"Tatlım senin rengin sinema ışığıyla uymuyor, seni baştan yaratacağız."
Devamını okuSuicide Squad: Kill the Justice League - İnceleme
Rocksteady’yi bu derece şamar oğlanı yapmaya gerek yoktu bence ama siz bilirsiniz
Suicide Squad: Kill the Justice League, 2020 yılında kardeş oyunu Gotham Knights ile yan yana duyuruluşundan bugüne bir fenomen haline geldi. Oyun etrafında dönen tartışmaların toksikliği, Miyazaki üstadın her Dark Souls oyununa ille de koyduğu bataklık bölümleri ile Amber Heard-Johhny Depp davası seviyeleri arasında git gel yaptı. İnternet ulusunun konu kurgusal karakterler olunca ne kadar delirebileceğini ve bunun oyun medyası tarafından ne kadar suistimal edilebileceğinin eksiksiz bir örneğini gördük.
Etkileşim toplamak için oyunun bağlamından koparılmış kesitlerini nefret kusarak paylaşan anonim insanlar neyse de IGN gibi (Global’den bahsediyorum TR’den değil) koca koca mecralar, haber başlığından ötesini okumamayı alışkanlık haline getirmiş genel kitleyi yemleyecek haberler yayınladılar, oyunu oynamadan etmeden sırf kitlesi gömsün istiyor diye diline dolayan bilirkişilerden yurdum insanı bile nasibini aldı. Avengers ve Gotham Knights’ın izinden gideceğine kesin gözüyle bakıldığı için çok az insan oyunu olması istediği şey üzerinden değil de olmayı amaçladığı ve vaat ettiği şey üzerinden değerlendirecek sağduyuyu gösterdi. WB Games de oyunun pazarlama sürecini yüzüne gözüne bulaştırınca “Suicide Squad çok fena batacak” öngörüsü kendi kendini gerçekleştiren kehanetlerden oldu; oyunun oyuncu sayısı hiç de sağlıklı bir seviyede değil.
Peki Suicide Squad bu seviye bir nefreti hak ediyor mu? Aslında azıcık aklıselim bir insansanız bu sorunun cevabını zaten biliyorsunuz ama ben size bu inceleme bünyesinde nedenleriyle nasıllarıyla uzun uzun tekrar vermeye çalışacağım. Oyunun artılarını eksilerini bir kere de Live Service türünün gömücü değil alıcısı olan birinden dinlemiş olursunuz hem.
Tatlı Kaçıklar Adalet Birliği’ne karşı
Ben böyle orta yere yazayım ki bilenlerin bilmeyenleri arayıp bulmasına ve anlatmasına gerek kalmasın, Suicide Squad: Kill the Justice League, Rocksteady’nin Arkham oyunları ile aynı evrende, üçlemenin finalini yapan Arkham Knight’ın 5 yıl sonrasında geçiyor. Suicide Squad’ın her iterasyonunun olmazsa olmaz lideri Amanda Waller, “karanlık ve fırtınalı bir gecede” taze kan arayışında ekibi ile Arkham Asylum’a geliyor. Üç tanesi Arkham’da değil gayet Belle Reve’de olması gereken dört karakterimizi (Deadshot, Captain Boomerang, Harley Quinn ve King Shark) zahmetsiz bir manipülasyon ile Task Force X’e katıyor ve onları oyunun geçtiği Metropolis’e yolluyor. O ana kadar tımarhanede dünyadan bir haber gününü gün etmiş ekip, şehri dünya gözüyle tekrar gördükleri anda ufuktaki devasa Skullship’e bakıp dumurlardan dumur beğeniyorlar; DC evreninin başa bela süper kötülerinden Brainiac, Injustice 2’nin ardından bu evrende de dünyayı istilaya gelmiş.
Lakin bu sefer durum daha vahim, zira beyn-i manyak abimiz Justice League üyelerini de kontrolü altına almayı becermiş, Green Lantern, Batman ve Superman istila ordularına komutan olmuşlar. The Flash da aralarına sonradan ama tez zamanda (oyunun çok başlarında) katılacak, bizim tarafta bir tek Wonder Woman kalacak. Amanda Waller garantici bir kişilik olduğundan kahramanları kurtarmaya çalışmakla uğraşmamaya niyetli; peşin peşin emrini veriyor ve ekibe diyor ki:”göreviniz Justice League üyelerini öldürmek.”
