Diablo Mitolojisi - Önce Sadece Boşluk Vardı

Resurrected'a giden yolda hafızamızı tazeleyelim

Bir varmış, bir yokmuş... Her efsane gibi Diablo’nun da pek bilinmeyen bir geçmişi ama “yoruldum, bunaldım” demeden o geçmişi bulup çıkaran, kaleme alan tarihçileri varmış. Onların yazdıklarını okudukça yaşanan her gün, oynanan her sahne başka bir anlama kavuşurmuş.

Anu ve Ejderha

Başlangıçtan önce sadece boşluk vardı. Ne karanlık, ne aydınlık, ne hava, ne de dünya... Sadece muhteşem, tek bir inci vardı. Ve bu incinin içinde akıl sır ermez kudretteki ruh Anu rüya görürdü. Parlak bir elmastan oluşan bedeniyle Anu, aslında bütün gerçekliğin özetiydi: İyi ve kötü, aydınlık ve karanlık, somut ve soyut –her şey onun kristal yüzeyindeki bir yansımadan ibaretti. Anu bu sonsuz rüya durumunda, kendini daha da kusursuz ve saf hale getirmek için kötü kısımlarından arınmaya karar verdi. Dışarı atılan bu karanlık parçalar, öfke ve gururun keskinliği ise bir araya gelerek korkunç bir yaratık halini aldılar: Ejderha Tathamet. Yedi başlı bu korkunç ejderhanın nefes alışverişinde bile her şeyi yiyip bitiren bir karanlık ve ölüm vardı. Anu’nun pürüzsüzlüğünü bozan bütün şeytani özelliklerin bir araya gelmesinden oluşan Baş İblis Tathamet, çok geçmeden şeytani etkisini her yere yayarak Anu’dan intikam almaya çalışmakta gecikmedi. Böylece Anu ve Tathamet’in ebedi savaşı da başlamış oldu.

Birbirlerinin bütünüyle dengi olan Elmas Savaşçı ve Yedi Başlı Ejderha, sayısız ömür boyunca savaşlarına devam ettiler. Ancak belki de binlerce yıl boyunca süren bu savaş, sonunda enerjilerini tüketmeye başladı ve nihayet, kalan son güçleriyle birbirlerine indirdikleri son darbeyle iki tanrısal varlık da büyük bir ışık ve öfke patlaması içerisinde yok oldu. Fakat bu iki varlığın sonu, aslında bizim bildiğimiz anlamdaki evrenin başlangıcıydı. Gerçekliğin kucağında, evrenin bu vahşi doğumunun gerçekleştiği yerde Pandemonium bu şekilde oluştu. Onun kaotik merkezinde ise “Yaratılışın Kalbi”, eşsiz mücevher Anu’nun Gözü –yani Dünyataşı bulunuyordu.

Anu ve Tathamet birbirlerini nihai olarak yok etmiş olsalar da, özlerinden geriye kalanlar Cennet ve Cehennem’in yapıtaşları olmak için yeterliydi. Anu’nun parıldayan omurgası, muazzam patlamanın etkisiyle karanlıkta uzun süre dönerek yol aldı, ancak zamanla yavaşlayıp soğudu ve Kristal Kemer (Crystal Arch) haline geldi. Kristal Kemer ise Cennet’in temeli oldu ve Elmas Savaşçı’nın özünü benimseyen melekler, Anu’nun omurgasından yayılan müziğin kusursuz ve ahenk içinde olduğu anlarda Kemer’den yükselmeye başladılar.

Cennet’te bunlar olurken, Pandemonium’un derinliklerinde, çok aşağılardaysa Tathamet’in kararmış, içten içe tüten kabuğundan aşağı doğru inen karanlık bir Cehennem oluşmaktaydı. Ejderhanın kopmuş yedi kafasından yedi büyük iblis türedi. Bunlardan en güçlü üçü Baş İblisler olarak anılırken, daha güçsüz olan diğer dördü ise kendi içlerinde bir hiyerarşi savaşına girerek bitmeyen bir çatışmanın ortasına düştüler.

Ve böylece, bir zamanlar tek bir incinin içinde var olan, tek bir varlığın kendini arındırma çabası, Ebedi Çatışma’nın doğmasına sebebiyet vermiş oldu. Zaman içerisinde birbirlerinin varlığından haberdar olan Cennet’in Melekleri ve Cehennem’in Lordları, Anu’nun Gözü , Dünyataşı’nı kendi çıkarları için ele geçirmek adına sonu gelmeyen bir savaşa giriştiler.

Inarius ve Dünyataşı

Cennet ve Cehennem, Ebedi Çatışma’da birbirlerine karşı üstünlük sağlamaya çalışırken, bitmek bilmeyen savaştan bıkıp uzlaşmanın yolunu arayanlar da vardı. Cennet’in üst düzeyli Başmeleklerinden oluşan Angiris Konseyi’nin danışmanlarından birisi olan Inarius da bunlardan birisiydi. Kendisi gibi düşünen melek ve şeytanları bir araya toplayarak aslında barış içinde de yaşanabileceğini kanıtlamaya çalışan Inarius, bir yandan da Konsey’in tepkisinden çekindiği için bu birlikteliği gizli tutmaya karar verdi.

