Dünyaya Hoş Geldin Soulsvania Bebek

Soulsvania nedir? Yenir mi içilir mi?

Bazı oyun türlerinin doğal biçimde ortaya çıkıp, sonra da kendilerine atfedilen tür isminin organik biçimde kabul edilerek yayılmasına hastayım. Örneğin soulslike böyle bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmıştı, From Software’in açtığı yoldan ilerleyen oyunları tek kelimeyle tarif edebiliyorduk ve görenler de oyunun nasıl bir deneyim sunduğunu anında akıllarında canlandırabiliyordu.

Sonra metroidvania ismi yaygınlaşmaya başladı. Hem Metroid, hem de Castlevania oyunlarının özelliklerini bünyesinde toplamış olan bu oyun türü ismi bir süre sonra yeterli gelmemeye başladı ve soulslike kelimesiyle füzyona girerek yeni bir tür isminin doğmasını sağladı. Dünyaya gelen bu minik bebeğin ismi soulsvania ve ben şimdi size “nedir bu soulsvania?” sorusunun cevabını vermeye çalışacağım.

Bir oyunun Soulsvania kabul edilebilmesi için gereken özelliklere geçmeden önce o oyunun Metroidvania kabul edilebilmesi için gereken özellikleri saymak lazım aslında. Aynı roguelike/roguelite kavramında olduğu gibi metroidvania’da da işler biraz karışmış durumda. Olur olmadık oyunlara metroidvania diyenleri görüyoruz (bu gözler Dead Cells’i en iyi 5 metroidvania listesine koyan siteler bile gördü cık cık cık, küfür gibi)

Bir oyunu Metroidvania sayabilmek için bence 4 özelliği taşıyor olması lazım.

  • Platform özellikleri olmalı çünkü metroidvania aslında hem platform hem de aksiyon/macera türlerinin bir alt türü.
  • Oyunun dünyası bir çok farklı bölgeden oluşmalı ve bu bölgeler birbirine bağlı olmalı. Buna interconnected world deniyor.
  • Oyun dümdüz lineer olmamalı, haritada ilerlemek için farklı seçeneklere sahip olmalı ve yeteneklere bağlı engellere takılmadığımız sürece istediğimiz gibi hareket edebilmeliyiz.
  • Dördüncüsü de yine bir önceki maddede bahsettiğim üzere yetenek kazanma olmalı ve bu yetenekler sayesinde daha önce erişemediğimiz kısımlara erişebilmeliyiz.

Oyunumuzda bu dört özellik varsa elimizde şirin mi şirin bir metroidvania var demektir. Sevin onu, gözünüz gibi bakın, suyunu yemeğini eksik etmeyin.

Şimdi bu formülün içine souls özütü katmamız gerek. Bir kere souls oyunu dediğin zor olur, olmazsa olmaz özelliklerden biri bu olmalı. Platform kısımları zor olabilir, bosslar zor olabilir, karşılaştığımız düşmanlar zor olabilir, ölümcül tuzaklar olabilir, böyle iş mi olur diye isyan ettiren anlar olabilir, hangisi olursa olsun. Ama öyle kalkıp tereyağından kıl çeker gibi oynanan bir oyunun türüne souls ön eki getirmek mümkün değil kabul edersiniz ki.

Souls türünün en önemli özelliklerinden biri muğlak veya kriptik hikaye anlatımı bence. Gerek eşya isimleri ve açıklamaları, gerek oyun dünyasında bulduğumuz notlar bize derin bir hikayeyle karşı karşıya olduğumuzu hissettirmeli. Hatta bazı durumlarda fazla muğlaklıktan oyunun hikayesini anlamadığımız bile oluyor ama o kadar kusur kadı kızında da olur :)

Bir soulsvania’da olması gereken diğer şey ise klasik soulslike oyunlarda gördüğümüz özelliklerden bazılarına veya tümüne sahip olması. Örneğin stamina tabanlı dövüş sistemi bunlardan biri. Deneyim puanı ile para biriminin aynı veya benzer olması ve öldüğümüz zaman öldüğümüz noktaya tekrar dönemediğimiz takdirde bunun bir kısmını veya tamamını kaybetme riski.

Boss savaşlarının belli düzenler içermesi ve bosslarda başarılı olmak için bu düzenleri öğrenmeyi gerektirmesi (yani bu savaşların güzel biçimde zor olması).

