İnceleme:Divinity: Original Sin

İTİRAF EDİN, BUNU HİÇBİRİMİZ BEKLEMİYORDUK.

 

Bu yazı daha önce Oyungezer dergisinde yayınlanmıştır.

- İzninizle kendimi tanıtayım. İsmim Scarlett. Eser sonbahar şarabı rengindeki saçlarımla çok uyumlu olduğunu düşünmüş olacak ki ismimi değiştirmeden bıraktı. Ben bir Source avcısıyım ve bir Sourcery karşıtı olarak görevim dünyayı kötü kalpli Sourceror’lardan temizlemek.

- Görevimiz, Scarlett, görevimiz. Görevim değil. Dünya yalnızca senin etrafında dönüyormuş gibi davranmayı bırakırsan çok sevinirim.

- Of Frost, sıra sana gelince anlatırdın derdini. Ama yok, illa kendini göstermen gerekiyordu değil mi?

- Müsaade edersen… Benim adım Frost ve tahmin edebileceğiniz gibi ben de bir Source avcısıyım. Scarlett ile bu kadar didiştiğimize bakmayın, aslında ikimiz müthiş bir takımız. Ha yanında ben olmasam şimdiye kadar elli kere ölmüştü ama neyse, şimdi bunlardan bahsetmenin yeri ve zamanı değil. Daha önemli konularımız var.

- İstersen o konuları da Eser anlatsın, çan çan çan senin o kulak tırmalayıcı sesini dinlemek zorunda kalmayalım, ne dersin?

- İyi madem, bunu bir daha zombiler etrafını çevirdiğinde benden yardım isterken hatırlatırım sana.

Eğri oturup doğru konuşalım arkadaşlar. Biz bu Baldur’s Gate’in, Planescape’in, ya da şöyle diyeyim, genel olarak Infinity Engine kullanan oyunların ekmeğini iyi yedik. Yıllardır her türlü ortamda “yok mirim artık bir Baldur’s Gate yapılmıyor, off off nerde o Icewind Dale’ler” diye konuşup durduk, çoğu RYO’ya burun kıvırdık. Bu süre içinde RYO türünde çok sağlam oyunlar çıktı elbette, şimdi burada isimlerini saymama gerek yok ama bu sefer de “nerede o eski sıra tabanlı RYO’lar” diyerekten buradan da artistlik puanı kazanmayı başardık.

Divinity: Original Sin ise bize “CRPG mi istiyorsun güzel kardeşim, ha bir de izometrik mi olsun, sıra tabanlı mı dedin, gel bakayım şöyle yamacıma” dedi ve yamacına gelince gördük ki OHA LAN BU NASIL BİR OYUN!

O BİİİİİİRR KICKSTARTER İNCİSİ

Bu konuda kendimi oldukça açık fikirli görsem de işin içine Kickstarter girdiğinde insanın içinde ufak da olsa bir şüphe oluyor. Sanki vaat edilen onca şey tam olarak gerçekleşmeyecek, eh o kadar ekmeğe bu kadar köfte dedirtecek diye düşünüyorum. Divinity: Original Sin’i oynamaya başladıktan sonra geçen birkaç saatin sonunda ise bu düşüncem resmen yerle bir oldu. Şunu rahatça söyleyebilirim ki Divinity bugüne kadar Kickstarter’dan çıkan en sağlam, en kaliteli oyunlardan biri olmuş.

