Split Fiction - İnceleme

İlişki testi gibi oyun…

Gürkan: Aksiyon, Macera, RYO, FPS, TPS, GZS falan hepimizin bildiği oyun türleri. Fakat bir de “Evlilik bitiren oyun” diye bir tür var; tüm oyun türleri içinde en büyük risk / ödül oranına sahip olan. Mesela “Cuphead” bu türün hatırı sayılır, önde gelen örneklerinden biri. Biz o oyunu Gül’le oynamadık. Göze alamadık belki de. Çünkü bir geçmişimiz var, yıllar önce Little Big Planet gibi pufuf bir oyunu neredeyse yarıda bırakmış insanlarız.

Biz bu yüzden Hazelight’ın önceki oyunlarını da oynamadık, itiraf ediyoruz. İzledik, araştırdık falan ama oynamadık. Belki de hazır hissetmiyorduk kendimizi. Şimdi çocuk da belli bir yaşa gelmişken (artık kendi başının çaresine bakabilir, eşek kadar oldu), dedik ki “Evliliğimizde yeni heyecanlar mı arasak?” Dedik ki, “Var mısın benimle bir yolculuğa; birbirimizi daha derinden tanımaya…”

Yok abi, tanıyormuşuz :) Ama kabul etmişiz artık, evliliğin bir de bu yönü var. Baştan değiştirmeye çalışıyorsun, sonra bakıyorsun nafile. Eğlenmeye başlıyorsun. Tadını çıkarıyorsun bir nevi. Örneğin Gül karakteriyle uçarak bir çemberin içinden geçmeye çalışırken sinir olmak yerine artık gidip çay koyabiliyor, yazmam gereken mail’leri yazabiliyor, reddit’te dolanabiliyor ve dönüp “Geçince haber ver sdjhjsdfh” diyebiliyorsun.

Gül: Ya da partnerin “uf puf” yaparken sallamamayı öğreniyorsun, bir yerden zıplayamıyorsun diye dalga geçmeye kalkarsa “Aç da bi’ tarafına gül” diyebiliyorsun :) İnsanın kendini ve dolayısıyla eşini tanıması önemli tabii. Split Fiction da biraz bu temaların etrafında dolanıyor desek yanlış olmaz herhalde.

Oyun, Mio ve Zoe adında iki yazarın, eserlerinin yayın haklarını satmak için Rader Yayıncılık’a gelmesiyle başlıyor. Zoe enerjik, dışa dönük ve hayat doluyken Mio içine kapanık, karamsar ve mesafeli biri. Kısacası birbirlerinden tamamen farklı mizaçlara sahipler. Bu farklılık, yazdıkları hikâyelere de yansıyor. Zoe renkli ve fantastik dünyalar yaratırken Mio soğuk ve karanlık bilim kurgu hikâyelerine yöneliyor. Ancak ikisinin de ortak bir sorunu var: Beş parasız olmaları ve bir yayıncıya duydukları ihtiyaç.

Öte yandan zengin bir teknoloji devi ve aynı zamanda oyunun kötü karakteri olan Rader, Matrix’e benzer simülasyon dünyalar yaratabilen makinesiyle Mio ve Zoe ile birlikte bir grup diğer çaresiz yazarın da hikâyelerini ele geçirip yaratıcılıklarını çalmaya çalışıyor. Zoe, saf ve iyimser yapısıyla bu tuzağa düşmeye hazırken Mio kimseye güvenmeyen şüpheci tavrıyla teklifi reddediyor. Ancak yaşanan arbedede, Zoe ile birlikte makineye hapsoluyorlar ve çıkış yolu bulmak için sistemdeki bir “bug”dan yararlanarak hem kendi hikâyelerinin içine dalmak hem de korumak istedikleri diğer fikirleri keşfetmek zorunda kalıyorlar.

