Blade Runner 2049 Film İncelemesi - Sansür Sinir Bozuyor

Gerçekliğin Çöllerinde...

Yazıya başlamadan önce önemli not:

Arkadaşlar öncelikle belirtmem gereken bir husus var. Film ülkemizde yapımcı Sony Pictures’ın kararıyla sansürlü halde vizyona girmiş bulunmakta. İster IMAX izleyin ister normal bir salonda izleyin bu böyle. Sansürlenen kısımlar filmin çıplaklık içeren sahneleri ve gayet kritik anlar ve konuyla ilgili önemli birkaç diyalog bu esnada kesilmiş durumda. Sunulan açıklama ise “filmimizi bazı bölgelerin yerel kültürüne saygı açısından sansürledik” şeklinde. Çocuk mu kandırıyorsunuz? Tabii bu sayede filmin +18 olması gereken yaş sınırlaması da güzelce +15’e iniyor ve dağıtımcı daha çok bilet satabiliyor. Warner Bros Türkiye ve Sony Pictures bu ayıbın altından nasıl kalkar bilinmez. Kendi sanatçılarına yaptıkları saygısızlığın dışında izleyicilerine yaptıkları saygısızlık da yenilir yutulur gibi değil. Hayır, belki benim yerel kültürüm kadın çıplaklığıyla barışık, nereden biliyorsun arkadaş? Sana mı kaldı bunun yargısı? Eğer filme gittiyseniz biletinizi saklayın ve iade talebinde bulunun, yok gitmediyseniz gösteren sinemaları boykot edin. Bunu yapın ki gelecekte bir daha böyle bir şey yaşanmasın. Ayrıca tepkilerinizi de gerek sosyal medya gerek mail yoluyla ilgililere ulaştırın. Sinemada sansürsüz film izlemek bir haktır ve parasını verdiğiniz ürünün ‘tam’ olarak karşılığını almak zorundasınız. Bunu kesinkes yapın ki akılları başlarına gelsin ve Türkiye’nin başka herhangi bir yer olmadığını anlasınlar.

Bu tatsız girişin ardından nihayet filmden bahsedebileceğim sizlere, yazıda spoiler olmayacak gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz.

Orijinalinden uzun bir ara sonra gelen devam filmleri genelde zorlama oluyor biliyorsunuz. Ya Star Wars: Force Awakens gibi eski filmlerin nostalji duygusuna yüklenip fanları sömürme yoluna gidiyorlar ya da cidden ununu eleyip eleğini asmış kahramanı sebepsiz yere başka bir maceranın içine sokuyorlar Die Hard 4 ve 5’te veya Indiana Jones 4’te olduğu gibi. İlkinden tam 35 yıl sonra gelen Blade Runner’ınsa böyle dertleri hiç mi hiç yok. Evet yine Harrison Ford var filmde ama bu sefer hem o çok daha konsantre ve güçlü oynamış hem de hikâyedeki rolü çok daha anlamlı. Bununla birlikte filmin esas yükünün Ryan Gosling’in sırtında olduğunu da belirtmek gerek. 2000’lerin poster çocuğunun olgunlaşıp pek çok şeyin onun performansına bağlı olduğu bu denli önemli bir filmi sürükleyebilmesi başlı başına bir başarı. Onun karakteri olan ajan K tıpkı ilk filmin Deckard’ı gibi toplum dışı Replicant’ları (yani androidleri) avlamakla görevli. Zaten filmin hemen başındaki yazılardan anladığımız üzere ilk filmin ardından bir android isyanı yaşanmış ve onların üreticisi konumundaki Tyrell şirketi batmış. Yaşanan ekonomik çöküşün ardından Wallace şirketi ipleri eline alıp yapay tarımla insanlığı kurtarırken 100% itaat eden androidleri de üretmeye başlıyor. İşte K de bu yeni neslin içinde yaşayan bir Blade Runner olarak kıyamet öncesi seriye ait olanların peşinde. Daha fazla anlatırsam filmin sürprizleri bozulacağından pek bahsetmiyorum fakat henüz başlarda kurulan gizem ve dedektiflik öyküsünün oldukça sağlam işlendiğini, o noir havanın filmin tüm ruhuna sirayet ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten 2049’un en büyük başarısı hem Blade Runner dünyasını genişletip anlamlı bir hikâye anlatması hem de ilk filmle son derece organik bağlarının bulunması. İlk film demişken belki biliyorsunuzdur 1982 yapımlı eserin birçok farklı versiyonu mevcut. İlk versiyonu stüdyo tarafından çok karanlık bulunup kurgu masasında daha mutlu bir son ve anlatıcı eşliğiyle (Harrison Ford’un nefret ettiği) vizyona sokulmuştu. Daha sonra yönetmen Ridley Scott kendi Director’s Cut versiyonunu yapma hakkına kavuşmuş ve anlatıcı sesiyle bazı sahneleri filmden çıkarmıştır. 2007’de yayınlanan Final Cut versiyonda ise hem yeni sahneler eklenmiş hem de daha muğlak ve filmin tonuna uygun bir final kullanılmıştır. İşte yenisine gitmeden önce size önerebileceğim versiyon da tam olarak bu Final Cut halidir filmin.

