Xenoblade Chronicles 3 - İnceleme
Bu dünyayı dostluğun gücü kurtaracak!
Ne düşünüyorum biliyor musunuz? “Benim 150 küsur saatim boşa gitti a dostlar!” Ama hemen bunun üstüne de diyorum ki: “Ama ne 150 küsur saatti be!” Tabii bunu der demez ilk düşünce 38 yaşındaki beynimin yorgun kıvrımları arasında yok olup gidiyor. Sonuçta aslında 15 bilemedin 20 yaşındaki gençler için yapılmış benzerlerini ölümüne tükettiğim bir Japon RYO’sunu daha oynayıp bitirdim. Bol bol anime klişesine bulanıp dünyayı yine kurtardım, nice dostlar edinip düşmanlarımı tuzla buz ettim. Ama yine de bu 150 küsur saati kayıp olarak görmüyorum öyle mi? Harbiden de öyle. Çünkü karşımdaki oyun onca tükettiğim benzeri hikâyelerin ötesinde bir şeyler de sunabilmeyi başarmıştı bana… Lafı fazla uzatmadan yılın JRYO’su Xenoblade Chronicles 3’ü anlatacağım sizlere. Çayınızı kahvenizi alıp keyfinize bakın, yolumuz uzun zira.
Her şey çok büyük
İlk iki Xeno oyunu (ve Ömer oynarken bolca izlediğim XCX) hep hayranlıkla hatırladığım ve oynarken eğlendiğim yapımlardı. Falsoları bazen fazla göze batsa da sağlam hikâyeleri ve göz alıcı dünyalarıyla bunları maskelemeyi gayet güzel başarmışlardı. İşte o maskelere yeni oyunda hemen hiç gerek kalmamış çünkü parçalar bu sefer o kadar güzel birbirine eklemlenip o kadar keyifli bir deneyim sunmuş ki daha ilk 2-3 saatimde bile tattığım heyecan dalgasını tarif etmem mümkün değil. Xeno oyunlarında oyuncuyu ilk çarpan öğe devasa ve abstrakt dünyasıdır. Coğrafi şekiller sanki akıl almaz boyutlarda bir canlının kalıntılarıymışçasına ufku yararak manzaranın çok ötelerinde belirsiz şekillerle desteklenerek bir devasalık hissi oluşturur. Bu hisse en yakın verebileceğim örnek Elden Ring’in mekanları ama onda bile buradaki oyuncuyu hem hayranlık hem dehşet içerisinde bırakan his yoktur.
İlk açık araziye çıktığımda düşünebildiğim tek şey “Off gene sağlam yürüyeceğiz galiba” oldu ve yanılmadım bunda. Yürü yürü bitmeyen geniş açık alanlar, dağlar, ormanlar hepsi üstüne üstüne gelip oyuncuyu ezen bir atmosfer yaratıyor. Ama bu atmosfer boğucu değil de yer yer huzur verici, yer yer gözlerinizi alamadığınız manzaralarla zenginleşen doyurucu bir atmosfer daha çok.
Aionios denilen bu dünyanın ilk iki oyundaki dünyalarla biraz bağlantılı olsa da direkt buradan başlayıp oynayabilirsiniz ve öyküsü de zaten kendi içinde başlayıp bitiyor. Bu sefer çok daha karanlık ve sert bir ana konsept seçilmiş. Ölümüne savaşan ve aslında neden savaştığı da tam belli olmayan iki büyük fraksiyonumuz var. Keves ilk Xenoblade oyunundaki halkların oluşturduğu işin daha mekanik yönünde gelişmiş ve siyah rengi kullanan bir topluluk. Agnus ise beyaz rengin kostümlerinde hâkim olduğu bu evrenin büyüsü diyebileceği Ether kullanımında ustalaşmış askerlerden oluşuyor ve ikinci Xenoblade oyunundaki Alrest dünyasının halklarından oluşuyor.