Bu noktada bir de kendimden kriter koyacağım müsaadenizle. Soulsvania dediğin biraz da karanlık olacak, yeri geldiğinde hüzünlü, yeri geldiğinde vahşi. Bu kriteri kendi kafamda sıralama yaparken tie-breaker olarak kullanıyorum çoğu zaman.

İşte tüm bu özellikler bir araya geldiğinde ortaya tadına doyulmaz bir tür olan soulsvania çıkıyor. Bu bilgiler ışığında artık oyunlardan bahsederken onları doğru biçimde soulsvania olarak etiketleyebiliriz.

SOULSVANIA DENİNCE AKLA, HEMEN ONUN ADI GELİR

Türün ne olduğunu anladığımıza göre sırada bu türün olmazsa olmaz oyunlarından bahsetmek var. Son yıllarda özellikle de metroidvania türü ciddi bir yükselişte, bu ivmeye paralel olarak soulsvania oyunlarının sayısı da git gide artıyor. Elbette türe şimdiye kadar uzak kalmış birinin tüm bu oyunları tek tek denemesini beklemek hayalcilik olur, o yüzden ben size creme de la creme isimlerden bahsedeceğim hemen.

Blasphemous 2

“Eser abi lafı uzatma, bana tek bir oyun söyle, soulsvania denen zımbırtı ne menem bir şeymiş kendim anlayayım” diyorsanız çok ayıp ediyorsunuz. O kadar yazıyı boşuna mı yazıyoruz?! Neyse, ben yine de size “o” oyunu söyleyeyim. Aha da cümlenin başında da yazıyor zaten: Blasphemous 2.

Neden Blasphemous değil de Blasphemous 2 derseniz, ilk oyunda gördüğüm tek tük eksiklikleri gidermiş ve onun bile üstüne çıkmış bir oyun olduğu için derim. Zaten bu cümlemden ilk oyunun da ne kadar süper bir oyun olduğu anlaşılmıştır :)

Blasphemous, yani Kafir, adından da anlayacağınız üzere hikayesinin merkezine dini temaları koyuyor. İlk oyunda Penitent One (Tövbekar) Mea Culpa adındaki kılıcını kuşanmış ve Cystodia topraklarında bir nevi hacca çıkmıştı. İkinci oyunda ise yeni bir krallığa doğru yola çıktık ve The Miracle (Mucize) adındaki lanetin doğuşunu engellemeye çalıştık.

Bu dünya birbirinden çarpık karakterler ve bosslarla dolu bir dünya. Oyundaki toplanabilirlerin melek çocuklar ve kara çarşaflı (İspanya’nın Cadiz bölgesinde 16. yüzyılda geleneksel olan bir kıyafet bu, cobijada) kadınlar olduğunu söylemem bile bu dünyanın nasıl bir yer olduğunu belki özetler. Yukarıda saydığım soulsvania formülünü müthiş biçimde yorumlayan, gerek zorluk, gerek platform mekanikleri, gerekse de silah tabanlı metroidvania ilerlemesi ile türe yeni bir bakış getiren bir oyun. Tüm bu çorbaya bir de her iki oyunun da inanılmaz müziklerini kattığımızda ortaya tadına doyulmaz bir eser çıkıyor. Bakın çok ciddiyim, çoğu oyunda müzik yancıdır, sahneyi destekler. Blasphemous’larda ise farklı mekanlarda ve farklı bosslarda çalan müzikler adeta bir başrol, oyunu bitirdikten belki de yıllar sonra bile aklınızın bir köşesinde çalmaya devam edecekler.

Death's Gambit: Afterlife

Death’s Gambit zaten çok iyi bir soulsvania’ydı, geliştiricisi White Rabbit Afterlife isminde ücretsiz bir DLC’yle oyunu daha bile iyi bir noktaya taşımayı başardı.

Oyun soulsvania olmanın tüm gereksinimlerini karşılıyor: acayip zor ama bir o kadar da metodik savaşları var, stamina zaten olmazsa olmazımız, topladığımız xp ile level atlayabiliyor ya da alışveriş yapabiliyoruz. Death’s Gambit’in en güzel özelliklerinden biri de çok net bir hikaye anlatıyor olması, yani hikayeyi anlayacağım diye tırnaklarınızı kemirmeye ve en ufak pikselin bile açıklamasını okumanıza gerek bırakmıyor. Boss’ları öldürdükten sonra kahraman versiyonlarıyla da kapışabiliyorsunuz ve oyundaki sınıflar ve bu sınıfların kullandığı silahlar (ve özel silah hareketleri) birbirinden tamamen farklı deneyimler sunuyor. Piksel grafikler ise şahane.

