Ara: History Untold - İnceleme

Bu ülkenin bir tane cesur modcuya ihtiyacı var

İnsan istedi mi kendine ne acayip dertler icat ediyor, değil mi? Mesela birkaç hafta öncesine kadar benim Rus İmparatorluğu’ndaki ekilebilir toprak miktarı hakkında hiçbir sorunum yoktu, ya da daha çok sabun üretmek için nasıl, nereden baharat bulurum diye düşünmüyordum. Tuz madenlerim, sabanım, çömleğim, kuru gıda stoğum, üzüm bağlarım ve dolayısıyla şarabım yokken kafam çok daha rahattı. Ama sonra Ara oynamaya başladım…

Öncelikle bir kafa karışıklığını çözelim: Çıktığı günden beri bir şekilde “basitleştirilmiş Civilization” diye yaftalanan Ara: History Untold, ne bir Civilization versiyonu ne de Civilization’dan daha basit. İkisi de sıra tabanlı uygarlık kurma oyunları, ikisinin de ilk yarım saatinde settler basıp şehir kuruyoruz, doğru, ama iki oyunun odaklandığı, derinleştiği, strateji öğesini masaya koyduğu alanlar farklı. O yüzden bu incelemeyi bir Civ – Ara kıyaslamasına çevirmeyeceğim. Elimizde zaten baş belası bir oyun var, yanına bir ikincisini eklemeden hak ettiği gibi evire çevire bir inceleyelim hele…

TARİH, ONU YAZANLARIN FANTEZİSİ MİDİR?

Daha ilk dakikadan Ara’nın tarihsel bir tutarlılık peşinde olmadığını anlayacağınız bir lider / ülke seçimi ekranı çıkacak karşınıza. Bakalım Osmanlı İmparatorluğu’ndan kimi koymuşlar diye hiç bakınmayın, ya da “Türkiye nerede, Atatürk yok mu?” diye sormayın. Yok. Ha merak ediyorsanız Gana var, Gürcistan var, Crow Nation diye kabile var, milyor yıldır kayıp uygarlık Kush var ama Türkiye ya da Osmanlı yok. Ayrıca oyun içinde ilerledikçe karşınıza çıkmasını bekleyebileceğiniz, topraklarınızda doğup yaşayan, farklı alanlardaki aktivist tarihi kişiliklerin bir kısmı da niyeyse uygarlık lideri olarak ana ekrana yerleşmiş. Arjantin için first lady Eva Peron, İtalya için hukukçu Cesare Beccaria, Almanya için rahibe / besteci Hildegard von Bingen falan enteresan seçimler olmuş. Ola ki bir DLC’yle Türkiye eklenirse lider olarak Sabiha Gökçen ya da (aklıma çok isim geliyor ama buraya eklersem sorun çıkabilir, canım halkımın neye ayar olacağı belli değil çünkü, o yüzden eklemiyorum) ülke yönetiminde yer almamış başka biri gelirse çok şaşırmayalım yani.

Neyse, liderler zaten işin önemsiz kısmı… Hangi ülkeyi ve lideri seçerseniz seçin, oyunun kaderini sizin kararlarınız belirleyecek. Yine de başlangıçta fazladan şehir kurmanıza izin verenlerden birini alın derim. Çünkü Ara ülkeden çok şehir yönetimine odaklandığımız bir oyun. Ne kadar çok şehriniz varsa o kadar güçlüsünüz. Gerçi bunun da bir “ama”sı var… Güçlü olmak istiyorsanız şehir topraklarınızın her bir dönümünü nasıl değerlendireceğinizi düşünmek, planlamak, yatırımlarınızı ve üretiminizi ince ince takip etmek zorundasınız. Yoksa son birkaç yıldır Türkçe jargona yerleşen “failed state” kavramını yakinen test etme şansını yakalarsınız (halihazırda tüm benliğinizle hissetmiyorsanız diye dedim).

O zaman şu şehir kurma ve yönetme işine bir bakalım.

