Mitoloji ile çizgi romanlar bir araya gelince çok enteresan hikayeler ortaya çıkabiliyor. Tabii ki bu işin büyük üstadlarından Neil Gaiman'ı bambaşka bir köşeye koymak lazım ama hem DC hem de Marvel'ın karakter yaratırlarken mitolojiden çok faydalandıkları ortada. İskandinav ve Yunan mitolojisinin aksine işin Antik Mısır tarafında çok fazla bilinen, meşhur olmuş karakter yok. Söz konusu Mısır olunca en popüler isimlerden olan Moon Knight'ı da yakında kendi dizisinde izleyeceğiz. Sadece Moon Knight'ı değil Marc Spector ve barındırdığı diğer kişilikler de ekrana geliyor.
Çizgi romanlarda ortaya çıkması 1970'lere dayanan ve Marvel'ın daha farklı bir janrasında gece yarısı korku filmlerini andıran Werewolf by Night serisinde ilk kez tanıştığımız Moon Knight'ı kanlı canlı görmeden önce neymiş ne değilmiş bir bakalım, bu kalifiye delinin hayat hikayesi de epey enteresan.
Naziler Her Yerde
Moon Knight ve Mısır'dan önce Marc Spector'ı biraz tanımak için Avrupa'ya gitmek gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler Çekoslovakya'yı işgal edince Marc Spector'ıın haham olan babası Elias Spector Amerika'ya kaçmak zorunda kalıyor. Marc da burada dünyaya geliyor ama ailesinin geçmişi onun için her zaman bir travma konusu. Çocukluğu sırasında Ernst isimli bir Yahudi katilinin peşinden gitmesi onun çoklu kişilik bozukluğu yaşamasına neden oluyor ve Moon Knight'ın ilk serüveni de tam olarak böyle başlıyor. Hayatı boyunca taşıyacağı ciddi bir yarayı içine gizleyen Marc daha sonra paralı asker olarak Deniz Piyadelerine katılıyor ve Irak'ta görev yapıyor.
Irak'ta üstleri tarafından tuhaf davranışlar sergilediği gerekçesiyle ordudan atılan Marc için işler daha da tuhaf bir hal alıyor. Aradan çok zaman geçmeden CIA'ye giren Marcl burada Jean-Paul Duchamp ile çok yakın arkadaş oluyor. Afrika ve Güney Amerika'da çeşitli görevler yaptıktan sonra ikilinin yolu Mısır'a düşüyor ve tahmin edebileceğiniz üzere ortalık şenlenmeye başlıyor. Artık can ciğer kanka olduğu Jean-Paul'e Frenchie diye hitap eden Marc, Mısır'da Raul Bushman ile tanışıyorlar. Bushman ile mezarları araştıran ekip Doktor Peter Alraune'un başında olduğu Firavun İkinci Seti'nin mezarına ulaşınca işler karman çorman bir hal alır.
Normal şartlarda bir paralı asker olan Marc Spector, Bushman ile birlikte gerekeni yapıp oradan ayrılmalıdır. Ancak Bushman'ın Doktor Alraune ve kızını öldürmeye niyetlenmesi Marc'ın sinirine dokunur (tıpkı çocukluğundaki Nazi katil olayı gibi) ve Raul Bushman ile kavga etmeye başlarlar. Bushman'ın ölümcül yaralarla bitap halde bıraktığı Marc Spector'un düştüğü yer tam da Ay Tanrısı Khonshu'nun heykelinin önüdür. Ruhani bir boyutta Khonshu ile konuşan Marc'a hayatını değiştirecek bir teklif gelir. Khonshu, Marc'ı yeniden hayata döndürür hem de ona büyük güçler verir ancak karşılığında Marc'ı kendi hizmeti için kullanmayı teklif eder. İntikam aşkıyla hayata dönene Marc, Bushman'ın adamlarını cezalandırsa da Bushman'ın kaçmasına engel olamaz ve Moon Knight hikayesi 1980 yılında Moon Knight'ın ilk sayısıyla resmen başlamış olur.