Bu oyunu överken gerçekten de Afterlife DLC’sine bir parantez açmak lazım. Bugüne kadar bir soulsvania’da gördüğüm en büyük genişleme paketi bu. 22 yeni silah, 10 yeni bölge, tamamen yenilenmiş bir harita sistemi, yeni sonlar, 6 yeni boss, neredeyse 100 yeni yetenek puanı, oyun başında sınıf ve silah seçimi vs derken oyunun içeriği akılalmaz bir noktaya evrildi.

Hollow Knight

Hollow Knight inanılmaz güzel bir oyun, en sevdiğim ve gerçekten de en başarılı metroidvania örneklerinden biri. Yukarıdaki örneklerle kıyaslayınca belki grafikleri ve karakterleri yüzünden biraz daha ‘sevimli’ kalıyor olabilir ama aslında onun da son derece karanlık bir hikayesi var. Ve de muhtemelen tüm soulsvania oyunları arasında en sıkı hayran kitlesine sahip isim de Hollow Knight olsa gerek.

Bonfire görevi gören benchleri, bir kez ölünce sahip olduğumuz para biriminin (geo) riske girmesi ve öldüğümüz yere dönemeden ölürsek hepsini kaybetmemiz, son derece zorlu platform kısımları, özellikle oyunun ileriki kısımlarında ciddi anlamda zorlaşan bosslar ve challengelar türün en güzel örneklerinden bazılarını sergiliyor.

Zaten bunca yıldır bir devam oyununu heyecanla beklememiz boş yere değil. Hollow Knight gizemli hikaye anlatımını böceklerin dünyası Hallownest’in her köşesine yayan ve bu öykü kırıntılarını toplamanın keyif olduğu bir oyun. Genel olarak tüm mekanikleri o kadar başarılı ki bu türde başka bir oyun oynadığınızda kendinizi benzer mekanikler ararken bulacağınıza garanti veriyorum.

Salt & Sanctuary

Salt & Sanctuary için her şeyi başlatan oyun desem yalan olmaz. Bu oyuna kadar ortada souls mantığına sahip 2D aksiyon RYO yoktu, hatta soulsvania kavramının temelleri de bu oyunla atıldı. Zaten bu oyuna “2D Dark Souls” denmesinin sebebi de tam olarak buydu. Hikaye anlatımının çoğunu eşya ve yetenek açıklamalarına gizlemiş, harika boss tasarımlarıyla karşımıza çıkmış, “iki kez ölürsen ruhlarını kaybedersin” mekaniğini 2D stilize grafikler eşliğinde ve son derece zorlu bir oyunla sunmuştu.

Salt & Sanctuary’nin grafik tarzı da oldukça kendine has ve o karanlık atmosferi çok iyi yansıtıyor bence. Tek eksikliği bir haritasının olmaması. Nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim, sonuçta metroidvania dediğimiz türde harita mühim. Salt & Sanctuary’de görünür bir harita olmamasına rağmen haritayla ilgili tüm kıstaslar karşılanıyor aslında, sadece haritayı göremiyoruz, o kadar. Bunun da sebebi Salt & Sanctuary’nin zamanında gerçekten de 2D Dark Souls olmaya çalışması, sonuçta soulsborne oyunlarında da bakacağımız bir harita yok, tüm yolları ezberimizde tutuyoruz.

Grime

Grime büyük ihtimalle bu listedeki en kendine münhasır, en acayip oyunlardan biri. Sadece grafiksel anlamda değil, kafa yerine bir kara delik taşımamızla da oldukça orijinal olduğunu söyleyebilirim. Listedeki en hayvani zorluğa sahip oyunlardan biri olan Grime’ın diğer orijinal yanları arasında ise ‘parry’ ağırlıklı savaşlar sırasında düşmanlarımızın yeteneklerini absorbe edebilmemiz, yaratık uzuvlarından oluşan silahlarımızın savaş sırasında mutasyon geçirebilmesi, çoğunlukla organik ve sürreal haritalarda ilerlememiz (dişlerin arasında ilerlediğimiz bir bölüm var mesela) gibi özellikleri sayabilirim. Ha unutmadan, bazı boss tasarımları bugüne kadar gördüklerim arasında en yaratıcı olanlar arasında ilk sıralara oynar rahatça.