divinity-1

Yok hayır afro seçmedim ama seçsem de olurmuş, tatlılığa bakın

Oyun aslında iki Source avcısının hikâyesi, o yüzden oyuna başlar başlamaz ilk iş olarak ana karakterlerimizi yaratıyor ve bu ikiliyle oynamaya başlıyoruz. Dikkat ettiyseniz iki karakter değil, iki anakarakter dedim ve bunun neden böyle olduğunu kısa süre sonra anlayacağız. Tabii burada söylemem gereken bir şey de aslında bu Source avcılığı mevzusunun oyunun ana hikâyesi olmadığı. Daha çok oyunun üzerine kurulduğu bir temel olarak düşünmeliyiz bunu. Çünkü daha oyunun başında Cyseal şehrine adım atar atmaz konu bir anda acayip yerlere, hatta dünyanın sonuna gidiyor. O görev senin, bu görev benim diye ilerlemeye çalışırken asıl amacınız neydi unutuyorsunuz ama karşılaştığınız olayların bazıları o kadar eğlenceli ki zaten hiç ana hikâyeye dönesiniz de gelmiyor.

divinity-2

Koyun deyip geçmeyin, her hayvanın anlatacak bir hikâyesi var (dinleyene)

Oyuna başladığımızda iki karakter yarattığımızı söylemiştim. Her ne kadar o an farkında olmasak da aslında seçeceğimiz bu iki karakter sınıfı ve onlara vereceğimiz özelliklerin oyun üzerinde çok büyük etkisi var. Battlemage, Cleric, Enchanter, Fighter, Knight, Ranger, Rogue, Shadowblade, Wayfarer, Witch ve Wizard seçenekleri arasından seçimimizi yaptıktan sonra karakterlerimizin görünüşleriyle kısıtlı da olsa oynayabiliyoruz. Buradaki seçenekler benim çok hoşuma gitti, örneğin saç rengi olarak standart kızıl, sarışın, esmer gibi seçenekler değil ejderpulu yeşimi, aytaşı beyazı, kuzgun kanadı; ten rengi olarak tatlı badem, açık safran, ağustos güneşi gibi seçeneklerle karşılaşıyorsunuz. Role Playing +1 point!

ÜÇ WIZARD, BİR RANGER BİR HANA GİRMİŞLER…

İşte tam bu noktada seçtiğiniz bu sınıfların ne kadar önemli olduğunu anlatayım size. Bizim diğer CRPG’lerden alışık olduğumuz bir şey var, ana karakteri kafamıza göre seçeriz, örneğin Fighter. Sonra maceralarımız sırasında grubumuza dengeli bir parti oluşturacak şekilde yol arkadaşları alırız. Mesela bir tane Mage atarız, Cleric’siz olmaz, yanına bir de Rogue, belki bir tane daha Fighter. Divinity: Original Sin’de ise oyun boyunca grubunuza ekleyebileceğiniz yalnızca iki karakter var. Bunlardan ilki Madora. Onu Cyseal’deki The King Crab Tavern’de buluyorsunuz, kendisi bir Knight ve iki elli bir silah kullanıyor. Diğer yol arkadaşı ise Jahan, Cecil’in ofisinde bulacağınız bu karakter de bir Wizard ve kendisi Water/Air elementlerinde ustalaşmış. Dolayısıyla eğer ana karakterlerinizi de diyelim ki Fighter/Wizard seçerseniz grubunuz iki yakın dövüşçü ve iki Wizard’dan kurulmuş olacak, “buralarda bir yerde Cleric bulurum” deme şansınız yok. Oyunun yüksek zorluk seviyesini de göz önünde bulundurursak burada yapacağınız yanlış seçim muhtemelen daha başlarda bile saç baş yolmanıza, sonra da oyundan yavaş yavaş soğumanıza yol açabilir. Tabii bu konuda herhangi bir kısıtlama yok, becerebileceğinizi düşünüyorsanız üç Wizard'la bile dalabilirsiniz ortamlara ama yine de isterseniz bilgi kutusunda başarılı olduğunu tecrübe ettiğim grup önerimi görebilirsiniz.

divinity-3

İşte daha en başta piksel avı, duvardaki o minnak şey bir düğme

 