İlk filme yapılan pek çok atfın ve saygı duruşunun dışında bahsettiğim organik bağlardan en kayda değer olanı tematik olarak oradaki özgürlük ve hayatlarına bir anlam katma amacına sahip karakterlerin dertlerinin bu filmdekilerle örtüşüyor olması. K’in gerçekliği arayışı örneğin ilk filmdeki Roy’un arayışına denk düşüyor. Veya K’in hologram sevgilisi Joi’nin tüm sanallığıyla filmin duygu dünyasının merkezinde oluşu da bize sevgi, bağlılık, sadakat gibi insana özgü kavramların nasıl simüle edilebileceğini gösterirken, aslında esas yapaylaşmayı insanoğlunun yaşadığına getiriyor lafı. Zaten “insandan daha insan” lafı da boşa edilmiyor androidler hakkında. Son 20-30 yıldır bilim-kurgu filmlerinde karşımıza sıklıkla çıkan bu tema yaşadığımız zamanla artık çok daha sert paralellikler taşıdığı için izleyicinin üzerinde bıraktığı etki de bir o kadar güçlü oluyor. Zira artık robotların çağına o denli yakınız ki filmde gördüğümüz durumlar bize fantastik veya uçarı gelmiyor. Çizilen alabildiğine karanlık gelecek tasvirleri seyirciyi yağan asit yağmurlarından, neon ışıklı izbe sokaklara, sıkışık apartmanlara, bir zamanlar yaşam enerjisinin sel olup aktığı şimdiyse çorak topraklara dönüşen yerlere kadar götürdüğü için ilk filmden çok daha geniş bir şekilde filmin dünyasını duyumsayabiliyoruz. Burada kusursuz efektler ve Hans Zimmer’in Vangelis’e selam çakan müzikleri dışında bir ismi öne çıkarmam gerekiyor ki o da görüntü yönetmeni Roger Deakins. Efsanevi bir kariyeri var kendisinin. Coen Kardeşlerin hemen hemen tüm filmlerini onun lensinden izledik mesela veya bu filmin yönetmeni Denis Villeneuve’ün Prisoners ve Sicario’sunun çarpıcı görüntüleri de ona emanetti. Aldığı 13 Oscar adaylığına rağmen ödülü alamamış bir insan kendisi ve artık bu filmde de verilmezse Hollywood bıraksın bu işleri diyebileceğim kadar özenli ve muazzam bir işçilik ortaya koymuş bu sefer. Hani uzun bir süredir bu kadar çok katmanlı ve içinde yaşıyormuşum gibi hissettiren bir film olmamıştı açıkçası. Sisli puslu sokaklar, binadan nefes alamayan şehirler, devasa çöplükler gibi ortamlarla karşılaşıyoruz film boyunca ve hepsi de Deakins’in muazzam renkleri ve açılarıyla hayat bulmuş. Bu arada filmin söz verildiği gibi az görsel efekt bol set içermesi son derece gerçekçi ve seyirciyi inandıran bir doku yaratmasına da sebep olmuş. Hani sansürlenmiş olmasaydı bulabildiğiniz en büyük perdede hatta binaya falan yansıtarak izleyin derdim. O denli özel ve güçlü bir çalışmadan bahsediyoruz burada.

Bunlar haricinde spoiler vermeden anlatabileceğim çok şey yok film hakkında dostlar. İlkini sevenler muhakkak izlesin, sevmeyenler bundan da sıkılacaktır zira öyle aksiyonu bol bir yapım değil. Daha çok bir gerçeklik duygusu ve kimlik arayışının öyküsü bu ve diyaloglar üzerlerine uzun süre kafa yoracağınız türde. Felsefi bilim-kurgulardan hoşlananlar aradıkları ilacı burada bulacaklar yani. Zaten o kadar soyut bir fikri böylesi bir şekilde görselleştirip 2 saat 46 dakikalık süreye rağmen tempoyu düşürmeden anlatabilmek gerçek ustalık gerektiren bir iş. Arrival’dan gelip bu filmi global sinema kültürüne armağan eden Denis Villenueve ve ekibine selam olsun ve Dune uyarlamasında da şimdiden başarılar. Kendisinin bu yeteneklerini orada da aynen yansıtacağına inanıyorum. Blade Runner ise görünen o ki devam ettirilmek istenen bir seriye evriliyor, misal bazı ilgi çekici yan karakterler kesinlikle devam filmlerine saklanmış ve görünenlerin ardında çok daha büyük mevzular döndüğünü hissedebiliyorsunuz. Filmi artık hangi kaynaktan izlersiniz bilmiyorum ama Youtube üzerinden yayınlanan kısa filmlerine de bakmayı ihmal etmeyin. Özellikle Cowboy Bebop animesinin yönetmeni imzalı 2022 – Blackout bu filmdeki mevzuları tetikleyen olayları anlatıyor ve ciddi bir Animatrix havasına sahip.

Kısacası elimizde sinemada izlenmesi gereken ama ülkemizdeki salonlarda da izlenmeyecek muhteşem bir film var. Birkaç ufak eksiği olsa da onlar ilk filmin de geniş kitlelere ulaşmasını engelleyen unsurlardı yani bir bakıma kusur da denemez. İzleme tercihleri sizin tabii ki ama sansüre karşı duruşumuzu ilk elden dik tutmakta, birlik olmakta fayda var. Yoksa gelecek karanlık, tıpkı bu filmdeki gibi.

 

NOT:9.0

 

Editörün Notu: İlkinin üstüne kat çıkan ve onun ruhunu bozmadan sürdürebilen nadir devam filmlerinden birisi bu ve bilim-kurgu severlerin de uzun süre unutamayacağı sinemasal bir ziyafet.

YORUMLAR
Parolamı Unuttum