Vigil: The Longest Night

Vigil listemdeki en nefis ve bir o kadar da şanssız oyunlardan biri. Bir kere gerçekten de çok iyi bir soulsvania, oyunun grafik tarzına bakıp da hayran olmamak mümkün değil. Müzikleri desen bir o kadar süper, akılda kalıcı. Son oynamamın üzerinden 3 yıl geçmiş ama çoğu şarkısını ezbere mırıldanıyorum. Başarımları üzerinde iyi düşünülmüş ve %100’lemesi de bir o kadar keyifli. Ama tam listelerde yukarı tırmandığı, övgüler aldığı bir dönemde bir anda tüm platformlarda satıştan kaldırıldı Vigil. Çünkü geliştiricisi Glass Heart Tayvan’lı bir stüdyo. Glass Heart oyuna ASOMROF adında bir güncelleme yapınca (tersten okunuşu FORMOSA, bu kısmı önemli) yayıncısı Neon Doctrine “bu güncelleme Çin’in politik kırmızı çizgilerini aşıyor, içerisinde Tayvan tarihinden Çin kanunlarını ihlal edebilecek öğeler olabilir” diyerek Steam’e ispiyonluyor ve oyun kaldırılıyor. Sonra Glass Heart, Neon Doctrine’a dava açtı bla bla. Sonuçta bu yıl Vigil geri döndü ya, önemli olan kısmı da o. Oynayın, oynatın.

Ender Lillies: Quietus of the Knights

Grafiksel tarzı ile beni kalbimden vuran bir başka oyun da bu. Savaş sistemi oyunun en öne çıkan özelliklerinden biri çünkü geleneksel silah tabanlı sınıf sistemi bu oyunda yerini “ensemizde bizi takip eden ve kendisine yardım ederek müttefikimiz yaptığımız lanetli şövalyeler” tabanlı sınıf sistemine bırakıyor :) Renk paletinden boss’ların geri plan hikayelerine, sonradan öğrendiğimiz bilgilere kadar her yanından hüzün ve depresyon akan bir oyun olan Ender Lillies bu tür bir oyundaki en güzel dünyalardan biri olan Land’s End ile tanıştırıyor bizi. Müzikleri de yine on numara, oyun bitince de aç, otur, dinle tarzında.

The Last Faith

Başlarda pek ısınamasam da sonrasında elimden bırakamadığım bir soulsvania olmuştu The Last Faith. Çok kısa özetle derseniz Blasphemous ile Bloodborne’un çocuğu olmuş, adına The Last Faith koymuşlar derdim. Karakter gelişim sistemi ve boss mekanikleri, Souls deneyimine en yakın isimlerden biri bu.

Çizimlerinden müziklerine, dünya tasarımından opsiyonel boss ve görev zincirlerine gerçekten de en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir oyun olan The Last Faith, gördüğü yamaların ardından ilk zamanlarda yapılan tüm eleştirileri de boşa çıkarmış olmuştu.

Bu tür oyunları suyunu çıkarana kadar oynayıp bitirmeden rahat edemeyenlere ufak bir uyarım olacak, bu listedeki %100’lemesi en zor, en uğraştıran oyunların başında geliyor kendisi.

PEKİ YA YOLDAKİLER

Açık konuşayım, soulsvania türünün geleceği de aynı metroidvania gibi çok parlak. Ufukta geliştirilmekte olan irili ufaklı bir çok soulsvania oyunu görebiliyorum. Ama hani derler ya, “kendim yemeyeceğim şeyi başkasına da yedirmem” diye, ben de beni bir şekilde etkilememiş, ikna edememiş gelecek soulsvania’ları önermeyeceğim size. 2024 ve sonrası için çıkması beklenen çok sayıda soulsvania videosu izledim, aralarında animasyonları kütük gibi olanlar da vardı, tasarımları cazip olmaktan uzak olanlar da. Eledim gitti. Geriye bir avuç ama tam da beklenesi oyun kaldı.

Vapor World: Over the Mind

Vapor World grafik tarzıyla Vigil’e yakın geldi bana, Vigil’in grafiklerini ne kadar sevdiğimi düşünürsek bu da iyi bir şey. Başrolde bir oyun klişesi olan “hafızasını kaybetmiş” kahramanımız var ve bilinmeyen kayıp kabuslar içerisinde karşımıza çıkan düşmanları ve sonrasında da boss’ları alt etmeye çalışıyoruz. Rüya dünyasında geçen bu oyunun tüm grafikleri elle çizilmiş.