Oyun ilk şehrinizi ilk turda zaten veriyor, şansınıza artık neresiyse… Ama ikinci şehirden itibaren kural şöyle: Şehirler iki ila altı arası küçük parçaya bölünmüş bölgelerin zaman içinde birbirine eklenmesiyle oluşuyor ve siz bir şehir kurduğunuzda sadece ilk bölgeyi seçmiş oluyorsunuz. Diyelim ki üç parçalı bir bölge seçip şehrinizi kurdunuz. Bunun bir parçasını zaten şehir merkezi için kullanmış oldunuz, geriye kaldı iki. Buralara da ilk yerleşim birimlerinizi (dwelling) koyacaksınız muhtemelen çünkü şehri büyütmenin dolayısıyla yeni bölgeler eklemenin şartı nüfusu büyütmek, o da yerleşim birimi koymadan olmuyor.

Bak bu arada, bana “karışık anlatıyorsun” falan demeyin, daha karışık kısımlarına gelmedim!

Ne diyorduk, dolayısıyla olabildiğince çok parçadan oluşan bir bölgeye yerleşmek önemli, aynı şekilde onun etrafındaki bölgelerin ne kadar verimli (demir olur, buğday olur, at olur, balık olur vs) olduğuna bakmak da önemli çünkü şehriniz büyüdükçe teker teker bu bölgeleri katacak topraklarına. Neyse ki bu bölgeler rastgele eklenmiyor, ne tarafa doğru büyüyeceğinizi kendiniz seçiyorsunuz. Mesela bir tuz madenini ele geçirmek için şehrimi Z şeklinde büyüttüğümü bilirim… Şehri ilk bölgeye kurdunuz, 10-15 turn sonra yeterli büyüklüğe ulaştığınız için ikinci bir bölge alma hakkınız doğdu, siz de diyelim gözünüze kestirdiğiniz beş parçalı bir bölgeyi seçip eklediniz. Beş tane üretim binası hakkınız oldu demektir. Artık şehir menüsünden seçip seçip koyacaksınız; birine atölye, birine kasap, birine çömlekçi, birine okul, birine oduncu kampı… gibi. Şehirlerin büyüme hızı bu binaların yapım hızıyla paralel gittiği için “eyvah bina koyacak yer kalmadı” paniğini pek yaşamıyoruz ama oyun derinleştikçe “tüh ya pastaneyi yanlış yere koymuşum” falan demeye başlıyoruz. Yani binaları bölgelere rastgele dağıtmak yerine planlı şekilde yerleşmenin önemi zamanla ortaya çıkıyor. Verimli tercihler yapmak zorundasınız çünkü bu oyundaki en büyük işiniz üretim. Daha çok üretim.

TEDARİK ZİNCİRİ YÖNETİMİNDE SABRIN ROLÜ

Ara’nın üretim zinciri, zincir şeklinde değil arkadaşlar, örümcek ağı şeklinde (ipin ucu kaçtıktan sonra ise doğru terim “arapsaçı” oluyor). Her hammadde birden fazla üretim merkezinde kullanıldığı gibi, ürettiğiniz şeyler de dönüp hammaddenin verimini değiştirebiliyor ya da başka üretim binalarına kaynak olabiliyor. Diyelim eczane açtınız. Öncelikle binanın üretim kapasitesini yükseltmek için kalıcı bonus veren birkaç ekstra parça ekleyebiliyorsunuz; atıyorum 1 birim ip, 1 birim de elektrik verince turn başına 3 olan üretim kapasitesi 5’e çıkıyor. Sonra bu eczanede ne üretebildiğimize bakıyoruz. Bitkisel ilaç, parfüm, bandaj diye üç seçenek var mesela. Bitkisel ilaç üretmeye karar verdiniz. Bunu yaparken yine kapasiteyi yükseltmek için üç ayrı malzeme ekleyebiliyorsunuz; diyelim her turn 2 çiçek, 3 odun, 1 de çay yaprağı koyarak turn başına bitkisel ilaç üretiminizi 1.2’den 2.5’e çıkardınız. Bu 2.5’in 1’ini şehir sağlığını artırmak için, 1’ini de trade post binasında kullanmaya karar verdiniz. Kalan 0.5’i de iki turn biriktirip 1’e tamamlarım bölgelerdeki yerleşim birimlerinden birine veririm dediniz. Şimdi… Bandaj ve parfüm için de anlatayım mı? Bakın, sadece bir eczane simülasyonu oynuyor olsaydık bile doyurucu bir karmaşa seviyesinde olan bu sistemden 20 tanesini filan aynı anda yönetmeniz gerekiyor. Fırın için ayrı, sanat atölyesi için ayrı, üniversite için ayrı, konserve üretimi için ayrı, endüstriyel imalathaneler için ayrı (hayır, apayrı) girdi-çıktı hesabı yapmanız gerekiyor. Dev bir tycoon oyunları evrenindesiniz ve her bir oyundaki başarınız diğerindeki skorunuzu etkiliyor.

