İnceleme - Deadfall Adventures

Kamçısız da olur...

 

 Bu yazı daha önce Oyungezer Dergisi'nde yayınlanmıştır.

Karanlık mağaralar, tuzaklarla dolu dehlizler, kadim uygarlıkların yıkıntıları…

Aklınıza kaçınılmaz olarak Indiana Jones geliyor, değil mi? Beyazperdedeki macerasına ilk kez 1981’de çıkan bu efsanevi kahramanın hepimizin kalbindeki yeri o kadar ayrıdır ki bugün bile onu andıran veya filmlerinin havasını yansıtan bir şeyle karşılaştığımızda heyecanlanmadan edemiyoruz. Aynı şey oyun yapımcıları için de geçerli olsa gerek; çünkü Lara Croft ve Nathan Drake gibi pek çok karakter Kamçılı Adam’dan esinlenilerek tasarlanmıştır. Peki Indiana Jones’un da başka bir kurgu karakterden, efsanevi avcı Allan Quatermain’den esinlenerek tasarlandığını biliyor muydunuz? İşte Deadfall Adventures bizi evrene, Quatermain ailesinin maceralarına davet ediyor.

Hitler’in Artifact Koleksiyonu

Deadfall Adventures’de (DA) Allan Quatermain’in torunu olan James Lee Quatermain’i yönetiyoruz. 1938 yılındayız. James de tıpkı büyük büyükbabası gibi bir maceraperesttir, ateşli silahları kullanma ve bir şeyleri havaya uçurma konularında da üstüne yoktur. Gel gelelim “yaşlı adama” ün katan o doğaüstü olaylara ve dünyanın karanlık köşelerinde gizlenen şeylere zerre kadar inanmamaktadır. Ayrıca parasını tutumlu harcama konusunda da son derece başarısız biridir James; zira boğazına kadar kumar borcuna batmış durumdadır.

Derken günün birinde, eskiden meslektaşı şimdilerdeyse bir BM Ajanı olan Jennifer Goodwin çıkagelir ve kadim bir Mısır tapınağına girebilmek için James’ten yardım ister. Jennifer’ın anlattıklarına bakılırsa bu tapınak “Atlantis’in Kalbi” isminde, kadim ve çok güçlü bir nesneye ev sahipliği yapmaktadır. Dahası Ahnenerbe adlı meçhul Nazi birliği de Hitler’in zaferini garanti altına almak için bu nesnenin peşindedir, bu yüzden ellerini çabuk tutup Atlantis’in Kalbi’ne onlardan önce ulaşmaları gerekmektedir. James ne bu nesnenin “sözde” güçlerine ne de Nazilere aldırış etmektedir elbette; fakat paraya ihtiyacı vardır. Bu yüzden istemeyerek de olsa görevi kabul eder ve Jennifer’la birlikte yola koyulur. Sonuçta alt tarafı bir tapınağa girip o nesneyi bulacak, sonra da dışarı çıkacaklardır, değil mi? Ne ters gidebilir ki?

Vuramadı Ki!

DA, FPS ve macera türlerini birleştirmeye çalışan bir yapım. Kendisini bir nevi “birinci şahıs kamerasından oynanan Tomb Raider” olarak da tanımlayabiliriz. Oyunun yarıya yakın bir kısmında Nazilerle, Ruslarla ve Araplarla (yani FPS’nin kutsal üçlüsüyle) silahlı çatışmaya giriyoruz. Olaylar 1930’larda geçtiği için tetiğine asıldığımız silahların tamamı İkinci Dünya Savaşı oyunlarından aşina olduğumuz, hatta çarpım tablosundan bile iyi bildiğimiz modeller. James tek seferde sadece bir tüfek, bir tabanca ve bir patlayıcı taşıyabiliyor. Ama bu bir dezavantaj değil çünkü etrafta her modelden bol bol var ve mermimiz bittiği anda bir diğerine çabucak el atabiliyoruz. Bununla birlikte silahlarda ciddi bir dengesizlik söz konusu. Örneğin düşmanlarımızdan birine pompalı tüfekle yakın mesafeden, hem de göğsünün tam ortasına ateş etsek bile onu öldürmeyi başaramıyoruz; fakat bir sniper tüfeğiyle ayağının ucundan vurduğumuz biri hemen oracıkta can veriyor. Ayrıca vuruş hissi de neredeyse hiç yok gibi. Bu iki küçük ama önemli ayrıntı yüzünden insanlarla girdiğimiz çatışmalar sırasında ağzınızda hafif bir burukluk tadı oluyor.

Neyse ki oyun boyunca insanların yanı sıra mumyalar, fosilleşmiş İspanyol kâşifler gibi bir sürü doğaüstü varlıkla da çarpışmamız gerekiyor. Bu yaratıklar normal mermilere karşı bir hayli dayanıklı, fakat parlak ışığa karşı bir zaafları var. Bunlardan biriyle karşılaştığımızda yapmamız gereken ilk şey fenerimizi üzerine doğrultup onu zayıflatmak, sonra da tetiğe asılıp… Efendim? Alan Wake mi? Aynen öyle… Yapımcı firma, doğaüstü varlıklarla dövüş sahneleri için Alan Wake’teki sistemi birebir kopyalamış. Bu durum ilk başta bana “Yok artık!” dedirttiyse de oyunun ilerleyen bölümlerinde gözüme o kadar da batmamaya başladı. Özellikle mumyaların kalabalık gruplar hâlinde üstümüze çullandığı bölümlerde bayağı bir eğlendiğimi itiraf etmem gerek. Etraftaki tuzakları düşmanlarımıza karşı kullanabilmeye başladığımızda çatışmaların daha keyifli hâle geldiğini belirtmeyi de unutmayalım.

