Dark Souls Açlığınızı Yatıştıracak 10 Oyun

Ölmeye hazır mıyız?

 Dark Souls 3'ün çıkışının ve tekrar tekrar ölmeli oyun seanslarımızın üstünden 1.5 sene geçti. Serinin hayranları, mazoşist gibi dördüncü oyunu bekleyedursun, biz de Eser'le, bu süre zarfında Dark Souls gibi kendinize işkence edebileceğiniz 10 oyunun listesini hazırlayalım dedik. İşte karşınızda Dark Souls açlığınızı yatıştıracak oyunlar:

Lords of the Fallen(Utku)

Sniper Ghost Warrior'un ortak yapımcısı Deck13'ün Dark Souls benzeri ilk oyunu Lords of the Fallen’dı. Kabul etmek lazım, Lords of the Fallen, büyük bir oranda esinlendiği Dark Souls’dan serisinin atmosfer, arka plan hikâyeleri, boss ve düşman çeşitliliği konusunda bir hayli geride ve hiçbir şekilde onun yerini tutamayacak bir durumda. Fakat Lords of the Fallen, tam da Dark Souls dövüş dinamikleri, seviye atlama tarzı ve zorluğuna yakın bir oyun arayanlara göre.

Kendisinden harika bir Dark Souls klonu olmasını beklemediğiniz takdirde az çok da tatmin edici bir oynanış sunması mümkün. Dark Souls oyunlarının 40-50 saatlik büyük bir zaman yatırımı isteyen hikâyeleri size göre değilse, Lords of the Fallen'ın cep boyundaki 10 saatlik oynanışı, en azından siz tam da ondan sıkılmaya başlamışken bu durumdan farkında olup masadan kalkıp gidebiliyor.

Demon's Souls(Eser)

Çoğu kişi Souls serisinin Dark Souls ile başladığını düşünüyor, bunu kabullenmek lazım. Zaten o yüzden özellikle de haberlerde bir oyunun Souls esintili olduğunu belirtirken illa ki "Dark Souls" ile kıyaslama yapılıyor, bu makalemizin başlığında bile bunu görebiliyorsunuz. Halbuki Souls serisinin başlangıcı Demon's Souls'a dayanır ama sanırım serinin diğer oyunları gibi çok platformlu olmadığı için hep üvey evlat muamelesi görmüştür bu oyun.

Halbuki Demon's Souls, Dark Souls seven birinin oynayabileceği en sağlam oyunlardan biri. Bir kere hikayesi yine acayip gizemli, hatta Dark Souls'ta gördüğünüz bazı bossların temelleri bu oyunda gördüklerinize dayanıyor. Patches var yahu oyunda, hani bizim kandırıkçı keltoş! Tabi grafikleri biraz geri kalmış olabilir ama Sis'in içinden geçip de Vanguard ile karşı karşıya geldiğinizde, on saniye içinde ölüp de ekranda You Died yazısını gördüğünüzde nerede olduğunuzu anlayacaksınız.

Oyunun sadece PlayStation 3 için çıkmış olması hevesinizi kaçırmasın. Daha önce haberini de verdiğimiz gibi oyun RPCS3 PS3 emülatörü ile gayet akıcı olarak PC'de de oynanabiliyor. Yani bahaneniz kalmadı, o karakter tekrar tekrar ölecek.

Salt and Sanctuary (Utku)

Salt and Sanctuary’in ekran görüntülerine bakarsanız “bunun Dark Souls’la ne alakası var?” diyebilirsiniz. Kendisi her ne kadar bir Dark Souls oyunu gibi gözükmese de, kesinlikle öyle hissettiriyor.

“Metroidvania” kafasında, yani “Oradan A’yı alayım, B kapısını açayım. C’den geçmek için D skill’ini açayım,” olan Salt and Sanctuary’nin en büyük kozu gamepad parçalatan zorluk seviyesi. Oyunun görsel tarzı her şeyi Dark Souls’u andırıyor. Zor düşmanlar, daha da zor boss’lar, geniş, araştırılabilecek haritalar, loot ve tabii ki bol bol ölme ve yeniden dirilme.

Bloodborne (Eser)

Benim gibi üç Dark Souls oyununu da defalarca bitirmiş birinin en büyük ukdesi neydi biliyor musunuz? Bloodborne'u oynayamamış olmaktı. Çünkü şu listedeki oyunlar arasında Dark Souls açlığınızı en sıkı biçimde giderebilecek, ona en yakın deneyim sunan oyun Bloodborne'du ve ben PS4'üm olmadığı için kedinin ciğere baktığı gibi uzaktan uzaktan seviyordum kendisini. Neyse ki bu talihsizliğim geçtiğimiz aylarda kardeşim sayesinde son buldu ve ben de Yharnam sokaklarına adımımı attım.

