Kan, vahşet, gerilim, korku... Peki ama nasıl olacak bunlar?
Devamını okuGelin size Vivi’nin hikâyesini anlatayım.
Alabasta ülkesinin prensesi. Ülkesini içten parçalamaya niyetli olan Baroque Works organizasyonun içine sızıyor ve bizim Luffy’lere karşı savaşıp kaybediyor. Sonrasında gerçek kimliğini onlara açık ediyor ve beraberce Alabasta’ya gidiyorlar. Yolculukları boyunca birçok macera yaşıyorlar ve bizimkiler Vivi’yi iyice tayfalarından biri olarak görmeye başlıyor.
Alabasta’ya ulaştıklarında her şey karman çorman durumda. Bir yanda ülkenin askerleri, bir yanda devrimci ordusu, bir yanda Dünya Devleti’nin güçleri ve hepsinin içine sızmış ve herkesi manipüle etmekte olan Baroque Works. Ülke savaşın eşiğinde. Bir noktada Vivi bir fark yaratabilmek adına kendini feda edeceği bir hamle yapmaya kalkıyor, Luffy ona kızıyor ve dümdüz çakıyor yumruğu Vivi’ye. Sonra Vivi “ülkem için kendimi feda edemeyecek miyim” diye diye Luffy’i yumruklamaya başlıyor ve Luffy sonunda onu durdurup “biz yoldaş değil miyiz, bizi de feda etsene” diye bağırıyor. Müthiş sahnedir.
Olaylar sarpa sarıyor ve gerçekten de savaş patlak veriyor. Ama daha kötüsü, Baroque Works’ün lideri Crocodile’ın savaş alanına bir bomba yerleştirdiğini öğreniyorlar. Vivi bizimkilerle beraber savaş alanında sırf manipüle edildikleri için birbirlerini öldüren halkını gözyaşları içinde görmezden gelerek koşturuyor ve bombayı arıyor. Sonunda çeşitli fedakârlıklar sonrasında bomba imha ediliyor ama savaş devam ediyor, Vivi’nin halkı birbirini amaçsızca öldürmeye devam ediyor ve koca savaş alanında bir kızcağızın ve yanındaki arkadaşlarının yapabileceği bir şey yok, savaşı durdurmaları mümkün değil. Ve Vivi yapabileceği tek bir şeyi yapıyor, yüksek bir yerde durup, ellerini açıp, avazı çıktığı kadar bağırıyor: “Lütfen savaşmayı bırakın. Lütfen savaşmayı bırakın.” Tekrar tekrar. O kaosun içinde kimse onu duymuyor. Ama umutsuzca bağırmaktan başka yapabileceği başka bir şey yok. Müthiş sahnedir.
Luffy bir şekilde Crocodile’a ulaşıyor, dövüşüyorlar ve savaş alanını paramparça edecek şekilde hasmını alt ediyor ve herkes kahraman olarak gördükleri Crocodile’ın ağzının yüzünün dağılıp havalara uçtuğuna şahit olunca savaşmayı bir anlığına bırakıyorlar ve o fırsattan istifade savaş bir şekilde durduruluyor. Alabasta’ya yeniden barış geliyor.
Bizimkiler ülkeyi kurtarıyorlar ve artık gitme zamanı. Vivi çok arada kalıyor, bir yandan dostlarıyla tekrar yelken açıp maceralar yaşamaya devam etmek istiyor ama bir yandan ülkesini de çok seviyor ve sorumlulukları var. Nihayetinde ülkesinde kalmayı tercih ediyor ve gemileriyle yelken açıp gitmeye başlamış dostlarına denizin kıyısından bağırarak ülkesi ve kedisi için yaptıkları için teşekkürler yağdırıyor. Ama o sırada bir Dünya Devleti gemisi de orada ve bizimkiler korsan, suçlu. Bir ülkenin prensesi ve suçlular arasında dostane bir ilişki olduğuna şahit olmamalılar. Bizimkiler Vivi’ye geri seslenmiyor. Ama Alabasta’da yoldaşlıklarının bir nişanesi olarak kollarına bir simge çizmişlerdi. Herkes arkasını dönüyor, kolunu kaldırıyor ve o simgeyi gösteriyor. Sessiz ama çok anlamlı bir veda ediyorlar yoldaşlarına. Müthiş sahnedir.
Kızgın kumlardan serin sulara
One Piece hayranlığım Alabasta hikâyesiyle başladı, sonra da aldı başını gitti zaten. Dergide eskiden yazdığım köşenin adı bile Tek Parça’ydı, o derece. Muhteşem yazılmış bir hikâyedir Alabasta ama doğrusu dünyanın en iyi, en akıcı anlatılan hikâyesi de değildir, sündürmeleri vesaireleri boldur. Özlüyorum sık sık, baştan izleyesim geliyor ama zaten zamanında tekrar tekrar izlemişim, şimdi biraz zor geliyor doğrusu. O yüzden One Piece: Odyssey gibi nostalji damarı güçlü bir oyuna dayandım.