Inarius’un görüştüğü şeytanlar arasında bir tanesi vardı ki, diğerlerinden çok daha öne çıkıyordu. Nefretin Efendisi Mephisto’nun kızı Lilith, güçlerini Inarius’unkiyle birleştirmeye karar verdiğinde emsalsiz bir ittifağın ilk adımı da atılmış oldu. Bir daha asla Ebedi Çatışma’da yer almayacaklarına dair yemin eden Lilith ve Inarius, zamanın başlangıcından beri savaşan iki ırkı ilk defa ortak paydada buluşturmayı başardı. Lilith ve Inarius’un liderliği altında toplanan grup, bunun üzerine beraber yaşayabilecekleri Sanctuary’yi yarattı. Ne Cennet’in Başmeleklerinin, ne de Cehennem’in Efendilerinin kendilerini anlamayacağının farkında olan bu asi topluluk, Sanctuary’nin varlığını istenmeyen gözlerden saklamak amacıyla Pandemonium Kalesine saldırarak Dünyataşı’nı çaldılar. Dünyataşı’nın gücüyle gizlenmiş olan Sanctuary’de beraber yaşamaktan fazlasını yapabileceklerini keşfetmeleriyse çok da uzun sürmedi. Böylece önce Lilith ve Inarius’un, sonra da diğer asi melek ve şeytanların aşklarının ilk tohumları Sanctuary’ye düştü.

Nephalem ve Lilith’in İhaneti

Damarlarında hem Meleklerin, hem de Şeytanların kanını taşıyan Nephalem ırkı bugünkü insanlardan oldukça farklıydı. “Kadimler” olarak da anılan ilk nesil Nephalem’lerin potansiyeli ve gücü, ebeveynlerinin tahminlerinin çok ötesindeydi. Kendi çocuklarının çok geçmeden iki taraftan da çok daha güçlü hale geleceğinden korkan melek ve şeytanlar, Nephalem ırkını kendileri için bir tehdit olarak görmeye başladılar. Böylece ortak alanda buluşmuş olan grubun içerisinde yeni tartışmalar ve ayrılıklar patlak verdi.

Tehdit olarak görülen çocuklarının öldürülmesine göz yummaya niyeti olmayan Lilith ise herkesten önce harekete geçerek amansız bir şekilde Inarius’un yandaşlarını ortadan kaldırmaya başladı. Yandaşlarının ölümü ve sevgilisinin ihanetiyle dehşete düşen Inarius, ihanetinin bedelini ödettirmek için Lilith’in peşine düştü. Bütün öfkesine ve hayalkırıklığına rağmen yakalamayı başardığı sevgilisine hala büyük bir sevgi duyan Inarius, Lilith’i öldürmek yerine beraber yarattıkları bu dünyadan sonsuza kadar sürgün etmeyi tercih etti.

Lilith’i sürdükten sonra Dünyataşı’nın gizli olduğu Arreat Dağı’na giderek taşın güçlerini Nephalem ırkının potansiyelini bastıracak ve güçlerini emecek şekilde yeniden düzenleyen Inarius, bu hareketinin ardından sırra kadem bastı. Nesiller boyunca gerçekten de güçleri git gide azalan Nephalem ırkı ise, sıradan insanlar haline geldiler. Ta ki, Yıkımın Efendisi bizzat Dünyataşı’nı şeytani güçleriyle kirletip, Başmelek Tyrael’ı taşı yok etmeye zorlayana kadar...

Bugün bile hâlâ bazı Kadimler’den büyük övgü ve hürmetle bahsedilir. Arreat Dağı’nın Barbarları arasında Bul-Kathos kutsal sayılır ve örnek alınırken, Bul-Kathos’un küçük kardeşi olan Vasily de Druid’ler arasında benzer bir şekilde saygı görmektedir. Elementler üzerine uzmanlaşmış, takipçileri bugünkü Kehjistan büyücüleri haline gelmiş olan kudretli büyücü kadın Esu ve hayat ile ölüm arasındaki dengeyi sağlamakla yükümlü Necromancer’ların öğretilerini izlediği Rathma da ilk nesil Kadimlerin en bilinenleri arasındadır.

Her ne kadar çağlar boyunca sessizliklerini korumuş olsalar da, Günah Savaşları sırasında hem Inarius, hem de Lilith bir kez daha ortaya çıkmışlardır. Lilith, Nephalem’lerin potansiyelini tekrar ortaya çıkartmaya uğraşırken Inarius tarafından bir kez daha sürgün edilmiş, Inarius ise Sanctuary’nin varlığını keşfeden melekler tarafından yakalanmıştır. Daha sonra ise Cennet ve Cehennem arasında Sanctuary’nin tarafsız kalması için yapılan antlaşmanın gereği olarak, sonsuz işkenceye maruz bırakılmak üzere bizzat Mephisto’ya teslim edilmiştir.

YORUMLAR
Parolamı Unuttum