O sokaklar ne kadar da güzelmiş yahu! Başlarda ateşli silah mekaniğine alışmak ve oyunun hızlı temposuna ayak uydurmak zor gelse de insan kendini bir noktadan sonra yalnızca FromSoftware'in yaratabildiği o tanıdık atmosferin içinde kaybediyor işte. Aslında olay sadece mekanikleri benzetebilmek değil, bunu yapabilen başka oyunlar da var çünkü. Ama işin içine detayları anca iyice didikleyince anlaşılabilen bir hikaye sokmak her babayiğidin harcı olmuyor işte. Gotik mimariden muhteşem örnekler sunan oyunun bossları da gerçekten Dark Souls serisini aratmayacak zorlukta. Hele Ebrietas, Martyr Logarius, Orphan of Kos gibi manyaklar adamın rüyasına girer, öyle söyleyeyim. İnsanlar boşuna Bloodborne 2'yi beklemiyor ve artık ben de onlardan biriyim.

The Surge (Utku)

Deck 13’ün Dark Souls konsepti üzerine ikinci denemesi olan The Surge, abisini birçok yönden geride bırakmayı başardı. Lords of the Fallen’ın en büyük sorunu, kendi karakterine sahip olmadan Dark Souls’un karbon kopyası olmaya çalışmasıydı. Yapımcılar The Surge’de akıllanmışlar ki, o alışık olduğumuz Dark Souls oynanış mekaniklerinin üstüne kendi dokunuşlarını da eklemişler.

Ben oyuna 7 vermiştim, üzerinden geçen aylar sonrasında verdiğim notun hâlâ arkasındayım. The Surge her ne kadar Dark Souls’a çok benzese de; uzuv kesme sistemi, spiral şeklindeki bölüm tasarımları ve oturaklı dövüş hissiyle kendini ilham kaynağından ayırabiliyor. Tabii, arkasında onu destekleyen özenle yazılmış bir arka planı hikâyesi ve lore’u olmadığı için, işin oynanış mekaniklerinden fazlasını isteyen oyuncular için hâyâl kırıklığı olabilir.

Eğer The Surge'e giriş yapmak istiyorsanız hazırladığım bu başlangıç rehberine göz atmadan geçmeyin.


Necropolis (Eser)

Necropolis'i gördüğünüzde gözünüze ilk çarpan şey az poligonla çizilmiş karakterler ve ilginç renk paleti seçimi oluyor. "Ben bir Dark Souls klonuyum" diyen oyun aslında kendisini hiç de ciddiye almıyordu ki. Bir kere ortaya çıkan dünya son derece renkliydi ve oyun her adımda bolca espriyle karşımıza çıkıyordu. Hatta ilk yamasından önce oyundaki çoğu büyünün veya parşömenin ne işe yaradığını anlayamamıştık bile, çünkü espri yapmaktan içeriğini açıklamaya fırsat bulamamıştı yapımcılar. "Bu Kesinlikle Büyülü Bir Parşömen" ismindeki bir parşömen bulup da üzerinde yazanları okuyamamak (meğer yazılar büyülüymüş) gibi cinlikler vardı oyunda.

Bu ilginç yaklaşıma rağmen oyun sizi dikkatli olmadığınız taktirde saniyesinde harcamaktan çekinmiyordu. Üstüne bunun bir roguelike oyunu olduğunu düşünürsek ölümün de kalıcı sonuçları olduğunu anlamışsınızdır sanırım. Zindanların sonundaki bosslar ve yavaş ama sistemli biçimde gerçekleşen savaşlar oyunu Souls mantığına oldukça yaklaştırıyordu çünkü her vuruşun önemli olduğunu hissediyordunuz. Yani Necropolis bize Dark Souls tarzı savaşların tamamen zıt görünümlü ortamlarda bile kullanabileceğini ve işe yaradığını gösteren bir oyundu.