Yönünü Haritayla Bulan Pusula

Oyunun bulmaca ve keşif kısmıysa çatışmalara nazaran çok daha keyifli. Her bölümde toplamamız gereken belirli sayıda hazine bulunuyor. Bunlara ulaşmak içinse bazı tuzakları aşmamız veya bulmacaları çözmemiz gerekiyor. Bölüm başlarında bulduğumuz haritalar bize o bölümde kaç tane nesne toplamamız gerektiğini, pusulamızsa yakınlarımızdaki definelerin yerini gösteriyor. Fakat bu durum sadece haritayı bulabildiğimiz durumlarda geçerli, aksi takdirde her köşeyi iyice didiklemek zorunda kalıyoruz. Haritalar tıpkı Thief serisindeki gibi oyun içerisindeki birer kağıttan ibaret. Bu durum onlara gerçekçilik havası katmasına katıyor ama, aynı zamanda da anlaşılırlığını da feci zorlaştırıyor. Topladığımız hazinelerle karakterimizin yeteneklerini yükseltebiliyoruz. Her ne kadar bu yetenekler daha çabuk şarjör değiştirme, daha fazla sağlık gibi sıradan şeyler olsa da hazineleri arayıp bulmak bayağı eğlenceli.

Bulmacalar sadece hazine toplamakla sınırlı değil elbette. Çoğu zaman bir kapıyı açmak, bir sonraki bölüme geçmek vb. şeyler için farklı farklı bulmacalar çözüyoruz. Bunların hiçbiri kendini tekrar etmediği gibi, aralarından bazıları da bir hayli uğraştırıcı. Ama korkmayın, uzun yıllar önce buralardan geçen büyük büyükbaba Quatermain’in not defteri sayesinde her bulmacayla ilgili ufak bir ipucumuz oluyor (hatta bazen fazla ufak). Ayrıca oyunun başında bulmacaların ve çatışmaların zorluk seviyesini ayrı ayrı değiştirme imkânımız da var.

Grafiklerin genel itibariyle göze hoş göründüğünü söyleyebilirim. Özellikle mekân tasarımları çok başarılı. Oyunda Mısır piramitlerinden kuzey kutbuna, kaynayan lavlarla dolu bir yeraltı madeninden Guatemala Ormanları’ndaki bir Maya tapınağına kadar pek çok farklı mekân bulunuyor. Bunların her biri özenle tasarlanmış ve oranın atmosferini başarılı bir şekilde yansıtıyorlar. Yine de çok yakından baktığınızda 2000’li yıllardan kalma bir-iki kötü kaplamanın gözünüze çarptığı da olmuyor değil hani… Kısacası grafikler bir Crysis ayarında değil, ama berbat da değil.  Aynı şeyi seslendirmeler için söyleyemeyeceğim maalesef. James oyun boyunca komik olma çabasıyla pek çok espri yapıyor, fakat kullandığı her söz o kadar klişe ki oyun boyunca bir deja vudan deja vuya koşuyorsunuz. Jennifer’ın sürekli aynı şeyleri tekrar etmesi, James’in her savaştan sonra aynı cümleyi kurması gibi şeyler de tuzu biberi oluyor.

Bu Böcekler O Kadar Da Kutsal Değil

Bununla birlikte oyunun asıl çuvalladığı kısım teknik sorunlar. Mesela nişan almak için faremizin sağ tuşuna basılı tutmadığımız takdirde ne kadar ateş edersek edelim hedefimizi vuramıyoruz. Fakaaaat… tuşa basılı tuttuğumuz zamanlarda da James’e bir hâller oluyor; tam nişan alacakmış da son anda aklına bir şey gelmiş ve hareketini yarıda bırakmış gibi hedef imleci ortada bir yerde takılı kalıyor. Bu durumdan ancak ve ancak silahlarımız arasında geçiş yaparak kurtulabiliyoruz. Bazen olmayan engellere takılıp kalabiliyoruz veya adamımız durduk yerde kendi kendine geri geri yürümeye başlayabiliyor ya da Jennifer’ın inatla bir duvarın içine girmeye çalıştığına şâhit olabiliyoruz. Bir de akıllara zarar check-point sistemi var tabii… Oyun sadece önceden belirlenmiş bir şeyi yaptığınızda (bir kapıyı açmak, bir kolu çekmek vs.) kayıt aldığı ve bir quick save sistemi bulunmadığı için öldüğümüz anda bayağı bir geriden başlamak ve aynı şeyleri tekrar tekrar yapmak zorunda kalabiliyoruz. Sonra bir daha. Ve bir daha… En komiği de çok büyük bir patlamadan son anda kurtulup yere kapaklandığımız ya da bir çukurdan aşağı düştüğümüz bazı ara sahnelerden sonra Jennifer’ı tam dibimizde, sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi dikilirken bulmamız.

Sonuç olarak DA şu hâliyle vasatın birazcık üzerinde bir yapım. Evet, çatışma mekanikleri zayıf, orada burada birkaç hatası var, seslendirmeleri kötü ama tüm o bulmacaları, tuzakları ve mekân tasarımlarıyla (özellikle maden arabası bölümü) en azından bir kez oynanmayı hak ediyor. Hatalarından arındırılıp fiyatında biraz indirime gidildiğinde gönül rahatlığıyla alınıp başında birkaç akşam geçirilebilirsiniz.

 

KÜNYE

Tür: FPS / Macera

Yapım: The Farm 51

Dağıtım: Nordic Games

Dijital Fiyatı: 39,99 $ (Steam)

Platform: PC / Xbox 360

NOTU

5+ /10

YORUMLAR
Parolamı Unuttum