Bu elbette oyunda kulağa cesur ve dramatik geliyor ancak karakterler arasındaki güç uçurumunu düşününce aptalca bir konsept. Bu dört amelenin DC’nin abartı güçlü süper kahraman birliği karşısında bir şansı elbette ki olamaz, neyse ki hepsini teker teker ve epey de yardım alarak indiriyorlar. İşin bu kısmına kılıf bulmak çok zor değil, Rocksteady’nin yazarları için de olmamış. Oyunumuz bir TPS olduğu için iş dönüp dolaşıp Superman’i makineli ile taramaya geliyor ancak The Suicide Squad filminde “Bloosdport Süpo’yu Kriptonit kurşun ile hastanelik etmiş” dendiğinde nasıl yaygara koparmadıysak burada da bunu yapmanın lüzumu yok. Hikâyenin en büyük artıları ve en büyük eksileri, dört C-List karakterin Justice League’i nasıl avladığının detaylarında yatmıyor nihayetinde. Oyunun yazımı iyi mi kötü mü yargılamak adına Justice League üyeleri ile Brainiac’ın birer antagonist olarak nasıl kullanıldıklarına ve bizim karakterlerimizin ne derece karakter gelişimi gösterdiklerine bakmak lazım.
Nitekim oyunun biraz kuru kaldığı noktalar da buralar. İlk olarak internette pek çok kişinin oyunun tonunu Eidos Montreal’in Guardians of the Galaxy oyunu ile karşılaştırdığını gördüm, çok genel anlamda da bunu onaylayabilirim ancak iş burada daha karanlık, daha kanlı yerlere gidiyor. Öte yandan oradaki karakter gelişiminin ve takım etkileşiminin burada olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz. Diyaloglar, performanslar ve sunum en az oradaki kadar iyi ancak Suicide Squad üyeleri Guardians üyeleri gibi zorlukların üzerinden birbirlerine bağlanıp bir ekip olmayı öğrenerek gelmiyor. Bütün büyük düşmanları devirip son sahneye vardığınızda karakterlerimiz birbirlerine bir tık daha ısınmış oluyorlar ama ekip dinamiği çok da değişmiş olmuyor. Kendi çaplarında da pek bir yolculuk yaşıyorlar denemez.
NE DEMEK HARLEY QUINN BATMAN’E YAN BAKMIŞ???
E Justice League üyeleri de çok başarılı kötüler değil açıkçası. Oyunda bizzat diyaloğa en çok girdiğimiz karakter The Flash. Kendisiyle aklı başındayken karşılaşıp sonra düşman saflarına geçmesine tanık olduğumuzdan ve dangalak haliyle de etkileşime bol girdiğimizden sahne ışıkları altında “kahraman artık kötü” konseptinin hakkını en çok o veriyor. Zıpır kişiliğini aşırı hızıyla birleştirip karakterlerimizi trollediği sahneler komik, ancak biletini kesince yerini dolduran olmuyor. The Flash’tan sonra en çok karşı karşıya geldiğimiz karakter olan Green Lantern (John Stewart) kötülükte tecrübesiz olduğundan, The Flash gibi renkli hal tavırlarla da durumu kurtaramadığından klişe kötü adam lafları etmenin ötesine geçemiyor.