Sevgilisi Ölmeyen Kahraman Olamaz
Marc'ın hayatını kurtarmak için neredeyse öldüğü Doktor'un kzı Marlene ile romantik bir ilişki de yaşamaya başlayınca, yanlarına Frenchie'yi de alan üçlü soluğu New York'da alır. Burada Marc'ın kumar geçmişinin de büyük katkısıyla kendine yeni bir kostüm ve ekipmanlar toparlayan Marc gündelik hayatında bir başka alter egosu olan Steven Grant'ı kullanmaya başlar. (Dizide de Steven'ı bolca göreceğiz gibi gözüküyor) Bir de tabii ki taksi şöförlüğü yapan ve bu sayede sokaklarda neler olup bittiğini çok iyi şekilde öğrenen bir başka farklı kişilik Jake Lockley var. Yani tüm bu kişiliklerin kendi içerisinde bir uyumu ve iş bölümü var. Aslında çoklu kişilik bozukluğuna sahip olan birisi için bu durum epey sakıncalı ama arkasına Khonshu'nun kudretini de alan Moon Knight için kahramanlık günleri artık başlamıştır. Şimdi yeniden en başa Marc'ın ilk ortaya çıktığı seriye bir geri dönüş yapmak lazım.
Moon Knight'ın tam kapasitesiyle ilk Jack Russell'ı yakalamaktı. Jack Russell tam olarak da Marc'ın ilk kez ortaya çıktığı Werewolf by Night'taki karakterdi. Adeta bir Weapon X sistemi gibi çalışan The Commitee'den görevi alan Moon Knight kısa sürede işin pisliğini anlar ve Jack ile ekip olarak Komite'yi yerle bir ederler. İşin sonunda Komite'nin nihai amacının Jack'in kız kardeşini de bir kurt adam (ya da kurt kadın mı oluyor) haline getirip onları silah olarak kullanmak olduğu açığa çıkar. Sonrasında Moon Knight ve kurt adamları bazı durumlarda yine beraber de görmüştük. Zaten Moon Knight'ın böyle acayip ilişkilerde olduğu durumlar genelde daha eğlenceli oluyor.
Ancak işin bir de ailevi yönü var ki Moon Knight da çoğu Marvel karakteri gibi buradan büyük yara alıyor. Amerika'da geçen çocukluğu sırasında Marc'ın küçük kardeşi Randall ile araları epey iyiydi. Tam da Marc'ın ordudan atılıp CIA ile çalışmaya başladığı dönemde ikili yeniden bir araya geldi ve bazı görevlere çıktılar. Bu görevlerin birisinde İtalya'da Randall'ın büyük ihaneti sonucunda Marc'ın o dönemki sevgilisi Lisa hayata gözlerini yumar ve iki kardeş arasında büyük bir husumet başlar. Daha sonralarında Shadowknight ismini de alacak olan Randall büyük bir seri katile dönüşen Rand'ı durdurmakta yine öz kardeşi Marc'ın göreviydi. Hatta Randall'ın bir diğer obsesyonu da Marc'a verilen Moon Knight unvanını ondan çalıp, kendisinin bu role girmesiydi. Büyük bir eziklik psikolojisiyle giriştiği bu yolda büyük zulümler de yapan Randall en nihayetinde Shadowland ismiyle bizzat öz kardeşi Moon Knight tarafından öldürülür.
Beyaz Giyme Söz Olur
Moon Knight'ın genelde geceleri yaptığı kahramanlık işleri nedeniyle siyah giymesi daha mantıklı bir karar gibi gözükebilir. Lakin elimizde kalifiye bir deli olduğunu unutmamak lazım. Geceleri sokakta beyaz kıyafetiyle düşmanlarına korku saçan Marc'ın kendince geçerli bir sebebi var. "Beyaz giyiyorum çünkü beni görmelerini istiyorum. Çünkü beyazı gördüklerinde ne kadar iyi bir hedef olursa olsun Ay'ı vuramayacakları için elleri titreyecek!" diyen Moon Knight kostümüne de bir açıklık getirmiş. Zaman içerisinde kardeşi de dahil olmak üzere pek çok acayip ruh hastasıyla dövüşen Moon Knight için jenerik bir kötü adam seçmek epey zor. Benim şahsen kendisine yakıştırdığım en güzel kötü adam Black Spectre.
Gerçek adı Carson Knowles olan Black Spectre'nin geçmişi de Marc gibi savaşlarla dolu. Savaştan döndüğünde işi elinden alınan Carson'u karısı ve çocuğu da terk edince ortaya güzel bir deli daha çıkıyor. Zaten aklı başında birisinin Moon Knight ile uğraşması da pek mantıklı değil. Deli deliyi görünce sopasını saklar misali Black Spectre ve Moon Knight adeta yin ve yang gibi birbirlerini tamamlıyorlar. Babasının adıyla belediye başkanı olmak için gündüzleri bir politikacı gibi davranan Carson, geceleri ise her türlü pis işe bulaşıyor. Carson olarak bu yüzden hapse giren Black Spectre, MCU'nun da çok hoşuna gidecek bir şekilde geri dönüyor.
