Sizlere çok önemli bir şey itiraf edeceğim ama aramızda kalsın. İki hafta öncesine kadar elimi herhangi bir soulslike oyununa sürmedim! Özellikle Bloodborne’un dünyası, sanat ve bölüm tasarımları, çevresel hikaye anlatımı ilgimi çekse de o zorluğu düşündüğüm anda bile fenalık geliyor. Hiç bulaşmadım o yüzden. Ama iki hafta önce Tunic o cıvıl cıvıl Zelda’dan esinlenen dünyası ile beni kandırdı. Hem de kelimenin tam anlamıyla kandırdı. Şirin tilkili bir oyunun soulslike olabileceğine ihtimal vermedim hiç. Olayın farkına vardığımda artık çok geçti. İlk boss’a gelmiş, saçımı başımı yoluyordum.
İşin daha da ilginç tarafı The Last Hero of Nostalgaia ile bire bir aynı şeyi yaşadım! Grafiklerine ve espri anlayışına kanıp hevesle yükledim. İlk defa öldüğümde çıkan “Yes, this is a soulslike” başarımına bile şüphe ile yaklaştım. Kesin bu da bir espri, agam benimle eyleneyi dedim. Yok eylenmeyiymiş. İlk boss’ta saçımı başımı yolmaya başladığımda ciddiye kabullendim bunu.
Özetle demem o ki iki haftada iki adet soulslike oynamış olsam da hala türün cahili sayılırım. Anlatacaklarımın büyük bir kısmı Dark Souls severlere çok tanıdık gelecektir. Sizler için lafı uzatmadan yazıyı özet geçeyim: oyun çohii, sakın kaçırmayın, gidip alın. Benim gibi bu ana kadar türden uzak kalanlardansanız çayınızı, kahvenizi koyup gelin. Sizlere anlatacaklarım var!
Dark Souls’a giriş
Peşin peşin söylüyorum bu oyun türü ile bir nefret-sevgi ilişkisi oluştu. Ama klişe “Boss çok zor, saatlerce cebelleştikten sonra kesmenin tatmini bambaşka” olanından değil. Çok net bir şekilde zor boss’ları sevmedim. Boss’a git, on saniyede öl, son kayıt noktasına dön, boss’a kadar iki dakika yürü, düşmanların arasından sıyrıl, on saniye sonra yine öl döngüsü sinir etti. Boss’a kadar yürüme kısmını bir kenara bıraksak dahi aynı şeyi tekrar tekrar denemekten sıkılıyorum. Bu incelemeyi yazmam gerekmeseydi muhtemelen ilk ciddi boss’ta bırakacaktım oyunu. Ama iyi ki bırakmadım çünkü geriye kalan her şey çok başarılı!
Bir kere nerdeyse her düşmanın tehlikeli olabilmesi, dikkatsiz davranırsak gözümüzün yaşına bakmadan dayak atması oyuna heyecan katıyor gerçekten. Bu sayede labirent gibi haritalarda az can ile hayatta kalmaya çalışıp düşmanlarla köşe kapmaca oynarken bir kestirmeye, kıyıda köşede kalmış bir kayıt noktasına denk gelmek çok tatmin edici bir tecrübe oluyor. Üstüne bir de kaydınızı alıp canınızı yeniledikten sonra geri dönüp sizi üzen düşmanlara dayak atmak daha bir tatlı oluyor. Zannedersem soulslike janrasının başarısı tam olarak bu döngüden geliyor.
Haritaya labirent gibi dediğime de bakmayın siz. İlk bakışta çok karışık gibi gelse de başarılı bölüm tasarımları sayesinde yolunuzu bulabiliyorsunuz ve neredeyse hiçbir zaman kaybolmuyorsunuz.
Buraya kadar Dark Souls anlattım durdum. Diyeceksiniz ki, bu oyunun Dark Souls’dan hiç mi farkı yok? Var tabii! Ancak o farklar oynanıştan ziyade anlatı ve sunumda ortaya çıkıyor.
Grafik her şeydir!
İsminden de anlayabileceğiniz üzere olay Nostalgaia isimli, buram buram nostalji kokan bir oyun dünyasında geçiyor. Bir zamanlar kahramanlarını çok sevmiş bu dünya bir sebepten ötürü çürümeye yüz tutmuş ve grafikleri bozulmaya başlamış. Artık NPC’ler kahramanlardan nefret eder hale gelmiş. Anlatıcı bile bu dünyadan ümidi kesmiş. Derken ortaya Nostalgaia’nın grafiklerini düzeltebilecek, ve dünyaya eski ihtişamını kazandırabilecek bir kahraman ortaya çıkıyor: çöp adam.