Oyunun başındaki tatlı tanışma faslının ardından Batman’i bu iki arkadaştan daha daha az görüyoruz ama Kara Şövalye aslında sürekli ensemizde; şehir içerisinde dolanırken zaman zaman yüksekte bir yerlerden katran karası bir siluet bizi izliyor oluyor. Aynı zamanda Brainiac’ın ordularına komutanlık da ettiğinden telsizden verdiği emirleri, diğer JL üyeleriyle konuşmalarını, bizim ekip hakkındaki yorumlarını dinleyebiliyoruz. Arkham oyunlarında Mark Hamill’in Joker rolünde nasıl sürekli bizimleyse, Suicide Squad’da da bu kötü adam olmaktan çok keyif aldığı belli olan bir Kevin Conroy bizimle. Superman ise oyuna damgasını sonlarda yaptığı güç gösterileri ile ne kadar vuruyorsa, karakterizasyon olarak o kadar ufak porsiyon kalıyor. Nolan North’un seslendirdiği Çelik Adam, hikâyeye yaptığı minimal katkı ile ayan beyan harcanmış maalesef. Brainiac da aynı şekilde az kullanılmış; oyun boyunca ne sesiyle ne cismiyle hiç karşımıza çıkmamakta inat eden esas kötümüz, anca uzatmalarda arz-ı endam ediyor. Jason Isaacs’in seslendirdiği Brainiac, Injustice 2’deki haline kıyasla daha sofistike bir kötü olmuş ancak kendisinden yeterli dozla alamıyoruz maalesef. Gerçi bu son kısım değişebilir, merak eden ve sürprizlerin bozulmasını umursamayanlarınızı “Suicide Squad’ın Live Service modeli nereye gidiyor?” adlı kutumuza alalım.
Tüm bunlar ışığında Suicide Squad’ın anlatısı, mizahı ve tekil anları kuvvetli ancak mesajı ve senaryo işçiliği o kadar da güçlü olmayan bir anlatı. Ha bu internetteki nefreti hak ediyor mu? Etmiyor; Suicide Squad’ın hikayesi insanın ilgisini canlı tutacak kalitede. Captain Boomerang’in davarlıkları arada biraz fazlaya kaçsa da komedisi özellikle güçlü ve Gotham Knights veya Avengers ile karşılaştırdığınızda daha derli toplu bir yazımı olduğunu görmemek mümkün değil. Ha internette birtakım ara sahne kesitleri görmüş ve “KEVIN KONROY’A SAYGISIZLIK EDİLMİŞ, YAZIKLAAAAAR OLSUN!!” diyenlere katılmış/katılmak istemiş olabilirsiniz, bu durumda bunların bağlamından koparılmış ara sahneler olduğunu bilin. Eseri bütünüyle tecrübe etmeden dirgeni kapmanın lüzumu yok. Kimseye saygısızlık edildiği falan da yok, olsa zaten en başta Kevin Conroy rolü tekrar kabul etmezdi, kötü Batman olmaktan aldığı keyif yer yer sesinden belli oluyor adamın yani… Ha daha ekstra bilgi lazımsa yine bkz: kutular.
Her bumerangın gidişinin bir de dönüşü vardır…
Oyunun oynanışına ve karakter gelişim sistemlerine geçersek, Suicide Squad’ın en iyi kotardığı noktaya geçmiş oluruz. Tıpkı Arkham oyunlarında olduğu gibi Suicide Squad’ın da epey “arcade” mekanikleri var, Batman arbedelerinin alametifarikası olan kombo metre ve kontra atak mekaniği aynen olduğu yerde duruyor, sadece oyun silahlı çatışmalara odaklı olduğu için kontra atak artık menzilli. Bunların yanında “düşmanı dizinden vur kalkan düşür, yakın dövüş saldırısı ile havaya kaldırıp kısa süre için kritik hasar vurmayı garantile, bomba atar veya yakın dövüş saldırısı yaparken tuşa basılı tut elemental hasar ver” gibi daha başka mekaniklerimiz de var. Bunları karakterlerin ortamda oradan oraya giderken kullandıkları kendilerine has beceriler ile birleştirdiğinizde Suicide Squad’ın oynanış tarafındaki meziyetleri ortaya çıkmaya başlıyor. Oyunun temel savaş döngüsü bayağı bayağı keyifli; “yüz metre yüksekten baş aşağı dalışa geçerek düşmanların arasına daldım, el bombası ve kalkan düşürmek için 1-2 tanesini dizinden vurup Shield Harvest yaptım, onu hallettikten sonra karşı çatıdaki gruba gittim, el bombalarını daha yanlarına varmadan salladım, ölmeyen 1-2 taneyi yakın dövüş saldırısı+kritik vuruşlar kombosu ile indirerek Traversal Attack doldurdum, diğer grubu da onunda paketledim ama yanlarına giderken bana nişan alan keskin nişancıyı karşı saldırı ile mıhladım, sona kalan kocamanı da Suicide Strike ile indirdim” şeklinde senaryolar oyunun en katıksız keyfini verdiği anlar. Oyun da onu hatasız oynamayı becerdiğiniz bu anları, kombo metreniz arttıkça aktive ettiği karakterinze özel pasif stat bonusları ile ödüllendiriyor, bu da hoş bir dokunuş. Günün sonunda Suicide Squad’ın asla yerinizde sabit durmadığınız, ölümüne kaotik çatışmaları başka çok az oyunda bulabileceğiniz bir oynanış döngüsü teşkil ediyor. Herhalde en son Doom Eternal oynarken bir silahlı çatışma oyununda bu kadar keyif almıştım, zerre de abartmıyorum.