Bu iki dünyanın varlığı halihazırda bu askerlerin çok da umurunda (ve bilgisinde) değil. Onların yegâne derdi üst sınıf olan Konsüller tarafından 10 yıl olarak belirlenmiş ömürlerini savaşarak geçirip Flame Clock denilen sayaçları doldurmak ve bağlı bulundukları kolonileri ayakta tutmak. Bu korkunç kader elbette allanıp pullanarak onlara şanlı bir şeymiş gibi sunuluyor ve her asker de 10 yıllık vadesini doldurup törenlerle tuzla buz olacağı seremoniyi yaşamının birincil gayesi gibi belliyor. Bu vurucu dış kabuk daha baştan oyuncuyu çarparken içeriye girdikçe ve bu askerlerin yaşamlarına, dertlerine ortak oldukça onları bekleyen trajik sonun ağırlığı sizin omuzlarınıza da yüklenmeye başlıyor. Zaten bu noktada sonradan ana karakterlerimiz olacak olan 3 Keves ve 3 de Agnus askeriyle olan münasebetimiz başlıyor. Bizim odağımızda Keves tarafından Noah ve Agnus tarafından Mio olsa da Eunie, Taion, Lanz ve Sena da ayrı ayrı harika yazılmış karakterler.
Normalde Japonca seslendirmeyle oynayacağım oyunu bu sefer fragmanlardan görüp beğendiğim İngilizce dublajla açtım ki bu kesinlikle doğru bir kararmış. Zira özellikle Eunie’nin fena halde bozuk ağzından çıkanları ve kalın İrlanda aksanını kaçırmış olacaktım. Zaten oyunun ilk dikkat çeken yanlarından birisi de diyalog yazımı. Elbette aralarda bolca cheesy ya da anime klişesi laflara denk geliyoruz ancak yazımın genel doğallığı ve akıcılığı durağan ara sahnelerin bile kolayca akmasını sağlamış. İş aksiyonlu ara sahnelere geldiğindeyse üffff yani, yok böyle detaylar cidden. Hani baya baya bir Hollywood filminden fırlamış gibi duran sağlam aksiyonlar, kalabalık savaş sahneleri ve tek planda akan nefis düellolar karşılıyor bizi. Normalde Japon RYO’larında bu tarz sahneleri görmeye alışığız, özellikle de Final Fantasy serisinden ama orada daha çok CGI ara sahneler olarak karşımıza çıkan bu kısımlar burada oyun içi grafiklerle canlandırılmış ve Switch’te halen hayat olduğunu gösteriyorlar. Ha, şunu da belirtmek gerekir ki oyunun genel grafik seviyesi teknolojinin gerisinde kalmış artık. Her ne kadar bu açığını muazzam sanat tasarımıyla kapatıyor olsa da özellikle dünyada gezerken çamur gibi kaplamaya, basit modellemelere ve frame rate düşüşlerine bolca rastlayacaksınız. Savaşlarda ekranın karman çorman hale gelişi ve karakterleri seçmekte zorlanacağınız anlar da olacak ama inanın bu limitasyonları yine de elimizde görsel olarak harika duran bir oyun olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Tabii Nintendo’nun bu seriyi PC’ye getirmesi halinde yaşayabileceğimiz görsel şöleni hayal etmek de canımızı bir tık sıkıyor bu noktada.
Buna karşılık oyunun müzikleri cidden can alıcı. Hiç adetim olmadığı üzere sırf müzikleri daha iyi dinlemek için efekt ve diyalogları kıstığım nadir oyunlardan oldu Xenoblade Chronicles 3 ve ne bir alanın müziğinde sıkıldım ne de ara sahnelerde çalan enfes müziklerde kendini tekrar hissine kapıldım. Hele hele her Konsül üyesi savaşında çalan efsane şarkıyı döndür döndür dinlediğimi gizlemeyeceğim. Hani nasıl olmuşsa olmuş, ilk iki oyunu da aşan akılda kalıcı, epik ve baymayan müziklere imza atmayı başarmış ekip. Sırf bu bile başlı başına takdire şayan bir durum ve bu yılın müzikle ilgili ödüllerini silip süpürürse şaşırmayın diyeyim şimdiden.
Sınıfını seç, taktiğini belirle.