Wizard wizard dememin elbette bir sebebi var. Divinity’deki savaşlar benzer örneklerinden ciddi biçimde ayrılıyor. Bir kere savaşları gerçek anlamda sıra tabanlı olarak oynuyorsunuz, Baldur’s Gate veya benzeri örneklerde olduğu gibi istediğim zaman durdurur komut veririm, sonra gerçek zamanlı gerçekleşmesini isterim diye bir olay yok. Her karakterin belli bir hareket puanı var ve her turda ancak o hareket puanı sınır olacak şekilde eylem yapabiliyorsunuz. Ve savaşlar sırasında yapacağınız her şey hareket puanı harcıyor, yürümek hareket puanıyla, eşya kullanmak hareket puanıyla, saldırmak hareket puanıyla. Her eylemin puan maliyeti de birbirinden farklı. Örneğin tek turda iki adım atıp düşmana iki kez okla saldırmayı da tercih edebilirsiniz, özel bir yetenek kullanıp sağlık iksiri içmeyi de. Tabii tüm puanları harcamak gibi bir zorunluluğunuz yoksa, aksine şöyle de güzel bir özelliği var oyunun: Bir turda harcamadığınız hareket puanları diğer turdaki puanlarınıza ekleniyor (tabii maksimum hareket puanınızı geçmeyecek şekilde). Oyunun başlarında bunun etkisini görmeseniz de level atlayıp hareket puanlarınız arttığında bu “action points preserved” yazılarının ne kadar işe yaradığını fark etmeye başlıyorsunuz.

divinity-4

Gördüğünüz her şeyi çalıp satabilirsiniz, yine de küvete dokunmasanız iyi olur

“Savaşlarda düşmanı sardığınız veya arkasına geçtiğinizde saldırınıza bonus almanın yanı sıra, kaçmaya yeltenen düşmana da attack of opportunity ile son bir darbe vurabiliyorsunuz. Tee fi tarihindeki SSI Gold Box RYO’larında da böyleydi, düşman yanındayken kaçmak kolay iş değil.”

ATEŞLE OYUN, ELEKTRİKLE AŞK OLMAZ

“E yavrucuğum Wizard diyordun” demekte haklısınız, diyordum gerçekten de. Efenim şimdi bu oyunda savaşlar acayip biçimde ortamı kullanıyor. Elementler aynı gerçek hayatta olduğu gibi birbiri üzerinde etkili ve oyun sizden bunu daima avantajınıza kullanmanızı bekliyor. Kullanmazsanız yandınız, zaten zor olan savaşların içinden çıkmanız mümkün olmaz. Örneğin karşınızda bir Skeletal Scorcher var diyelim, bu arkadaş yanıyor. Ateş elementini üzerinde taşıyan bu yaratığa fireball atar veya ateş okuyla saldırırsanız yaptığınız iş ancak onu iyileştirmek olur. Halbuki önce ortama yağmur yağdırıp yaratığı ıslatabilir ve sönmesini sağlayabilirsiniz. Eğer ortamda zehir bulutları varsa bunları ateş kullanarak dağıtabilir, yanan yerlerin yanına bir su varili vurup kırabilir ve böylece yolunuzu temizleyebilirsiniz. Burada mantıksızlık söz konusu değil, su ateşi söndürür, elektrik suda iletilir, yerdeki yağ hareketi yavaşlatır ve alev alabilir türü şeyler. İşin güzel tarafı bunun farkında olan tek taraf siz değilsiniz, düşman da bu element mekaniklerini aktif ve son derece zeki biçimde kullanıyor. Bir de bakmışsınız dört adamınızın da üzerinde durduğu su birikintisine düşen yıldırım hepinizi kızartmış. Ders alıyorsunuz tabii, burada da her zaman olduğu gibi en büyük yardımcınız olan quick load devreye giriyor.

“Bir parmağınız mutlaka F5’te olsun. Bolca quick save yapın ki karşılaştığınız sürprizlerden sonra kendinizi bir saat geride bulmayın. Ha başıma geldi, oradan biliyorum.”

divinity-5

 

 Örümcekten korkan örümcek gibi olsun!