Bu durumda ne yapıyoruz? Kim uğraşacak yahu deyip kapatıyor muyuz oyunu? Asla! Hele de içinizde bir mikro yönetim kıvılcımı varsa artık hayattaki asıl işiniz Ara’nın üretim sistemini oturtmaya çalışmak oluyor. Oyun bu süreçte hayatınızı kolaylaştıracak hiçbir veriyi doğru düzgün paylaşmıyor olabilir, olsun, kağıdı kalemi alıp ya da arkada bir Excel açıp her şehrin her binasında neyi ne kadar ürettiğinizi, nerede kullanmak için ürettiğinizi de not ederek kayıt altında tutuyorsunuz. Sizin adınıza konuşmayayım ama ben öyle yaptım valla. Oyunun sağ tarafında açtığınız Excel’i arayüzün parçası gibi düşünebilirseniz mis gibi sistem. Ayrıca o kadar da çılgınca değil, sanki SAP falan kullanmaya başlamışım gibi bakmayın… Düşündüm ama sonuçta kullanmadım.

Ara’nın sorunu her üretim kalemini planlıyor ve yönetiyor olmamız değil, bu süreci kolaylaştıracak araçlardan yoksun olmamız. Oyunun arayüzü, bilgi ekranları, yönlendirmeleri falan olup biten işlerin yanında çok zayıf kalıyor. Her turn başında önünüze düşen bilgilendirme notlarının sayısı doğal olarak oyun ilerledikçe kabarıyor ve bir şeyleri otomatiğe bağlayamadığınız için (bağladığınızda da aklınız orada kalıyor çünkü) giderek daha meşgul ve sinirli ve yorgun bir karaktere dönüşüyorsunuz (böyle böyle diktatör oluyorlar belki de). Sadece üretim tarafından bahsetmiyorum, oyunun arayüz problemleri her detayda ayağınıza takılıyor. Dünya haritasının sınırlarına doğru yolladığınız birimleri kıpırdatmak, bir menüde kaydırma çubuğunu bulup kullanmak, çok sayıda birlikten oluşan ordunuzla bir şehri kuşatmak, kaçırdığınız bir gelişmeyi dönüp bulmak falan hep problem. Belki çok basit ama gözünüzde canlansın diye söylüyorum; oyunun save dosyalarında bile bir saçmalık var. Üç farklı save’iniz var diyelim, üçünü de aynı gün, aynı saat, aynı dakika almış görünüyorsunuz (hatta save alırken çıkan ekranda da “delete file” yazıyor, nasıl bunu görüp düzeltmemiş olabilirler diye düşünüyorum her seferinde). Tahminimce bu sorunlar yakın zamanda bir güncellemeyle giderilecektir, zira hepsi ufak tefek şeyler ama ilk günden bitmiş bir Ara oynayabilseydik oyunun yaratacağı etki çok farklı olabilirdi.

Olabilirdi çünkü Ara, kurallarını uzun zamandır Civilization’ın belirlediği bu oyun türüne farklı yaklaşmak, taze fikirler getirmek gibi bir yeteneğe sahip. Turn’lerin sırayla değil aynı anda oynanması, askeri gücümüzün sadece gerektiği zamanda gerektiği şehirde ortaya çıkması, en başta bahsettiğim bölgesel olarak büyüyen şehirler dinamiği, tarihin kırılma noktalarında ona adapte olamayan devletlerin kendiliğinden yok olması… daha bir sürü şey var ama oyunun iyi yaptığı işleri tek cümleye sıkıştırmak haksızlık olur. O yüzden hadi gelin biraz da övelim.

RİCA ETSEM ÇAĞINIZI ATLAR MISINIZ?