|Bu arada savaşlar konusunda eklemek gereken ufak bir dipnot var: ekibin yancılarından olan Gizmo, bazı görevlerde baharat olsun diye emrimize kısa ömürlü, patlamaya hazır uçan araçlarını sunuyor. İki kişi binebildiğimiz bu araçlar tam anlamıyla yıkım makineleri ve belli bir süre sonra kendi kendilerini yok ediyorlar. Senaryo sürecinde sadece Gizmo’nun kendi görevlerinde kullanabildiğimiz uçan arabalarımız, oyun sonuna gelince açık dünya aktivitelerinde de, şu an oyunda olan tek oyun sonu Boss savaşında da emrimize amade oluyorlar.
Optimizasyon ama başka türlü optimizasyon
Suicide Squad’ın karakter gelişim sistemlerine bakışım da oynanış mekaniklerine olduğu kadar olmasa bile gayet olumlu; beceri ağacından eşya slotlarına kadar pek çok konuda Borderlands’den oldukça fazla esinlenme olduğunu görmek mümkün. Özellikle ganimet sistemi, oyunun sıkça karşılaştırıldığı Marvel’s Avengers’dan çok daha düzgün kotarılmış. İnsanlar King Shark’ın ortalıkta mitralyözle dolaşmasına kafayı biraz fazla takmış olsa bile Hulk’a omurga takmak, A.I.M. robotundan Thor’a kemer düşmesi, Black Panther’in Wakanda’da arayıp bulamadığı zırhı ormandaki sandıkta bulması gibi saçmalıklar söz konusu değil. Gotham Knights’taki gibi her haltı kendimiz de imal etmiyoruz.
Oyun çeyiz düzme çılgınlığının kapılarını, ilk bölümlerde bizi süper insanlara hasar verebilen yüksek teknoloji silahların kaçakçılığını yapan Penguen ile tekrar tanıştırarak yapıyor. Yaptığımız görevlerin sonunda ödül olarak Penguin bize kasa kasa silah ve ekipman yolluyor. Bahtımıza düşen eşyalar ve üzerlerindeki stat bonusları da kesinlikle Avengers’taki kadar sıkıcı, otantik olmaktan uzak bonuslar değiller; hasar verdiği düşman başına kritik hasar bonusu veren el bombalarından, doğru zamanda şarjör değiştirdiğinizde cephane dolduran veya dürbün açıkken ekstra hasar veren silahlara, elemental hasar verdiğiniz düşmanların saldırılarına bağışıklık sağlayan kalkanlardan her darbede kombo metreyi coşturan yakın dövüş silahlarına, çeşit çeşit şey var oyunda. Ha ama “bu çeşitlilik yeterli mi?” derseniz, işin o kısmına daha sonra, oyun sonu içeriğini tartışırken geleceğiz.