Tabii bir RYO yalnızca savaşlardan ibaret değil, işin büyük eğlencelerinden biri de görev çeşitliliği. Divinity: Original Sin görevlerde de gelenekselliğin biraz dışına çıkarak bulmacalara biraz daha fazla önem vermiş. Ancak bunu çok iyi becermiş demek biraz iddialı olabilir çünkü oyunun görev yapısını herkesin beğeneceğini sanmıyorum. Bir kere bu oyun NPC’lerle diyalogları okumadan geçebileceğiniz, görev alır almaz nereye gitmeniz gerektiğini gösteren, yol boyunca elinizden tutan bir oyun değil. Aksine görevi tamamlamak için en ufak ipuçlarına bile dikkat etmeniz gerekebiliyor, söylenen bir şeyi atlarsanız kös kös “ee şimdi ne yapıyorum” diye düşünürken bulabilirsiniz kendinizi. Mesela daha şehre girer girmez sizi karşılayacak olan cinayet görevini ele alalım. Ortada bir cinayet var, cinayet mahalinin King Crab Tavern olduğunu biliyorsunuz ama haritada hanın yerini gösteren en ufak bir işaret yok mesela. Bazı önemli yerler işaretleniyor, ama çoğu işaretlenmiyor ve sizin keşfetmenizi bekliyor. Mekânı buluyorsunuz, görevde azıcık ilerliyor ve bir evin bodrumunda buluyorsunuz kendinizi. Ortada gizli bir oda var ama kapı yok? Duvardaki kancalarda asılı domuz etlerini aldığınızda altlarından basmanız gereken düğme çıkıyor. İşte o an anlıyorsunuz ki bu oyunda bulmaca çözmek bu tür acayip ince detaylara dayanıyor. Bu tür ayrıntılar başlarda ilginizi taze tutarken, oyunda ilerledikçe “yine mi düğme arıyoruz” dedirtmeye başlayabiliyor yalnız, uyarımı yapayım.

GİZLİ EŞYALARI BULMAK YETENEK İSTER

Karakterinizin "perception" (sezgi) yeteneği etrafta gizli olan şeyleri bulmanıza yardımcı oluyor ama başlarda bu yeteneğiniz zayıf olduğundan iyi araştırma yapmadığınız takdirde bir sürü şeyi de kaçırıyorsunuz. Hani Alt tuşuna basınca etrafta alabileceğiniz veya kullanabileceğiniz nesneleri görüyorsunuz ya? Hah işte tamamını görmüyorsunuz aslında. Mesela masanın üzerinde duran anahtarın ismi çıkmıyor diyelim Alt’a basınca, ama o anahtarı fark edip alırsanız sandığı da rahatça açabiliyorsunuz.

Oyunun güzel yanlarından biri de yapmak istediklerinizi farklı yollarla yapabilmeniz. Diyelim ki az önceki anahtarı bulamadınız, elinizde maymuncuk da yok. Sandığı açamayacak mısınız? Ne münasebet. Diğer oyunlarda sandıklar darbeye karşı yüzde yüz dirençli olsa da Divinity’de öyle değiller. Sandıkları veya kilitli kapıları silahınızla girişerek kırabiliyorsunuz. Bu işlem sırasında silahınız da köreliyor ama özellikle de sağlam silahlar bulduğunuzda maymuncuk peşinde koşmanıza gerek bile kalmıyor. Ha tabii ben olsam kapıyı yakarım, daha garanti bir çözüm. Evet evet, siz de yakabilirsiniz, çekinmeyin basın ateşi.