Oyunun açılışında haritayı açsınlar, üç beş ganimet toplasınlar diye saldığınız ilk izciniz ve avcınız, uzun zamandır o topraklarda yaşayan kabilelerle tanıştırıyor sizi. Bunlar az nüfuslu, bazen fazla talepkâr bazen de inanılmaz faydalı topluluklar. İyi geçinmeyi başarır, güvenlerini kazanırsanız bir noktada size katılmaya karar veriyorlar, gelirken de yanlarında odunlarını, tohumlarını falan getiriyorlar, harika oluyor. Ama arayı bozarsanız yandınız… Dünyanın öbür ucuna da kaçsanız inatla birimlerinizi kovalıyorlar. Zaten daha oyunun başındasınız, her birim altın değerinde, bir tanesini anlamsız bir çatışmada yitirmenin bedeli ağır olabiliyor. Bu “yan görev” tadındaki dokunuş bile o kadar yenilikçi hissettirdi ki oynarken… Benzer şekilde rastgele zamanlarda “event” adı altında, iki üç seçenekten birine karar vermeniz gereken bazı gelişmeler çıkıyor karşınıza. Bunlar gerçek tarihi olaylardan alıntılanmış. Bazen bir girişimciniz devlet desteği istiyor, bazen maden işçileri sendikanız taleplerle geliyor, bazen bir kanaat önderi size ulaşıp hayalini paylaşıyor… Kısacık hikâyesiyle birlikte sunulan bu olayların da oyunun rutinine çok yakıştığını söyleyebilirim. Keşke sayıları daha fazla olsaydı, keşke aşina olduğumuz daha çok tarihi hikâyenin oyundaki yansımasını görebilseydik. Sayıları şimdilik az ve ikinci üçüncü oyununuzda zaten hepsini görmüş oluyorsunuz.

“Tarihin kırılma noktaları” demiştik yukarıda, o da güzel bir özellik… Zaman çizgisi, her biri dört çağdan oluşan üç “act”e ayrılmış ve bir act bittiğinde yeterli prestij puanını toplayamamış uluslar yok oluyor. Evet, bayağı haritadan siliniyorlar. Geride biraz ganimet ve birtakım silahlı çeteler kalıyor sadece. Böylece yerleşecek daha çok toprak, toplanacak daha çok kaynak açılıyor size de. Oyun sırasında kimin hayatta kalamayacağını kestirip ona göre bir strateji kuruyorsunuz siz de. Tek sorun şu: Bir act’in bitmesi için sizin çok iyi oynamanız yetmiyor, en az üç ulusun daha o zamana kadarki tüm çağlara ulaşmış olması gerekiyor. Dolayısıyla diğerleri hâlâ çamurdan seramik yapmaya çalışıyorsa, siz elektronik devre üretmeye başlamış olsanız da act bitmiyor. Evet, başıma geldi, oradan biliyorum.

SİZ SAVAŞIN, BEN ŞEHİR YAPACAĞIM!

İşin aslı, oyunda odaklanabilecek çok strateji var ama muhtemelen yapay zekâ asker üreteceğim, savaş açacağım derken kaynakları ve zamanını öyle bir harcıyor ki sizin yaklaşımınızı anlayıp ona ayak uydurması mümkün olmuyor. Sizin çok bir şey yapmanıza gerek kalmadan kendi tuzağını kendi kuruyor. İleri zorluk seviyelerinde bile asıl tehdit diğer devletleri yöneten yapay zeka değil. Siz oyun boyunca kendiniz için seçtiğiniz dezavantajlara karşı mücadele ediyorsunuz asıl olarak. Bir de bunlar kendi arasında savaşmaya başlayınca işler daha da kolaylaşıyor ki bu kadar oynadım, henüz ittifak kurup üstüme yürüyen iki yapay zekâ devleti gördüğüm olmadı, varsa yoksa kendi aralarında sınır kavgası, varsa yoksa “casus belli”. Ortam böyle olunca genellikle kolunuzu kıpırdatmak yerine “proxy war” yöneten iğrenç bir lidere dönüşmüş buluyorsunuz kendinizi.