Titan Souls(Utku)

Titan Souls'un şirin grafiklerine ve sanat tasarımına aldanmayın, içinde sizi krize sokmaya hazırlanan bir psikopat yatıyor! Titan Souls, aslında bu listedeki en "saf" Dark Souls deneyimi. Sadece bir okunuz ve bir canınız var. Tüm oynanış, düşmanlara okla hasar verip, sonrasında o oku geri almak üzerine kurulu. Düşmanlar dediğime de bakmayın çünkü Titan Souls'da kolayca kesip, grind yapabileceğiniz düşman tipleri yok. Eğer ne yaptığınızı biliyorsanız 1 saatte bile bitirebileceğiniz Titan Souls'daki tek düşman tipi boss'lar. Yani oyun bir bakıma boss-rush modunda. Oyun boyunca üzerinize zıplaya zıplaya gelen devasa bir mantar, havada süzülen bir şövalye, maymun-Big Foot kırması bir eleman gibi hem çok komik gözüken hem de sinirden saç baş yolduran boss'lar mücadele etmek durumundasınız.

Oynanış ve hikâye düz bir çizgide ileriyor olsa da, etrafa serpiştirilmiş arka plan hikâyelerini birbirlerine bağlayarak bu ilginç dünya hakkında fikir sahibi olma şansınız da var. Dark Souls'u hikâyesi için oynayanlara (?) duyurulur.

Nioh (Utku)

Dark Souls'un küçük kardeşi Demon's Souls ve abisi Bloodborne'u çıkardığımızda, bu listede ona en çok benzeyen oyun Nioh olur herhalde. Her iki oyun da, sağlam arka plan hikâyeleri üstüne kurulu, ikisi de tok dövüş mekaniklerine sahip ve ikisi de lanet olasıca zor! Hatta Nioh, Dark Souls’dan çok daha zor bile diyebiliriz.

Nioh bir Dark Souls oyununda arayabileceğiniz her şeye sahip: Seviye atlama sistemi, bol loot’lu oynanış ve manyaklık derecesinde zor boss dövüşleri. Nioh’u Dark Souls’un bir tık üstüne çıkaran en önemli özelliğiyse, esinlendiği Japon dönemini çok farklı bir bakış açısıyla sunması. Eğer Dark Souls’un zorluğu size çocuk oyuncağı geliyorsa, Nioh’a göz atmayı unutmayın.

PlayStation 4'ünüz yok diye de üzülmeyin, Koei Tecmo birkaç hafta önce PC oyuncularına bir güzellik yaparak Nioh'u 7 Kasım'da Steam'de yayınlayacağı müjdesini vermişti.

Hyper Light Drifter (Eser)

Hyper Light Drifter'ın neon renkli, cyberpunk esintili, harabemsi ortamlarını ilk gördüğünüzde Souls esintisini yakalamak zor olmayabilir ama bunun için oyunun içine girmeniz lazım işte. Aslında kendisine bir Zelda ve Diablo karması demek mümkün, ama oyunu oynamaya başladığınızda bu oyunu tanımlarken neden Dark Souls ismini kullandıklarını anlıyorsunuz. Oyun zor. Öyle ki yeri geliyor klavyenize yumruk atmamak, fareyi tokatlamamak için kendinizi zor tutuyorsunuz.

Aynı Souls'ta olduğu gibi bossların sizi harcaması saniyeler sürebiliyor; bu yüzden sabır, zamanlama ve planlama son derece önemli. Hani Dark Souls'ta bossun tek vuruşluk canı kaldı diye gardınızı düşürüp saldırmaya kalkar, daha o saniye hata yaptığınızı anlardınız ya. Hyper Light Drifter da size o hissi bolca yaşatan oyunlardan birisi işte. İşin içine bir de çözmeniz gereken bulmacaları eklediğimizde farklı türde de olsa keyifli ve saç baş yoldurucu bir macera sizi bekliyor diyebilirim.

DarkMaus (Utku)

DarkMaus’da, küçük bir fare olarak, yozlaşmış bir dünyada hayatta kalma mücadelesi veriyoruz. Oyunun ismine baktığınızda zaten esinlenmenin nereden geldiği çok belli. Kamerayı yukarıdan kontrol ettiğimiz DarkMaus, işin melonkolik havası ve zorlu dövüş mekanikleriyle Dark Souls’u andırıyor. Tabii ortada ustaca hazırlanmış, detaylı ve katmanlı bir dövüş sistemi beklemeyin.

Oyun boyunca birbirinin benzeri koridorlarda koşturup, birbirinin aynısı düşmanları kesmeye çalışıyorsunuz. Dark Souls benzeri oyunlardan alıştığımız üzere, monotonluğu kırmak adına bölüm sonlarına yerleştirilmiş boss’larla dövüşerek gamepad’inizi kırabiliyorsunuz.

 

YORUMLAR
karabaran99
24 Haziran 2019 21:28

[Bu yorum kullanıcı tarafından silinmiştir]

Parolamı Unuttum