Divinity’deki tüccar ve zanaat mantığı da benzerlerinden çok farklı ve gerçekten olması gerektiği gibi. Oyunda konuştuğunuz herkes bir tüccar, herkesin elinde satabilecek bir şeyleri ve belli bir parası var. Sohbete başladığınızda soldaki minik ikona tıklayarak elinde neler olduğunu görebiliyor, istediğiniz eşyalar için para teklif edebiliyor ve pazarlık yapabiliyorsunuz. Her karakterinizin parası ve envanteri ayrı, pazarlığa oturduğunuz karakterde 100 altın olduğunu görüp panik yapmayın, belki altınları diğeri toplamıştır.

Zanaat kısmı ise eğlenceli, aynı bir adventure oyunu gibi. Elinizde bir malzeme var, o malzemeyi alıp başka bir malzemenin üzerine sürüklüyorsunuz ve bu iki malzeme uyumluysa ta taaa yeni bir eşyanız oluyor. Tabi her şeyi deneme yanılma yoluyla yapmak zorunda değilsiniz, etrafta bir sürü tarif kâğıdı ve kitabı da buluyorsunuz ama bunlar da “ok sapı + ok ucu = ok” şeklinde değil, bazısında şiir, bazısında hikâye var ve bunlardan tarifin ne olduğunu çıkarıyorsunuz. Gereken malzemelerin çoğunu satıcılardan bulsanız da etrafta da tonlarca sandık, kutu falan olduğunda malzeme konusunda pek sıkıntı çekmiyorsunuz.

“Yanınızda mutlaka olması gereken birkaç eşya var, bunları bulur bulmaz satın almalısınız: Tamir çekici, normal çekiç, büyüteç, kürek ve tabii bolca boş iksir şişesi ve parşömen.”

TEK KİŞİLİK SATRANÇ

Hani tee başta iki ana karakter seçmiştik ya. İşte oyunu tek başınıza oynuyorsanız bu iki karakterin rolünü de siz oynayacaksınız. Bu ne demek biliyor musunuz? Belki Scarlett’im bencil bir kadınken Frost diğerlerinin mutluluğuna öncelik veriyor. Frost arada bir kuralları çiğnemekten sorun olmaz derken Scarlett bunu kabul edilemez buluyor. Evet, bu RP’yi siz yapıyorsunuz. Mesela daha oyunun başlarında Scarlett bir koyunla konuştuktan sonra Frost da yeni kazılmış bir toprak parçası fark etti. Elimde kürek olduğu için bu toprağı kazabilecektim. Tam bu noktada ikili arasında başlayan diyalogda istediğim karakterle mezar kazmayı savunup diğeriyle karşı çıkabildim. Hatta diyalogun devamında mezar kazmayı haklı göstermeyi bile başardım. Ama sonra n’oldu, mezar meğer patlıyormuş ve acayip bir hasar alarak öldüm :)

divinity-6

Enem, ejderha mı o?

Eğer oyunu co-op oynuyorsanız bu iki karakteri ayrı ayrı kontrol edebiliyor ve gerçek RP yapabiliyorsunuz, çünkü diğerinin ne tepki vereceğini bilmiyorsunuz bile. Verdiğiniz kararlar, söylediğiniz cümleler karakterinizin kişilik özelliklerine (şefkatli-kalpsiz, bağımsız-itaatkar, dogmacı-romantik gibi) artı veya eksi puanlar veriyor ve bu da hem karakterlerinizin aralarındaki ilişkiyi, hem de NPC’lerle olan ilişkilerinizi doğrudan etkilemeye başlıyor. Gruba katılan ekstra iki kişi de sizin bu davranışlarınıza kendi cümleleri ve iddialarıyla tepki gösteriyorlar.

“Şehir meydanındaki Gerome’un sattığı tüm hazine haritalarını alın. Bulduğunuz hazinenin değeri, haritaya verdiğiniz parayı katlayacaktır.”