Rejiden uyarı geldi, artık bu incelemeyi toparlamam gerekiyor ama adettendir, oyunun grafik ve performans kalitesinden de bahsedeyim biraz. Kontrol panellerinin yetersizliğini, ıncık cıncık minnak kunnak ikonlar arasında kayboluşumuzu bir yana koyarsam oyunun grafiklerinden çok mutluyum. Özellikle şehirlere zumlayıp sokaklarda gezinmek, diktiğim dünya harikası binalara bakmak, küçücük evlerin zamanla gökdelene dönüşmesini görmek, pazardaki dükkânın önünü süpüren adamı izlemek falan gerçekten keyifli. Zaten şehir yönetimi odaklı doğru düzgün strateji oyunu kalmadığı için giderek büyüyen bir açlık içindeyim, o yüzden üç beş turn’de bir vitamin niyetine şehirleri geziyorum, okul binalarına, değirmenlere, toprak yollara, tuz madenlerine bakıyorum… Lakin biraz kasıyor. Özellikle araya bir video gireceği zaman canım Acer Predator oyun bilgisayarım ulumaya başlıyor. Olsun, bazı Cities: Skylines II’ler gibi patlamıyor en azından. Kasılsa da çalışmaya devam ediyor. Ha bir de oyunun müzikleri birkaç saat sonra çok fena kafa ütüler hale geliyor, istemeden de olsa müzikleri komple kısıp sadece sesleri dinlemeyi tercih ettim ben.

Son olarak, bu tür oyunların bir parça eksik çıkmasını, güncellemelerle, DLC’lerle toparlanmasını artık kanıksadık. O nedenle insafsızca eleştirmek yerine bir kenarda saklayıp olgunlaşmasını beklemek (yani turşusunu kurun diyorum) daha iyi olabilir. Ama benim için artık çok geç, gördüklerimi görmemiş gibi yapamam. Ama görmediklerimi görecekmiş gibi yaparsam Ara’nın elinde harika bir potansiyel olduğunu söyleyebilirim. Bu potansiyelin bir kısmını modcular gelip ortaya çıkaracak, bir kısmını da yamalar, güncellemeler… Ama ne olur şu save dosyalarındaki “delete file” başlığını hemen bu akşam düzeltsinler, bir editör olarak çok fena tetikleniyorum.

Kimmiş bu Oxide?

Ara’yı geliştiren ekip kanun kaçağı falan olabilir mi arkadaşlar? Oyunu o kadar takip ettim, o kadar oynadım, bugün şu kutuyu yazarken bile “neydi bunların ismi” diye dönüp bakmam gerekti… Öyle gölgelerde saklanan bir geliştirici Oxide. Daha önce Ashes of the Singularity’den tanıyormuşuz kendilerini. “Ah tabii yaa!” demek isterdim ama demek o zaman da böyle utangaç takılıyorlardı ki hiçbir şey çağrışmadı. ABD’li ekibi biraz Amerikan ruhuna uygun biçimde kendilerini göstermeye davet ediyorum, yoksa yine unutacağım.

Türkçenin oyunlardan çektiği…

Ara’nın Türkçe dil desteği var (orijinal ismi meğerse “Call”muş, bize “Ara” diye çıkıyormuş??) ama zaten karışık olan işleri daha da karıştırmaktan fazlasına yaramıyor. Birkaç saat Türkçe oynamayı denedim, önüme çıkan diplomasi kutucuğunda “Arjantin’le nötr olan ilişkiniz kapalıya dönüştü” gibi bir şey görünce “anladım” deyip İngilizceye döndüm (yani “close relations”ı da chicken translate yapmazsın, oyun çevirisi bu ya…). Birsürü başka saçmalık da vardı ama bunu incelemeye yazarım diye anı olarak saklamıştım. Vallahi bravo bana, unutmamışım.

SON KARAR

Strateji oyunlarının yeni fikirlere ihtiyacı vardı, sabredip oynarsanız Ara’da bunlardan birkaçını bulabilirsiniz.

Ara: History Untold
İyi
7.0
Artılar
  • Şehir kurma kısmı tatmin edici
  • Oyunun içine serpiştirilmiş küçük hikâyeler tatlı
  • Can sıksa da bırakılmıyor, sürükleyici
  • Mikro yönetim sevenler için cennet
Eksiler
  • Kontrol panelleri yetersiz ve sorunlu
  • Oyunda bir şeylerin hesabını tutmak çok zor
  • Henüz bitmemiş çok yanı var
YORUMLAR
Parolamı Unuttum