Eşyaların üzerlerindeki özellikler böylesine çeşitli olunca, tam istediğimiz eklentileri barındıranlarına denk gelmek de zor oluyor ve “looter” oyunların oyun süresini uzatan durum da bu bildiğiniz gibi. En çok istediğiniz statları en olabilecek en yüksek değerlerle barındıran eşyaları bulana kadar tekrar tekrar şansınızı denemek, yüzlerce saat harcamak, türün fıtratında var. Suicide Squad ise bu konuda daha kestirme yöntemler sunuyor. Diablo oynayanlarınız üçüncü oyunda Enchantress’ın, dördüncü oyunda ise Occultist’in ana işlevini hatırlayacaktır: eşyaların üzerindeki bir istatistiği modifiye etmek. Bulduğunuz eşyanın üzerindeki en gereksiz istatistiği seçer, ücretini öder ve rastgele sunduğu üç seçenekten biri ile değiştirirsiniz. Normalde burada da aynı sistem var, ancak Occultist/Enchantress ile aynı görevi gören Toyman isimli karakterin tüm görevlerini bitirdiğinizde “Eliting” denilen bir özellik daha açılıyor. “Eliting” sayesinde, parasını ve materyalini verip, herhangi bir eşyayı üzerindeki tüm statlar değiştirilebilir hale getirebiliyorsunuz.
Özellik ilk açıldığında oyun size “bak böyle böyle bir şey yapabilirsin ama pahalıya gelir ha ona göre” falan diyor ama tekrarladıkça modifikasyon ücreti Diablo’daki gibi devasa seviyelere ulaşmadığından gönül rahatlığı ile eşyalarınızı mıncıklayabiliyorsunuz. Yetmiyor, Toyman’in T.O.T.E.S. denen özelliği sayesinde yine biraz daha pahalıya silahın üstüne direkt istediğiniz istatistiği ekleyebiliyorsunuz. Son olarak bulduğunuz eşyanın üzerinde üç yerine iki stat bonusu varsa, Penguin’e gidip bu eşyanın statlarını üçlü denk getirene kadar tekrar kardırabiliyorsunuz. Tüm bunlar ekipman optimizasyonunu çok çok kolaylaştırıp, oyunu çok daha “Casual” bir tecrübeye dönüştürüyor ancak bir yandan da ganimet heyecanını biraz hızlı öldürüyor. Canavar bir karakter kastıktan sonra gücünü daha da artırabilmenin tek yolu eldeki eşyaların daha yüksek statlar barındıran Master versiyonlarını bulmak.
Görevimiz (sadece) tehlike
Suicide Squad’ın oyun tarafındaki artıları bunlardan ibaret. Oyundaki her şey çatışma mekanikleri ve karakter gelişim sistemleri etrafına kurulduğu için diğer şeylerin yüksek öncelik almadıkları belli. Görev çeşitliliği ve bölüm tasarımı namına pek bir şey yok ve bu oyunun benim nazarımda olmasa bile insanlarınkinde en büyük eksisi. Sürekli “7 sene ne yapmışlar?” lafları duyduğum için de söylüyorum, bu eksiyi egale etmek bence pek mümkün değil. Elbette Raid olur, Dungeon olur, bir Live-Service oyunun olmazsa olmazı şeyler bu tip bir oyunda olmalı, onları az sonra ayrıca tartışacağız ama normal tek kişilik oyunlardan beklediğimiz türden bir görev çeşitliliğini bu oyundan beklemek bana kalırsa mantıksız ve oyunun Live Service olması herkesin varsaydığı gibi bunun yegâne sebebi de değil. Malumunuz oyunlarda bölüm tasarımı denen şey, en temel haliyle nispeten büyük kapalı alanları darboğazlar yaratıp bunlarla birbirine bağlayarak yapılıyor.