Demin savaşlar dedik detayına girmedik ama Xenoblade Chronicles 3 uzun zamandır gördüğüm oyuncuyu en serbest bırakan ve kendi stratejisini kurmasına izin veren oyun olabilir arkadaşlar. Şöyle ki, oyunda pek çok sınıf var ve bunların bağlı olduğu üç ana kategorimiz mevcut. Defans, atak ve iyileştirme şeklindeki bu üç ana dala bağlı 26 ayrı sınıf ve bunların hepsinin kendine özgü hareketleri, artıları ve eksileri mevcut. Bu 26 sınıfın kimisi gizli, kimini hikâye ilerledikçe otomatik açıyoruz ve iki tanesi de oyun bitince açılıyor. Elbette bu sınıflar açıldığı anda tüm ekip elemanları onu otomatikman kullanamıyor ve bazısı bir sınıfa daha yatkınken diğerinin öğrenme eğrisi daha yavaş işliyor.
Örneğin Lanz daha defansif bir arkadaş olduğundan bir NPC’yle gelen yeni defansif yeteneği daha hızlı kaparken Noah daha saldırı tabanlı sınıflara yatkın. Ki bu bahsettiğim NPC karakterler ya da kahramanlardan bir tanesini de yanınıza alabiliyorsunuz dövüşlerde. Hele hele oyunun ilerilerinde açılan bir Soulhacker sınıfı var ki onu ayrıca anlattım buralardaki kutulardan birinde, kesinlikle okuyun derim çünkü ileri seviye veya oyun sonu bosslarını kesebilmek için Soulhacker’ın esnekliğine ihtiyacınız olacak. Oyunun bu özgür tavrı oynarken sürekli taktik değiştirip sıkılmamanızı ve devamlı yeni şeyler denemenizi destekler bir yapıda. Zira tek bir ekip buildi her durumda mükemmel çalışmıyor ve sürekli değişen grup yapısı yani yeni şartlara adapte olabilmek oyunda başarının da anahtarı oluyor.
Zaten XC 3’ün ana fikirlerinden birisi de bu adaptasyon mevzusu. Esas karakterlerimizin birdenbire başlarına gelen olay ve akabinde birer Ouroboros’a dönüşmeleri, anlık verdikleri kararların oyunun geri kalanındaki yollarını belirlemesi ve kazandıkları yeni güçleri kullanım şekilleri hem dünyayla hem de kendi aralarında kurdukları bağlarla gelişiyor. Ve yapımın en büyük meziyetlerinden birisi de bu gelişim hissini mekaniksel olarak da oyuna yansıtabilmesi. Başlangıçta her iki taraftan bir kişinin kullanabildiği Ouroboros formu (Evangelion’daki robotları anımsatan bio-mekanik bir varlık) zamanla diğer karakterin özelliklerine göre de farklılaşıyor ve yeni yeteneklerle donanıyor. Yetmiyor, yetenek ağacı açılıyor falan cidden kafayı kırmışlar diyorsunuz. Hatta benim gibi aralarda aşırı seviye atlayıp (çünkü farming yapmanın köpeğiyiz) güçlenirseniz oyunun sonlarına doğru olan kapışmaları rahatlıkla geçebilirsiniz.