Böylece Zoe ve Mio, Rader’la ve makineyle olan mücadelelerinde yazdıkları veya bir zamanlar düşledikleri onlarca farklı hikâyeyi deneyimliyorlar. Oyunun genel yapısı da böylece ortaya çıkmış oluyor: Sırayla Mio’nun distopik bilim-kurgu evrenlerini ve Zoe’nin renkli fantastik dünyalarını ziyaret ederken aralara serpiştirilmiş ufak, opsiyonel kısa hikâyelerle de nefes alma fırsatı buluyorsunuz. Bunlar hem dünya yaratımı, hem level tasarımı hem de oynanış çeşitliliği bakımından sizi öylesine farklı uçlara savuruyor ki, ister istemez görece küçük bir stüdyonun nasıl böyle çok yönlü olabildiğine ve tüm bunları ustalıkla nasıl başardığına şaşırıp kalıyorsunuz. Platform, Shoot’em Up, Side Scroller, Bullet Hell gibi birçok değişik türün son derece başarılı bir şekilde uygulandığı, kontrollerin rahat ve akıcı olduğunu söyleyebileceğimiz tertemiz bir oyun Split Fiction.

Gürkan: Madem kontroller harikaydı, ne diye beni yarım saat beklettin uçurtmalı bölümde? :) Ya kontrollerde sıkıntı var ya da sende… Öhm, neyse, aslında ben başlarda biraz şüpheci yaklaştım oyuna karşı. İlk etapta “Her şey iyi güzel ama hikâye yetişkin bir konu ele alıyor gibi, oynanışsa neredeyse çocuklara hitap edecek kadar kolay. Bu ikisi tam oturmuyor sanki" diye düşündüm. Hani alışmışızdır ya küçümsemeye, “Mario gibi” falan diye… Ben nereden bileyim sonlara doğru Celeste’e rahmet okutacak kısımlar olduğunu :D Şaka bir yana, oyun bizi şekillendiren yaşanmışlıkların, bazen hayatta kalabilmek için içimizdeki çocuğu hapsetmemize, bazen de gerçekle yüzleşmekten kaçacak kadar çocuk kalmamıza neden olabileceğini etkileyici bir şekilde anlatıyor. Hikâye her anlatının onu anlatan kişiyi yansıttığı ölçüde sanat olduğunu, insani öğeyi denklemden çıkarıp sırtınızı sadece formüllere dayadığınızda yaratıcılığın değil, klişelerin hüküm sürdüğünü vurguluyor.

Gül: Zaten oyun bir noktada oyunlar üzerine de bir yoruma dönüşüyor adeta; sürekli tekrar eden çekirdek bir mekaniğe sahip, “başarım ve ilerleme” hissiyle oyuncuya dopamin salgılatmaya çalışan çoğu günümüz oyununun aksine, Split Fiction karakterleri aracılığıyla “Bir oyunu istediğin gibi oynamaktan, yeri geldiğinde saçma sapan şeyler yaparak da keyif almaktan kendini alıkoyma” diyor. Örneğin “Bunun oyuna ne katkısı var ki?” diye düşündüğünüz bazı şeyleri, partnerinizle yan yana oynarken tamamen geyik olsun diye yaptığınızı ve bunun sizi çok eğlendirdiğini fark edebiliyor ya da hatırlıyorsunuz. Yeri geliyor domuz olup kafanızı balçığa buluyor, yeri geliyor sihirli bir iksir kaynatıp rolleri değişebiliyorsunuz. Zoe, Mio’ya ve sanki bize “Bu ne ciddiyet, biraz da eğlenmeyi hatırla!” diyor.

Gürkan: Ve bir anlamda bize oyunları neden sevdiğimizi de hatırlatıyor; başına oturup hemen ne yapacağımızı anlayabildiğimiz bir oynanışla, kahkahalar ata ata ekran başında geçirdiğimiz saatleri anımsıyoruz. Yeri geliyor Turrican’ı, yeri geliyor God of War’u anıyoruz. “Aa burası Shadow of Colossus olmuş!”, “Burası da aynı Fall Guys gibi” derken, popüler kültürden birçok film, hikâye ve oyuna göndermelere de şahit oluyoruz. Hangi birini sayalım ki? Terminatör’den girip Harry Potter’dan çıkıyor, burada sürprizini bozmak istemediğimiz birçok “sürpriz yumurta”yla karşılaşıyoruz. (Hele biri var ki kahkaha attırdı ikimize de)

Gül: Tüm bu uçarı eğlencenin ve yaratıcılık bombardımanının arasında başlarda “Eh işte” dediğiniz hikâye de şaka maka sarmaya başlıyor ve karakterler sizde giderek büyüyorlar: Zoe ve Mio’nun kişisel yolculuklarını, her ne kadar pek yeni sayılmasa, hatta yer yer tahmin edilebilir olsa da önemsemeye başlıyorsunuz. Onlar birbirlerine iç dünyalarını açıp yaklaştıkça siz de kendinizi oyuna daha bir kaptırıyorsunuz.