Ancak bu tip çizgisel görevlerin oyuncuyu boğmaması (ve sürekli tavana, duvarlara kafa atmamak) için oynadığınız karakterlerin hareket kabiliyetinin de sınırlanması lazım. Suicide Squad gibi bir karakterin 20 metre zıpladığı, diğerinin 2 saniyede 50 metre öteye ışınlandığı ve bir de üstüne dört kişi oynadığınız bir oyunda daha girift görev tasarımları olamaz maalesef. Yerine geometrisi karakterlerin üç boyutlu mobilitesini keyifle kullanmaya olanak tanıyan koca bir şehir var. Dolayısıyla oyundaki bütün görevler aslında birer açık dünya aktivitesi olmanın ötesine geçemiyor. Tüm bu aktiviteler, ne gibi farklı amaçlar barındırırlarsa barındırsınlar oyunun sırtını en zevkli yönüne, yani savaşlarına dayamasıyla sonuçlanıyor. Bu bakımdan Suicide Squad bir “görev falan bahane, hoplayıp zıplayıp çatışmak şahane” oyunu ve ortaya çıkarılan oynanışı çöpe atmak onu başka bir şeye çevirmek mümkün değil.
|Oyunun tek kişilik senaryosunu Marvel’s Avengers ile karşılaştırmak gerekirse, orada çoğunluğunu tek karakter ile oynadığımız, daha odaklı ve çizgisel görevlerden oluşma bir senaryo modu vardı hatırlarsanız. İnsanlar da bu yüzden “senaryosu oynamaya değer” diyordu Avengers için. Ben buna çok katılmıyorum çünkü (hikayesini de hiç beğenmediğimden) Avengers’ın deneyimlemeye değer tek tarafının oynanışı olduğunu düşünüyorum ve bu oynanış kıvamını hiçbir karakterde 20-25 seviye atlamadan bulmuyordu. Senaryoda her bir karakter ile maksimum 3-4 görev, çoğu zaman o kadar bile oynamadığımız için de karakterlerin özellikleri gücünü tadamadan finale varıyordunuz. Suicide Squad başından sonuna co-op oynanabilecek şekilde tasarlanmasının yanında oynanışın kıvamını bulması, sizin karakterleri kontrol etmeye alışmanızla oluyor.
Oyunun başka bir problemi de bölüm sonu dövüşleri. Oyunda malumunuz dört Justice League üyesine ek olarak Brainiac ile kapışıyorsunuz. Peşin peşin de söyleyeyim, Batman ile olan kapışmamız berbat; diğer tüm JL üyeleri ile kapışırken savaş alanında oradan oraya sinekkuşu gibi uçmanızı isteyen oyun, Batman dövüşüne gelince karakterlerin özel hareketlerini kullanmanıza izin vermiyor! Ve sakın aklınıza Arkham üçlemesindeki Mr. Freeze veya Killer Croc karşılaşmaları gibi bir numarası olan dövüşler gelmesin. Bu dövüşe özel ekstra bir mekanik falan yok, sağa sola koşup, zıplayıp ateş ediyorsunuz ve haddinden uzun bir sürenin sonunda, içinizi kıyarak dövüş bitiyor. Diğer karakterler ile yaşadığınız karşılaşmalar hareket kabiliyetinizi kısıtlamadığı için çok daha iyi ancak burada Doom Eternal’da da aynen var olan bir başka problem baş gösteriyor: oyunun mekanikleri kalabalık gruplarla dövüşeceğiniz şekilde tasarlanmış olduğu için tek bir güçlü düşman savaşmanın çok zevksiz olması. Oyundaki büyük düşmanlardan hiçbirinin karşısında ne kombo metrenizden, ne de üzerinizdeki eşyalardan gelen stat bonuslarını aktive edemiyorsunuz. Yakın dövüş saldırılarınız kendilerine işlemiyor. Hiçbiri olduğu yerde sabit durmadığı için ne el bombanızı, ne de karakterinizin Traversal Attack ve Suicide Strike ismindeki diğer özel saldırılarını kullanabiliyorsunuz. Bu oyunu ilk oynayışınızda çok problem teşkil etmiyor ancak oyunun bir “looter” olmasından tahmin edebileceğiniz gibi oyun sonu içeriğinde bazılarını an itibarıyla tekrar oynuyoruz, bazılarını da ileride tekrar oynayacağız. Durum böyle olunca el bombaları, yakın dövüş saldırıları veya diğer özel saldırılar üzerine yoğunlaşan bir karakter yaratırsanız, üst zorluklarda bölüm sonu canavarlarımız karşısında kazık gibi dikilmekten başka bir şey yapamıyorsunuz. Verdiğiniz hasar kesinlikle ve kesinlikle yeterli gelmiyor. Bu, gözden nasıl kaçırıldığına inanamadığım bir nokta.
