“Oynadınız Mı?” serimize yine kendine has bir görsel tarzı olan bir oyunla, Phoenix Springs ile devam ediyoruz sevgili Oyungezerler. Gerçeküstü bir hikâyenin konu edildiği bu dedektiflik – macera oyunu, bir yandan eskinin “point & click” macera oyunlarını anımsatan bir yandan da türe kendince bir dokunuş yapmış, hoş bir oyun. Hal böyleyken kendisinden bahsetmezsek olmazdı, öyle değil mi? Biz de öyle yaptık, bu sefer de Phoenix Springs’e doğru yol aldık.
Phoenix Springs'te neler oluyormuş bakalım...
Oyunumuza bir trende başlıyoruz. Baş karakterimiz Iris, kardeşi Leo Dormer’ı anımsıyor ve onu bulduğu güne dönüyoruz hep birlikte. Önce kendi evinde ufak tefek araştırmalar yapıyor, sonrasında bu araştırmalar sonucunda ulaştığı adrese gidip kardeşinin orada olmadığını görüyor. Hemen yan binada oturan bir adamdan kardeşinin bir üniversiteye girdiğini öğreniyor.
Etrafta yaptığı araştırma ve bu adamla yaptığı 2. konuşma sonunda bu üniversitenin hangi üniversite olduğunu öğreniyor ve oraya doğru yol alıyor. Üniversitede yaptığı araştırmalarla kardeşinin önemli bir akademisyen olduğunu, alanında önemli işler yaptığını öğreniyor.
Oradan ulaştığı bir diğer adres ise, kardeşinin yeni evi. Burada da bir miktar araştırma yapıp yeni bilgiler ediniyor (Mesela kardeşinin üniversiteye girişi, çalışmaları ve çeşitli kamu kurumlarıyla iş birlikleri hakkında bilgilere erişiyor burada). En sonunda da kaçış odasının kapısını açıp kardeşini buluyor. Ama burada bir sürpriz bekliyor bizi. Şimdi hikâyeyi açık etmemek için detaya girmeyeyim, şu kadarını belirtmekle yetineyim. Leo, ablasına “Phoenix Springs’e gitme” diyor. Ablası da onu dinlemiyor tabii. İşte başlangıçta gördüğümüz o tren de Phoenix Springs’e gitmek üzere bindiği tren. Zaten bütün olayların çözüleceği ve neler olup bittiğini anlayacağımız yer de burası.
Hikâyenin bundan sonraki kısmını bizzat tecrübe etmek üzere sizlere bırakmış olayım. Fakat şu noktayı da belirtmeden geçmeyeyim. Bana göre Phoenix Springs iyi yazılmış bir hikâyeye sahip. Artı hanesine eklenebilecek şeylerden birisi kesinlikle bu.
Giriş kısmında da belirtmiştim, kendine has bir görsel tarzı olan oyunlardan Phoenix Springs. Zaten ilk dikkat çeken yanı da büyük ihtimalle görsel tarzı olacaktır diye düşünüyorum. Mekanların ve nesnelerin tasvir ediliş şekli kadar renk paletiyle de kimliğini pekiştiriyor bu görsel tarz. Atmosferi görsel yönden de beslemek konusunda iyi bir iş çıkarıldığı kanaatindeyim.
Seslendirme kısmındaysa ilginç bir durum söz konusu. Oyunda ortam sesleri ve müzikler dışında (-ki bu konuda tam da olması gerektiği gibi bir performans sergilendiğini söylemek mümkün) duyacağınız tek ses baş karakterimiz Iris’in sesi, sadece o seslendirilmiş. Zaman zaman tek düze, neredeyse yarı mekanik bir ses tonuyla anlatılan bir hikâye dinliyor gibiyiz. Fakat bu ilk anda düşündürdüğü gibi olumsuz bir etki doğurmuyor üzerinizde, en azından benim için durum böyle. Bence burada da hem hikayeyle hem atmosferle uyumlu bir tablo ortaya konulmuş. Yani benim için seslendirme kısmında da sınıfı geçen bir oyun oldu Phoenix Springs.