Odyssey’de bizim Hasır Şapka tayfasının yolu gizemli bir adaya düşüyor, burada bir şekilde güçleri ellerinden alınıyor ve güçlerini geri kazanmak için geçmişte yaşadıkları maceraları bir nevi sanal ortamda tekrar yaşamaları gerekiyor. Bütün her şeyi dâhil etmemişler tabii, olanlar: Alabasta, Water 7, Marineford ve Dressrosa (ve bir de oyunun kendi hikâyesinin geçtiği yeni ada var tabii). Yalnız şunun altını çizmem gerek: Bu hikâyelerin bayağı kısılıp kısılıp kuşa çevrilmiş hallerini yaşıyoruz oyunda. Her zaman istemişimdir One Piece’in de Naruto’nunki gibi bir oyun serisi olsun, her hikâyeyi hakkını vere vere anlatsınlar, böylece animeyi tekrar izlemek dışında o hikâyeleri daha kompakt ama yine de eli yüzü düzgün bir şekilde tecrübe etme imkânımız olsun ama heyhat... Odyssey’deki hikâyeler kesinlikle “One Piece neymiş bu oyunu oynayıp göreyim” mantığına hitap etmiyor. Yalnızca benim gibi biraz nostalji yaşamak, demin anlattığım Vivi’nin hikâyesi gibi One Piece’i sevdiren sahneleri hatırlayıp içlenmek isteyenler için.
Bir konuda oyunu takdir etmek istiyorum. Hem hikâyeleri kuşa çevirelim hem de aynı dramatik etkiyi yaratmaya kasalım diyerek sığ ve serinin ruhuna aykırı bir hareket yapmamışlar. Bizimkiler sanal bir dünyada olduklarını biliyorlar ve dolayısıyla verdikleri tepkiler de buna göre. Hani o sahneleri zaten biliyorsanız yine bir nevi aynı hisleri yaşatıyor ama örneğin asıl seride X karakteri ölünce Y karakteri çok ağır ruh hallerine giriyordu, o ruh halinden zor çıkıyordu. Burada da aynı karakterin ölümüne şahit oluyor, içine oturuyor yine ama dişini sıkıp yoluna devam etmesini biliyor. Ha ama animeye sündürelim diye döve döve öldürdükleri aynı esprileri burada da döve döve öldürüyorlar o ayrı (işte Zoro’nun yön duygusuzluğu, Nami’nin paragözlüğü vs. gibi). O konuda eleştirimi de iliştireyim.
Lastik lastik meyvesinin yan etkileri
Odyssey’nin nostalji yaşamak isteyen 1P sevenler için yapıldığını, hedef kitlenin o olduğunu ifade etmiş oldum sanıyorum. Peki oyunu bu kitleye önerir miyim şahsen? Yani, eh işte. Gönül rahatlığıyla öneremememin iki sebebi var: Birincisi oyun biraz fazla kolay, ikincisi de hiç akıcı değil.
Odyssey 30-40 saat civarları süren sıra tabanlı bir JRYO. 1P ve sıra tabanlı JRYO birbirine bayağı güzel yakışmış aslında. Ve oynanışı derinleştirme potansiyeli olan çok güzel sistemler de var. Güç-hız-teknik şekilde ayrılan karakterlerin anti düşmanlarına karşı daha fazla etkili olması, elemental saldırılar, buff’lar debuff’lar, yan görevler yaparak açtığınız ortak saldırılar, savaş dışında hazırlayabildiğiniz ve savaşlara çok büyük etki eden yemekler ve topçuklar, savaşta bulunan 4 karakterinizi istediğiniz an yedektekilerle değiştirebilmek, bir sürü yetenek falan derken bol parçası olan güzel bir mekanizma kurmuşlar gerçekten. Ama işte oyun fazla kolay olunca sistemin derinliği de pek bir şey ifade etmiyor. Hiçbir şeyi sallamadan direkt saldıra saldıra, hasar alınca da iyileşe iyileşe herhalde neredeyse bütün düşmanları geçebilirsiniz. Herhangi bir savaşı kaybetmeye yaklaşmadım bile şahsen. Zorluk ayarı da yok maalesef.
Akıcı olmamakla kastım ise... Şehirleri harika tasarlamışlar. Ne bileyim favori 1P hikâyesi Water 7 olan biri olarak bembeyaz Water 7 sokaklarında koşturmak gerçekten çok güzel hissettirdi. Ama oyun o kadar çok git-gel yaptırıyor ki canımın içi Water 7’da gezmek bile kısa süre sonra işkence haline geldi. “Git şehrin öteki ucundaki biriyle bir satır konuş, sonra öteki ucuna git, sonra öteki ucuna, ha bu sırada hızlı seyahati de kilitleyeceğiz sen bunları yaparken çünkü canın cehenneme.” Yordu oyun ne yalan söyleyeyim. Oyun süresini arttırmaya yönelik bu çakallıklar 90’larda çalışıyordu, sonradan oyun dünyası değişti. Bunu birinin tasarımcılarına söylemesi lazım sanki.
Kısacası yavaş ilerleyen ve fazlasıyla kolay bir oyun Odyssey. Ne gönül rahatlığıyla “iyi ki oynamışım” diyebiliyorum ne de gönül rahatlığıyla “pişman oldum” diyebiliyorum. Kendine ait hikâyesi güzel, nostalji hissi güzel, dünyası güzel ama biraz daha modern olabilirmiş. Bir yandan iyi geldi, bir yandan da “bir süre başka bir 1P oyunu görmek istemiyorum” dedirtti.
Başlıklar
“Lastik” gibi sündürülmesi ve fazla kolay olması dışında güzel oynanış, güzel macera. Tanıdık mekânlarda nakamalarınızla vakit geçirmek isterseniz buyurun.
- Bütün enerjik ve neşeli seslendirmeleriyle ve şahane görsellikleriyle Hasır Şapka tayfası
- Tanıdık bildik şehirleri adımlamak çok güzel his
- Bir sürü akıllıca ve iyi çalışan mekanik
- Nostalji hissi
- Kendi hikâyesi de fena değil
- Çok git-gel yaptırıyor, oyuncunun zamanına saygı duymuyor
- Çok kolay