İçerik az (ve maalesef öz değil)
Son olarak da zurnanın zırt dediği yere, yani oyun sonu içeriğine geliyoruz. Suicide Squad finaline vardığınızda, oyun sonu içeriğini “çoklu evrende başka dünyalara göreve gitmemiz lazım hacı” diyerek tanıtıyor. DC fanlarının da bileceği üzere “Elseworlds” olarak anılan bu diğer dünyalara gitmek fikri elbette ki harika ancak şu an için ortada Elseworlds yok. Elseworld var. Yani elde gidilebilecek tek bir başka evrenin tek bir başka dünyası var. Tek bir dünya da değil, tek bir harita var hatta. Hepsi aynı haritada geçen ve oyun boyu yaptığımız açık dünya aktivitelerinden farklı olmayan üç adet Incursion görevimiz var. Bir tanecik oyun sonu Boss’u, bir de her öldürdüğümüz düşmanın geri sayan sayacımıza ekstra zaman eklediği, düşman dalgalarını geçtikçe zorluğu artan, götürebildiğimiz yere kadar da giden Killing Time modu var. An itibariyle de oyun sonu içeriği bundan ibaret. Metropolis’teki kısa açık dünya etkinliklerini yaparak Promethium isimli materyalden biriktiriyor, bu materyalden harcayarak da oyun sonu görevlerine giriş hakkı kazanıyoruz. Killing Time ödülü için değil, eğlencesine, skor tablosunda yükselmek için arada sırada gireceğiniz bir modken, Boss dövüşleri de karakterlerin stat bonuslarını boşa çıkardığı için epey keyifsizken geriye kalan tek şey o üç Incursion görevini tekrar tekrar, beyniniz kulaklarınızdan akana kadar oynamak oluyor ki bu elbette yeterli değil.
Incursion’larda tıpkı Diablo 3’ün Greater Riftlerindeki gibi bir sistem var; hepsini 1. Seviyeden yapmaya başlıyorsunuz ve her yaptığınız seviye(Mastery Level) düşmanların sağlık ve hasarlarının daha da arttığı bir sonrakini açıyor. Ancak daha üst zorluk seviyelerini açabilmeniz için üç görevi de mevcut zorlukta yapmanız lazım. Zorluklar arttıkça da yine Diablo’daki gibi zorluk arttıkça görevlere aleyhinize koşullar ekleniyor: düşmanların size hasar verdikçe iyileşmesi, seviye atlama şansına sahip olmaları, bulunduğunuz zeminde elektrik patlamaları olması vesaire vesaire… Lakin burada sıkıntı, bunların hep sabit olması ve aralarından bir tanesinin inanılmaz sinir bozması. Bu sinir bozan özellik, siz düşmanlara kritik hasar vurana kadar Affliction’lardan etkilenmemelerini sağlıyor. Ancak Affliction kullanmadan yüksek seviyelerde iş yapmak mümkün değil. Üç görevden bir tanesi(Ivy’ninki) düşmanları epey hızlı öldürmenizi gerektiriyor ve Affliction bağışıklığı yok yere hızınızdan çalıyor.