Oynanış kısmında ise basit bir yapı söz konusu. Yine giriş kısmında belirttiğim gibi özünde “point & click” tarzında bir macera oyunu bu. Fakat bu sefer envanterinize nesne toplamıyorsunuz. Onun yerine araştırılacak veya soruşturulacak (zaman zaman da hatırlanacak) konuları ya da kelimeleri biriktiriyorsunuz. Bir anlamda ipucu olarak da değerlendirilebilir bunlar. Sonrasında bilgisayarlarda, kitaplarda vb. bunları araştırıyor, karşılaştığınız kişilere bu konuları soruyorsunuz.
“Basit bir yapı” olarak nitelendirmem sizleri yanıltmasın. Bu, zevk almayacağımız anlamına gelmiyor. Dedektiflik yapmaktan hoşlananlar, bu oyunda da sevebilecekleri detaylar bulacaklardır. Bilgisayarda hangi sorguyu yapayım, bulduğum notu neyle ilişkilendireyim, karşımdaki kişiye hangi konuyu sorayım diye düşünmek, beyin hücrelerinize egzersiz yaptırmak keyifli olabiliyor. Ayrıca başarım kovalayanlardansanız, oyunun başarımları da yaptığınız sorgularla ilişkili. Bu yönüyle de ilginizi cezbedebilir.
Öte yandan oyuna dair eleştirilebilecek bir nokta da tam olarak burada saklı aslında. Hata yapmak gibi bir durum söz konusu değil. Nasıl şifre kırmak için “kaba kuvvet saldırıları” yapılabiliyorsa, burada da araştırma yaparken notlarınız arasında yer alan bütün ipuçlarını sırayla deneyebiliyor, hangisinin doğru tercih olduğunu bu şekilde bulabiliyorsunuz.
Keşke burada oyuncuyu biraz daha zorlayabilecek, rastgele her kelimeyi/konuyu denemekten alıkoyup üzerine düşünmeyi gerektirecek bir sistem kurulabilseydi. Ama sonuçta düşük bir bütçeyle ve küçük bir ekiple geliştirilen bir bağımsız yapım bu. Bir yandan da temelde çizgisel bir hikâyenin anlatıldığını da gözden kaçırmamak lazım. İyi tasarlanmamış bir akış, oyuncuların belirli bir noktada kitlenip kalmasına da yol açabilirdi.
İpuçlarıyla ilgili şöyle bir detay da var. Araştırmalarınız esnasında çok sayıda ipucu buluyorsunuz, fakat bunların bir kısmı bir noktaya varmıyor, sonuçlandıramıyorsunuz. Bölüm bittiği anda sonuca ulaşmayan o ipuçlarının araştırmalarda kullanılamaz hale geldiğini görüyorsunuz. Bardağın dolu tarafından bakacak olursanız, bu güzel bir şey. Hikâyenin akışıyla doğrudan ilgili olmayan konular böylece ayıklanmış oluyor, siz de boş yere o ipuçlarının peşinden koşup durmaktan kurtulmuş oluyorsunuz. Diğer taraftan baktığımızda, bazı oyuncular ortamın bu kadar da steril kılınmasından hoşlanmayabilirler, daha zorlu bir tecrübe isteyebilirler, onu da anlayabiliyorum.
Bu arada oyunun tek bir sonu olmakla birlikte oraya varış konusunda ufak tefek birkaç değişiklik söz konusu. Hikâyenin bazı noktalarını es geçip finale varabiliyorsunuz. Dolayısıyla tekrar oynayıp daha önce gözden kaçırdığınız detayları da kovalamayı düşünebilirsiniz.
Gelelim oyuna dair son sözlere. Phoenix Springs, bir oturuşta bitirilebilecek (ortalama 3 saat civarında bir oyun süresi var), hoş bir oyun. Bulmaca çözmeyi seviyorsanız, dedektiflik yapmaktan hoşlanıyorsanız, macera oyunlarıyla ilgiliyseniz, gerçeküstü hikayeler hoşunuza gidiyorsa bence birkaç saatinizi de Phoenix Springs’e ayırabilirsiniz.