TAŞ, KAĞIT, MAKAS, AYI

Peki CRPG’lerin olmazsa olmazı persuade, intimidate gibi konuşma sırasında karşımızdakini ikna etmek için kullandığımız yöntemler ne durumda? Divinity bu sistemi biraz basitleştirmiş, herhangi bir ikna çabasının ardından bildiğimiz taş-kağıt-makas oynuyorsunuz. Karakterinizin Charisma değeri her galibiyette alacağınız puanı yükseltiyor ve kazanan fikrini kabul ettirmiş oluyor. Düşük Charisma, daha çok şansa ihtiyacınız olduğu anlamına geliyor, bu fikir başta eğlenceli gelse de sonrasında bu mini oyunu geçmeye başlıyorsunuz ama.

 

Buraya kadar yazdıklarımı gözden geçirdim de, size sanki kusursuz bir oyunu anlatmışım gibi olmuş. Elbette oyunun eleştireceğim yanları da olacak ama Larian Studios oyun için sıkça yama yayınlıyor ve aktif biçimde eksik veya hatalı kısımları düzeltmeye çalışıyor. Yani size burada eksi diye bahsettiğim bir şey bu yazıyı okuduğunuz sırada artık oyunda bulunmayabilir bile. Yine de yamayla falan düzeltilmeyeceğini düşündüğüm şeyleri de söylemeliyim. Bir kere bence oyun biraz ağır kalıyor, karakterlerin koşması biraz daha hızlandırılabilirmiş. Her ne kadar waypoint sistemiyle istediğimiz zaman geçitlere ışınlanabilsek de zamanımızın büyük çoğunluğunu oradan oraya yürüyerek geçiriyoruz ve bu biraz sıkıcı olmaya başlıyor. Uzaktaki bir yere gitmek için çift tıkladığımızda bazen karakterler yol bulamayıp aval aval bakabiliyorlar (you must gather your party before venturing forth hesabı :P). Sisteminiz ne kadar iyi olursa olsun ekranda kaydırırken veya ilerlerken çizimlerde takılma, veya stuttering dediğimiz bozukluk olabiliyor. Bir de çok eksi sayılmaz ama gizlilik moduna geçince karakterin kayaya, çalıya falan dönüşmesi olayını pek sevemedim ben. Tamam esprili bir dil kullanılmış ama alıştığımız tarzda soluklaşan karakter daha bir yakışıyor bence gizliliğe. Oyunun müzikleri de Black Isle klasiklerinin yanına yaklaşamıyor maalesef.  Eh işte notlarımı aradım, taradım, eksi olarak ancak bunları bulabildim.

Divinity: Original Sin’in bence en iyi yaptığı şey eski tarz RYO klasiklerinin köklerini koruyup üstüne sırıtmayacak şekilde kendi yeniliklerini eklemesi olmuş. Karşımızda gerçek bir rol yapma oyunu var, iki karakteri birbirinden tamamen farklı ve sizin istediğiniz gibi. Dikkat ettiyseniz ne Divinity’den, ne Divinity II’den bahsettim yazımda, çünkü Divinity: Original Sin tamamen farklı bir deneyim ve Larian Studios’un şimdilik zirve noktası. Umuyorum ki benzer biçimde devamı da gelir ve bu serinin ismini de ekmek yeme muhabbetlerinde kullanabiliriz.

NOT

9+

KÜNYE

Divinity: Original Sin (PC)

Tür: CRPG

Yapım: Larian Studios

Fiyatı: $39.99

Ne İyi?

-Old school baby!

-Rol yapma yönü çok kuvvetli

-Element mekaniği çok iyi kurgulanmış

-Yeteneklerden, zanaat yöntemine her ayrıntı süper

-Kolay değil

-Grafikler ve efektler çok başarılı

-Sıra tabanlı savaşlar gerçekten keyifli

-Bol bol espri

Ne Kötü?

-Envanter yönetimi daha iyi olabilirdi

-Grafiklerde bazen takılma oluyor

-Piksel avı bir noktadan sonra sıkabilir

-Müzikler biraz zayıf kalmış

 

 

YORUMLAR
Parolamı Unuttum