Xeno’nun ilk iki oyuna göre en büyük artısı savaşlarda 6 (hatta konuk karakterle 7) kişinin aynın anda savaşıyor oluşu ve bunlar arasında gerçek zamanlı olarak geçiş yapabilmek. Eskilerinde tek karakteri yönetebildiğimizi düşünürsek yapımcıların sistemin limitlerini bir hayli zorladığını anlayabiliriz. Tabii tüm bu karakterler, düşmanlar aynı anda birbirine dalınca ortam biraz karışıyor fakat o an yönettiğiniz karaktere odaklanmanız yeterli zira yapay zekâ gayet iyi idare ediyor diğerlerini. Eski Xeno’lara kıyasla savaşlarda biraz daha aktifiz bu sefer. Normal vuruşlar her zamanki gibi otomatik yapılırken cooldown’lı özel hareketleri biz kendimiz seçip yapıyoruz ve doğru zamanda tuşlara bastığımızda bunları cancellayarak birbirine bağlama şansımız var. Bu da bir combo’ya yol açıp chain hareket barlarını dolduruyor ve bu zincirleri de doğru yaparsak karakterin ultimate hareket barı doluyor. Hatta bu esnada Uroboros formuna geçersek onunla da yapabildiğimiz ayrı bir hareketler silsilesi ve ayrı Ultimate’ler var. Hatta ve hatta bir de grup chain attack denen bir bar doluyor bu esnada ve onu açtığımızda tüm gruba komutlar vererek danaya girer gibi düşmana dalıyoruz. Ki bu grup atakları sırasında da Ouroboros eşi olan karakterlerin ikisini de etkili kullanabilirsek onların özel saldırısını da yapabilir oluyoruz ki bu saldırılarda 22 milyon hasarlara kadar çıkabilen limitsiz bir gücü açığa çıkartıyoruz. Zaten oyun sonu über bosslarını bu devasa ataklar olmadan kesemiyoruz. Görebileceğiniz gibi XC3 iç içe geçmiş kompleks sistemlerin birleşimiyle gelişimin anasını ağlatıyor. Hani akla gelmeyecek kombinasyonlar deneyerek tanrısal güçte karakterler yaratabilirsiniz oyunda ve bu muazzam bir his.
Ah şu anime klişeleri de olmasa…
Bütün Xenoblade oyunları gelişim, sınırlarını aşma ve ortada yazılı bir kader söz konusuysa ona karşı çıkma üzerinedir. Noah ve ekibi de vücutlarına dövmeler şeklinde kazınmış 10 yıllık kaderlerine isyan ediyorlar (etmek zorunda kalıyorlar daha doğrusu) bir noktada. Bu yolda girdikleri mücadele her ne kadar bolca anime klişelerine, yardımlaşma, dostluk gibi artık zilyon kere zilyon kez işlenmiş temalara bel bağlasa da merkezi bir tema var ki o oldukça ilgimi çekti ve oyunu JRYO’lar içerisinde farklı bir noktaya taşımayı başardı bence. Hani Teoman’ın Kardelen şarkısı vardır, nakaratı da güzeldir ama daha başlarında bir yerlerde “Dün de yok yarın da yok, sonsuz bir şimdi içinde, o an, nefessiz kaldım” sözleri geçer. İşte XC3’ün ana derdi o “sonsuz şimdi” kavramına karşı durmak.
Peki sonsuz şimdi nedir? Sabitliktir, dogmalarla köhneleşmiş bir sistemdir, çoktan yollarınızı ayırmış olmanız gereken ama böyle sürüp gitmesi işinize gelen bir ilişkidir, konfor alanıdır, nefesini tutup beklemektir. Biz insanlar ya kolayımıza geldiği için ya da sabit olanın verdiği sahte güven duygusuyla çoğunlukla yeniliğe ve değişime kapalı hayatlar süreriz, şimdiyi ve hatta geçmişin nostaljisini geleceğin bilinmezliğine yeğleriz. Bu arada bahsettiğim istikrar kavramı değil aksine sabitlik, değişim korkusundan kaynaklı olan elindekini obsesif bir şekilde koruma iç güdüsü.
Oyun boyunca bu iç güdüyle donanmış, çeşitli travmalara sahip karakterler de karşımıza çıkıyor ve bu “sonsuz şimdi”’nin aslında ruha ve insanın doğasına ne denli zarar verebilecek bir olgu olduğunu deneyimliyoruz. O yüzden ne kadar klişelerle, animelerden tanıdık (ama sulandırılmamış) sahnelerle dolu olursa olsun oyunun gidişatı sizi sıkmıyor. Zira yapımcıların yola çıktığı en temel fikir güzel ve bu güzelliğe oyuncuyu ortak etmeyi de iyi beceriyorlar. Hal böyle olunca da karşımıza istediği kadar düşman çıksın, istediği kadar farming yaptırsın koymuyor çünkü tutkulu bir şekilde finali görmek istiyorsunuz. Zaten tempo da bence güzel ayarlanmış. Hikâyeden sıkıldığımda dünyayı keşfettim (ki bu keşif işi de cidden emeğinize değen ödüllere sahip), ondan sıkıldım farm yaptım, ondan sıkıldım diğer Kolonilere yardım ettim falan; oyunda yapılabilecek aktiviteler bu anlamda çeşitli. İlginç şekilde balık tutma yok oyunda, halbuki balık tutmadığın JRYO mu olurmuş yani? :D Olsun ama, keşfedebileceğimiz alanların büyüklüğü düşünüldüğünde balık işi biraz yorucu olurdu sanki. İşte öyle aktı geçti dostlar 150 saat ve oyun bittiğinde ben epeydir bir oyundan almadığım hazzı almış olarak ve oyun boyunca bir aile gibi hissettiğim dostlarıma son kez bakarak bu muhteşem ve düşündürücü yolculuğu tamamladım. Ve tek bir anından bile pişman değilim.