Hapisten çıktıktan sonra Stark'ın nano teknolojisini çalan Black Spectre büyük bir katliam peşinde Moon Knight'tan intikam almak istiyor. Ancak ahlaki kaygıları pek de olmayan Moon Knight'a bulaşınca sonu da kaçınılmaz oluyor. Büyük bir kalabalığa intihar etmelerini söylemesinin ardından duruma müdahil olan Moon Knight, Black Spectre'yi binanın tepesinden atarak öldürüyor. Hazır her şeyi Tony Stark'a bağlamayı bu kadar seven bir MCU varken bu fırsatın kaçması biraz ziyan olur gibime geliyor. Zaten Black Spectre ve Carson Knowles'ın işin içerisinde olmasıyla Moon Knight'ı görmeyi en sevdiğim yer olan sokaklarda deli deli kötü adam kovalarken izleme ihtimalim de epey yüksek. Umarım dizide kötü adam olarak Knowles'i ve aşağılık politikalarını izleriz.
Avengers Üyeliği İçin Psikolog Raporu Gerekmiyor
Çoğu süper kahramanın özünde biraz deli olduğunu zaten biliyoruz. Ancak söz konusu Moon Knight olunca elimizde gerçekten kalifiye bir ruh hastası var. Kendisini bir dönem Avengers içinde de görmüştük ve bu beni epey şaşırtmıştı. Wolverine'in New Avengers'a gireceğini öğrenen Captain America'nın attığı tripleri düşününce Moon Knight nasıl oldu da West Coast Avengers'ın bir parçası oldu kestirmek güç. Bir grup Avengers üyesini Firavun dönemi Mısır'dan da kurtaran Moon Knight'ın bu dönemde en büyük yardımcısı da Hawkeye olmuştu. Sonrasında pek çok kavgaya karışan Moon Knight'ın kozmik diyarlardan yeniden New York'a dönmesi de pek uzun sürmedi.
İşin içerisine Spider-Man ve Punisher'ın da girdiği büyük bir kavgada orijinal Midnight Man'in oğlu Jeff Wilde'ı deviren Moon Knight bir başka kavgadan daha muzaffer ayrılmayı başarıyordu. Tüm bu kavgaları boyunca çok fazla kez yaralanan Moon Knight birkaç kez de gerçekten ölmüştü. Ancak pek süper gücü olmasa da Marc Spector gerçekten ölümsüz birisi. Khonshu'nun da yardımıyla pek çok geri dirilen Moon Knight'ın bilinen bir kriptoniti de yok. Yani eğer bir gün siz de delirip Moon Knight'a kafa tutmak isterseniz, öldürseniz bile peşinizden geleceğinden emin olun. Ya da en temizi bu deliye hiç bulaşmayın.
Hayatı boyunca pek çok kişilikle çok fazla deneyim yaşayan Marc'ın en nihayetinde bir baba olduğunu da unutmamak lazım. Diatrice Alraune isimli kızıyla çok fazla zaman geçiremeyen Marc'ın belki de içerisindeki en büyük mutsuzluk sebebi de bu olabilir. Ancak Khonshu'nun ondan beklentileri ve kendi üzerine yüklediği sorumluluklar düşünülünce Marc belki de çoğu süper kahramandan daha akıllıca bir şey yaparak karısını ve kızını çok uzak diyarlara yollayıp, tehlike geçmeden geri gelmemeleri konusunda tembihliyor. Sahi New York yok olmaya yüz tutmuşken Mary Jane de uzaklara gidemez miydi? Sadece soruyorum...
En nihayetine geldiğimizde 1975'den bu yana Marc Spector çizgi roman külliyatının bir parçası. İşin Mısır mitolojisi kısmında büyük bir boşluğu da dolduran Moon Knight'ı özellikle sokaklarda kötü adam döverken takip etmek epey eğlenceli bir deneyim. Lakin işin içerisine kozmik taraf girince ben biraz daha uzaktan sevmeyi tercih ediyorum. Adeta daha da deli bir Batman gibi insanlara yarım ay şeklinde aletler fırlatan, gündüz kazandığı parasıyla gece kötülere korku salan Moon Knight benim için daha cazip. Hele sıkça içerisinde bulunduğu psikozların bu kavgalara etkileri ve neredeyse her dövüş sonrası "ben ne yaptım" hissiyatına kapılması paha biçilemez. Umarım dizide de bu deliliklere bolca tanıklık ederiz.
Köyün delisi, çok da deli değil gibi sanki.