Grafiklerin gittikçe eskidiği bu dünyanın kurtarıcısı basit bir çöp adam olabilir miydi? Anlatıcıya göre cevap tabii ki hayır. Yolculuğumuz boyunca memnuniyetsiz anlatıcının anlatıcı memnuniyetsiz ve yargılayıcı lafları ile bize eşlik ediyor. Hikayenin tadını kaçırmamak için daha fazla detaya girmeyeceğim ancak kullandığı anlatı araçlarından bahsetmek istiyorum.
Anlatıcı, oyunda karşılaştığımız karakterler, çevresel hikaye anlatımı güzel hoş ama Dark Souls oyunları bunlarla yetinmeyip birçok ayrıntıyı eşya tanımlarına gizlemekle meşhur. İşte Nostalgaia bu tekniği bir adım ileri götürüp bir hatıra sistemi eklemiş.
Ortalıkta bulduğunuz hemen hemen her eşyanın unuttukları hatıraları var. Hatırlamaları için tasvirindeki ipuçlarını takip ederek oyunda bir yeri bulmanız gerekiyor. Doğru yeri bulup “hatırla” tuşuna bastığınızda eşya eski sahibinin hikayesini özet geçiyor.
Bu sistem sizi oyun dünyasına daha fazla dikkat etmeye, ortalığı incelemeye itiyor. Ama ne yazık ki aynı zamanda Nostalgaia’nın ufak ama sinir bozucu bir kusurunu gözümüze sokmuş oluyor: envanter yönetimi. Oynarken her değişik bir şey gördüğünüzde dibine gidip burada hatırlayabilieceğim bir şey var mı diye envanterinizi kontrol edesiniz geliyor. Başlarda bir sorun teşkil etmese de eşya sayısı yüzleri geçtiğinde bu işlem çok can sıkıcı bir hale gelebiliyor. Eşyaları bölgelere göre ayıran kategoriler var ama keşfettiğimiz bölge sayısı arttıkça orası da kullanışsız hale geliyor. Üstelik o kategorileri gezerken eşyayı hatırlayamıyoruz. Bu işlem için her türlü ana envanteri açmamız lazım.
Hatıra işini en sona bırakayım diyebilirsiniz ama o durumda da bonusları kaçıracaksınız. Bu sistem sadece hikaye anlatımı için değil, karakter gelişimi için de kullanılıyor çünkü. Hatıraları topladıkça hem eşyaların gücü artıyor hem de bazı bonuslar geliyor. Fazladan can, ekstra hasar gibi oldukça önemli bonuslar bunlar.
Wow good game design therefore try read
Neyse ki işimizi biraz da olsa kolaylaştıran bir mesaj sistemi var. İstediğiniz bir noktada hazır kalıpları kullanarak başka oyuncular için mesaj bırakabiliyoruz. “Remember sword” ya da “try left” gibi. Hazır kalıplarla derdimizi anlatmak her zaman kolay olmayabiliyor tabii. Ama gördüğüm kadarıyla oyunda şimdiden bir dil oluşmuş bile. Mesela “Good game design” bir kayıt noktasını ya da bir kestirmeyi anlatıyor genelde. “Bad game design” ise burada bir şey yok, boşuna geldin manasında kullanılıyor. Özellikle daha önce soulslike oynamadıysanız bu mesajlara dikkat etmenizi öneririm, hayatınızı çok kolaylaştırabilirler.
Yazı boyunca oyunu (oynamadığım) Dark Souls ile karşılaştırıp durdum ama son olarak önemli bir noktaya değinmek istiyorum: oyun DS kadar zor değil. En azından insanların mızmızlanmasına inanacak olursam o şekilde yorumlayabilirim. İlk ve son boss’lar haricinde takıldığım veya ciddi bir şekilde zorlandığım bir yeri olmadı. Bu anlamda zorluk seviyesi çok iyi ayarlanmış diyebilirim.
Benim gibi “Öff bu çok zor şimdi kim uğraşacak...” diyerek soulslike tarzından uzak duranlardansanız The Last Hero of Nostalgaia’ya bir şans verin. Ne yapın edin o ilk boss’u da dövün. Pişman olmayacaksınız. Eğer hali hazırda janranın hayranıysanız da bu oyunu kesinlike oynayın. Hele hele bu fiyatlara hiç kaçırmayın!
Başlıklar
Eğlenceli dünyası ve karakterleri ile hem soulslike severlerin yüzünü güldürecek hem de türe yabancı olanları üzmeyecek başarılı bir yapım.
- Hatıra sistemi etrafımıza dikkat etmemizi sağlıyor
- Anlatıcının laf atmaları
- Oyunun kocaman dünyasına rağmen yolumuzu bulabildiğimiz başarılı bölüm tasarımları
- Soulslike fena değilmiş ya...
- Her şeyin bir arada olduğu yetersiz bir envanter sistemi
- Bazı boss dövüşleri çok can sıkıyor