçleşmeye başladığı nokta
“Eğer yalnız olduğunuzu sanıyorsanız bir daha düşünün. Kendinize şu soruyu sormalısınız. Eğer tek bir adam bütün Chicago’yu kontrol edip her şeyi izleyebiliyorsa, eğer Aiden Pearce bunu yapabiliyorsa… aynı şeyi başkaları da yapabilir mi? Cevap kesinlikle evet.”– Jonathan Morin, yaratıcı yönetmen.
Watch_Dogs’da bu kesinlikle yapılabiliyor. Oyunun temelinin her şeyin ve herkesin birbirine bağlı olduğu kavramına dayandığını incelemenin başında belirtmiştik. Görünüşe göre aynı şey oyunun fiziksel boyutu için de geçerli. Ekranlarımızı, klavyelerimizi ya da oyun kumandalarımızı kastetmiyorum. Her şeyi kastediyorum. Cep telefonlarımız, tabletlerimiz, dizüstü bilgisayarlarımız… Her şey.
Çünkü PS4 ile gelecek olan, oyunlarımızı her yerde ve her zaman oynamamızı sağlayan sistem Watch_Dogs ile gerçek anlamını buluyor. Nasıl biz oyundaki insanları izliyorsak biz oyunumuzu oynarken gerçek insanlar da PC, PS Vita, tablet, iPad ve akıllı telefon gibi pek çok farklı cihaz vasıtasıyla bizi izleyebilecek. Hatta sadece izlemekle kalmayıp oyunumuza direkt olarak etki edebilecek gibi görünüyorlar. Bu katılım, yardım mahiyetinde olabileceği gibi tam tersi de olabilir. Yapımcı firma bu konuda oyunculara tam anlamıyla bir serbestlik sunuyor. Bu son derece ilginç özellikle ilgili detaylar maalesef henüz tam olarak açıklanmadı, fakat yapımcılardan birinin verdiği demet bir hayli ilginç.
“Bize göre aksiyon-macera oyunlarındaki tek kişilik senaryolar ve multiplayer bölümleri birbirinden biraz kopuk durumda. Tek kişilik senaryo modundayken harika bir macera yaşıyor, sonra da klasik deathmatch, capture flag ya da arena bölümlerinden birine giriyorsunuz. Aynı macera ve heyecan hissi burada yer almıyor. Biz bunu değiştirmek istiyoruz. Başka insanlarla oynarken de aynı şekilde odaklanmış olmanızı, girmek ve yapmak istediğiniz şeyler konusunda özgür olmanızı istiyoruz.”
Kısacası gerçekten de her an izleniyor olacağız. Tek kişilik senaryoda da olsak çok oyunculu modda da olsak. En ummadığımız anda bizi izleyen başka insanlarla karşılaşabileceğiz. Tabii bu bizim için de geçerli, bilgisayarımızın ya da konsolumuzun başında olmadığımız zamanlarda da ‘bir şekilde’ Watch_Dogs’u oynamaya devam edebileceğiz.
Elbetteki bu deneyimi birinci elden ve tüm ayrıntılarıyla yaşayanlar PS4 kullanıcıları olacak. Ubisoft Montreal, PS3 ya da PC oyuncularının da aynı deneyimi yaşayacağını, kimsenin üvey evlat muamelesi görmeyeceğini belirtiyor. Ama PS4’ü satın alanlar için bu özelliğin yeni sistemin doğal bir uzantısı olacağını eklemekten de geri kalmıyorlar.
Watch_Dogs şu sıralar PC, XBox 360, PlayStation 3, PC, Wii U ve PlayStation 4 için geliştirilmekte, 2013’ün son aylarında ise bizlerle olması planlanıyor. İzlediğimiz tanıtım videolarıyla zaten gönlümüzü çoktan çelmiş olan yapımı bu bilgileri elde ettikten sonra daha da bir hevesle beklemeye başladık. Üstelik görünüşe göre piyasaya sürüldüğünde şu anda açıklanmayan başka çarpıcı özelliklere de sahip olacak kendisi. Kesin olan tek bir gerçek var, Watch_Dogs şimdiden bütün oyun severleri birer gözcüye çevirdi. Çünkü hepimiz onun yolunu dört gözle bekliyoruz.