Eden’s Guardian

Bu da Blasphemous’u inanılmaz benzeyen bir oyun. The Last Faith’ten sonra benzer temada bir oyun daha oynamayı çok isteyen bünyelere ilaç gibi geleceğini söyleyebiliriz. Zamanında tanrının biri bir ölümlüye aşık oluyor ve dünyaya iki çocuk getiriyorlar: ilk muhafızlar. Bunlar nesiller boyunca dünyaya hükmediyor ama unutulmaya başladıklarında bu sefer akıl sağlıklarını yitirme pahasına karanlık güçlere başvuruyorlar. Biz ise buna karşı direnmeye çalışan muhafızlardan biriyiz. Bolca vahşet, zorlu platform sekansları ve kılıç hareketlerine dayalı farklı mekanikleriyle takip listemin en üst sırasındaki isimlerden biri bu.

Hollow Knight: Silksong

Silksong’un adını geçirmesek herhalde çok ayıp olurdu. Bu oyun hakkında yazılabilecek her şey zaten yazıldı, söylenebilecek her şey zaten söylendi. Artık tek yapabildiğimiz beklemek. 2019 yılında duyurulan oyunu hala bekliyoruz ve Team Cherry hala bize bir çıkış tarihi bile vermiyor. Hollow Knight DLC’si diye başlayıp Hollow Knight’tan daha büyük bir oyun yapıyorlar, bize de Hornet’le atılacağımız macerayı beklemek kalıyor.

Mandragora

Grafikleriyle insanın ağzının suyunu akıtan bir isim daha. 189. Sayımızda Can bu oyun hakkında Bilmeniz Gereken 5 Şey yazmıştı, bilmeniz gereken 5 şeyi orada okuyabilirsiniz :) Ama minik bir özet geçmek gerekirse farklı karakter sınıflarımız var (Vanguard, Spellbinder, Larcenist, Heretic, Warden, Inquisitor) ve bu da farklı oyun stillerini desteklediği anlamına geliyor. Müzikler Septicflesh’ten Christos Antoniou elinden çıkacak, 60’tan fazla düşman ve 5’i mini olmak üzere 15 boss savaşı sırasında gaza gelecek müzikler dinleyeceğiz.

Grime 2

Grime hakkında düşüncelerimi zaten önceki satırlarda okudunuz, Tier List’imde de hayli yüksek sırada kendisi. Haliyle devam oyununun da kendisine burada yer bulması şaşırtıcı değil. DAHA DA ÇİRKİN BİR OYUN BİZİ BEKLİYOR! Duyurusunun yapıldığı fragmanda gerçekten de tuhaf tasarımlar konusunda elini hiç de korkak alıştırmadığını gördük Clover Bite’ın. “Sürreal aksiyon-macera” derken sürreali şaka olarak demiyorlar.

ENDER MAGNOLIA: Bloom in the Mist

Şu listede hali hazırda alıp oynayabileceğiniz tek oyun Ender Magnolia, çünkü kendisi erken erişime girdi. Ender Lillies’ten onlarca yıl sonrasını anlatan oyunda kendimizi Land of Fumes’te buluyoruz ve hem insanları hem de Homunculi adındaki yapay yaşam formlarını kurtarmaya çalışıyoruz. Şu anki haliyle bile ilk oyunu aratmayan güzellikte, tam sürüme geçtiğinde de yine nefis bir soulsvania’mız olacağına şimdiden kesin gözüyle bakıyorum.

Crowsworn

Crowsworn, Hollow Knight’tan her konuda ilham aldığını zerre saklamayan bir oyun. Grafik tarzı neredeyse aynı, mekaniksel olarak da Hollow Knight’tan bolca besleniyor. Ama bu yeni bir şeyler denemiyor anlamına da gelmiyor tabii. Karanlık bir lanetin pençesine düşen Fearanndal topraklarını arşınlayarak laneti kaldırmaya çalışacak ve bu sırada bu lanetin kökenlerini de keşfedeceğiz. Bu dünya yaratıklarla, insanlar ve makinelerle dolu; karşımıza da düşman olarak birbirinden farklı cinsler çıkacak anlayacağınız. Rün aranjmanları sayesinde de karakter özelliklerimizi kişiselleştirme imkanımız var (bu da Hollow Knight’ın Charm sistemini anımsatıyor tabii). 30’dan fazla boss vadeden oyun bakalım Silksong’dan önce mi çıkacak, sonra mı?

YORUMLAR
creepylord
3 Ağustos 2024 18:28

Karanlık atmosfer tarafında tökezlemese Rogue Legacy 2 de bu yolun yolcusu diyebilir miydik? Ya da diyebilir miyiz? :)

Parolamı Unuttum