Huşu, hayranlık, hezeyan, hoşnutluk
Eyyyy Nintendo! Sen vakti zamanında şu Monolith Soft’a çöktüğün için aşırı şanslısın dostum ve bu harika seriyi PC’ye getirmediğin için de bir o kadar kabahatlisin. Keşke herkes bu harika deneyime ortak olabilse, bu macerada ve akışta Noah, Mio ve Taion gibi her biri özene bezene yazılmış karakterlere eşlik edip dertlerine ortak olsa… Ama bu oyunu oynayamasanız bile insanlığın “sonsuz şimdi”ye karşı olan ezeli mücadelesi hakkında vaktiniz olursa bir fikir egzersizi yapın derim. Sizi neler alıkoyuyor, hayatınızda neleri değiştirmek istiyorsunuz veya neler sizi pranga altında tutuyor? Bu soruların her zaman kolay yanıtları olmasa da hissettiğiniz sıkışmışlık hissini tanımlayabilirseniz ona karşı bir duruş da geliştirebilirsiniz zaman içinde. İşte diğer tüm artılarının ötesinde bana bunları düşündürttüğü ve sizlerle paylaşma şansı verdiği için Xenoblade Chronicles 3’e müteşekkirim. Keşke her oyun bize bu kadar fazla şey sunabilse. Ah Nintendo ah, alacağın olsun e mi! :D
Aionios’ta hayatta kalma rehberi
|
Başlıklar
XC 3 öncüllerinin falsosu olan neresi varsa onları yamayıp bu sefer daha olgun bir hikâye ve karanlık atmosferiyle uçsuz bucaksız bir dünyaya salıyor oyuncuları. Bu unutulmaz macera kaçmaz.
- Her şey aşırı büyük ve bu harika bir his veriyor
- Efsaneler efsanesi müzikler
- Daha da coşmuş sanat tasarımı
- Bu sefer bölüm dizaynları da çok iyi
- Her sınıfla oynaması ve karma ekip yapmak çok eğlenceli
- Soulhacker sınıfı tam bir dipsiz kuyu
- Sıradan olmayan gerçekçi karakterler ve anlamlı bir öykü
- Gayet iyi yazılmış diyaloglar ve altında kalmayan seslendirmeler (Eunie’nin muhabbetine doyum olmaz)
- Takibi keyifli olan yan görevler
- Düşman çeşitliliği gayet iyi
- Muazzam kotarılmış ara sahneler
- Oyundaki mekaniklerin haddi hesabı yok
- Harita bu kez daha kullanışlı
- Kendini tekrar etmeye başladığında hemen farklı bir tarz oynanışa dönme serbestliği
- Savaş esnasında karakterler arasında geçiş yapabilmek (eskilerinde büyük eksiklikti)
- Kimi otomatik diyaloglar çok tekrar ediyor
- Bazı menü tasarımları daha iyi olabilirdi
- Savaşlarda ortalık fazlaca karışabiliyor
- Monsterpedia halen yok
- Bu kadar çok eşyanın olduğu bir oyuna göre eşya düzenleme sistemi zayıf
- Kötü adamlar biraz fazla karikatür kalmış birkaçı hariç
- Bazı getir götür görevleri hafif sıkabiliyor