Gürkan: Bu noktada belirtmeden geçmek olmaz. Finale yakın görevlerle birlikte kendini çok net göstermeye başlayan bir şey daha var. Hazelight önceki oyunlarının üstüne teknik anlamda ciddi kat çıkmış. A Way Out ve It Takes Two mütevazı AA oyunlar havasındayken Split Fiction yer yer “AAAA” oyunların yapamadıklarını yapıyor. Elbette bir Sony exclusive oyunu seviyesi beklememek lazım fakat öne çıkan sanat tasarımıyla birlikte aksiyonun zirve yaptığı bölümlerin, büyük bütçeli iddialı yapımlardan çok da eksiği yok. Ben ayrıca yüz animasyonlarına hayran kaldığımı da söylemeliyim, özellikle Mio’nun ifadelerine bayıldım.

Gül: Sonuçta hem çocuk gibi eğlendiğiniz hem de kendi yaşamınızı ve yaşadıklarınızı gözden geçirdiğiniz bir macera yaşıyorsunuz. Yalnızlığın bir seçim olduğunu, öyle ya da böyle bir “diğerine” ihtiyaç duyduğumuzu hissettiren oyun, bunu co-op oynanışa da büyük başarıyla yediriyor. Mio ve Zoe ilerleyebilmek için birbirlerine güvenmeleri gerektiğini, tüm farklılıklarına rağmen (ve hatta onlar sayesinde) amaçlarına ulaşabileceklerini fark ederken, siz de partnerinizle aynı duyguları yaşıyorsunuz, tema ve oynanış tam anlamıyla üst üste oturuyor yani. Oyun zaman zaman yollarınızı ayırsa da çoğunlukla partnerinizle koordine olarak ilerlemek zorunda kalıyorsunuz ve bu da beraberinde sürekli bir iletişim ve senkronizasyon gerektiriyor. Bölümler geçtikçe ne yapmanız gerektiğini daha iyi anlamaya, her bölümde edindiğiniz farklı yeteneklerinizle karşınıza çıkan engelleri birlikte çalışarak nasıl aşacağınızı daha iyi kavramaya başlıyorsunuz.

Gürkan: Sabrın bir ilişkide ne kadar önemli olduğunu…

Gül: Tamam, anladık :D Ne diyorsun son olarak?

Gürkan: Bu kadar seveceğimi beklemiyordum, yalan yok. Oynanış var, hissiyat var, aksiyon var… Güldük, zorlandık, başardık, mutlu olduk. Daha ne olsun? Oyunun senden ne yapmanı istediğini tam anlamadığın bir iki kısmı ve hikâyenin samimiyetine karşın biraz bayat kaçan kötü adamı falan saymazsak, harika bir tecrübe yaşadım. Sen ne diyorsun?

Gül: Ben de beklediğimden fazlasını buldum, oyunun sürekli kendini yenileyen ve oyuncuyu şaşırtan yapısını çok beğendim. Dünyası çeşitli, beraber oynaması çok keyifli, ayrıca evliliğimizin bu “testi” geçmesi de cabası.

SON KARAR

Co-op oyunlara aşılacak yeni bir çıta belirliyor Split Fiction. Bir arkadaşınızı alın yanınıza ve mutlaka bu oyunu deneyimleyin.

Split Fiction
Harika
9.0
Artılar
  • Oynanış, bölüm tasarımı ve sanat tasarımındaki çeşitlilik
  • Oyunun değişik türleri uygulamadaki becerisi
  • Eski oyunları ve oyunların sadece “eğlenceli” olabileceğini hatırlatması
Eksiler
  • Yer yer klişeye kaçan bazı hikâye kısımları
  • Gayet klişe olan kötü adam
YORUMLAR
Parolamı Unuttum