İçerik azlığının yanında bir de ödül azlığı var. Eşya çeşitliliğini oyun sonu içeriğiyle beraber konuşuruz demiştim ya, hadi konuşalım: Suicide Squad’da maalesef bu tarz bir oyun için yeterli build çeşitliliği oluşturacak kadar eşya henüz yok. Her sezon yeni eşyalar eklenecekmiş ancak şu an yok yani. Bir de her sezon bir bu kadar daha Legendary eşya eklemezlerse de yakın zamanda olmaz. Aslında ödül sistemi güzel. Oyunu bitirdiğiniz menüde açılan Nexus kısmında “Rewards” sekmesine tıkladığınızda o sezon içeriğinin üç farklı seviyede gelen en baba setini ve bir sete dahil olmayan pembe renkli diğer özel eşyaları, hangilerini düşürdüğünüz bilgisi ile görebiliyorsunuz. Farklı karakterin temalarına sahip eşyalar arasında “Villain Synergy” denen gizli set bonusları da var. Ancak sıkıntı şu, bunlardan en üst zorluklarda iş görecek 1-2 “build” anca çıkıyor. Bu rakam karakter başına olsa problem değil ancak oyundaki eşyaların gerçekten çok azı seçtiğiniz karaktere spesifik. Çoğunu ya herkes kullanabiliyor, ya da diğerlerinin kullanabildiği bir versiyonu var. Bu yüzden an itibariyle tek bir “build” yapıp eşyaları karakterden karaktere geçirerek, hepsiyle hemen hemen aynı şekilde oynadığınız bir noktaya varmış buluyorsunuz kendinizi. Bu oyunun bana kalırsa açık ara en büyük eksisi. Sonraki sezonlarda gelecek yeni oynanabilir karakterlerin gazını çok fena söndürüyor ve halihazırdaki ömrünü de azaltıyor çünkü.
Optimizasyon ama bizim bildiğimiz optimizasyon
Yavaştan teknik tarafa gelecek olursak, Suicide Squad: Kill the Justice League, bence çok güçlü ve tarz sahibi bir görselliğe sahip. Karakter modelleri ve kostüm tasarımları muhteşem, animasyonlar, mimikler ve dudak senkronizasyonu fevkaladenin fevkinde. Metropolis de Rocksteady’den beklediğinizi kesinlikle bulacağınız güzellikte, her bir sokağı, her bir binası, her bir iç mekânı ince ince işlenmiş. Lakin internette Arkham Knight ile karşılaştırıldığı ve onun yanında sönük gözüktüğü bir video da dolaşıyor, görmüş olabilirsiniz. Mevzubahis videonun çıkardığı sonuç da bir yere kadar doğru. Arkham Knight’ın Suicide Squad’dan daha iyi kotardığı bir nokta var: çizim mesafesi. Arkham Knight’taki çizim mesafesi Suicide Squad’dakine kıyasla çok daha fazla ve Metropolis’in genelinde parklara ek olarak daha ufak binalar var. Böyle olunca çizim mesafesinin düşüklüğü daha bir ayyuka çıkıyor ve oyunun görselliğini aşağı çekiyor (optimizasyondan bahsederken neden böyle olduğuna dair tahminimi ayrıca sunacağım). Bir de iki oyunun ışıklandırmaları arasındaki fark var elbette; Arkham Knight’ın, tamamı gece geçtiği için sabit ve daha iyi optimize edilmiş bir ışıklandırması var ancak Suicide Squad’da gece gündüz döngüsü olduğu için dinamik ışıklandırma kullanılmış, bu da görselliği el mahkum biraz aşağı çekmiş. Lakin karakter modellerini ve doku kalitelerini karşılaştırdığınızda (ki ben geçtiğimiz yıl tekrar oynadığım için Arkham Knight’ın bazı kaplamalarının nasıl da çamur olduğunu iyi hatırlıyorum) Suicide Squad liderliği bariz ele geçiriyor. Ha Arkham Knight gibi konsolunun suyunun suyunun suyunu çıkaran bir oyun mu, değil. Ancak kötü gözükmüyor. Düşman tasarımları hariç tabii, onlar maalesef kötü gözüküyor.
Son olarak da işin optimizasyon kısmı var. Suicide Squad maalesef PC’de iyi optimize edilmiş bir oyun değil. Konsolda fena çalışmadığı söyleniyor ancak PC tarafında oyunun işlemci gereksinimi fazla yüksek. Aslında Diablo ve Borderlands gibi ekranda sayıların uçuştuğu, yirmi farklı hasar bonusunun ekrandaki yirmi bir düşmana tek tek hesaplandığı, üzerine element efektlerinin bindiği oyunlarda bu beklenildik bir şey. Ancak Suicide Squad bunlara ek olarak bir de açık dünya bir oyun olunca ve Diablo’nun izometrik kamerası ya da Borderlands’in cell-shade grafikleri gibi yükünü hafifletecek bir avantaja sahip olmayınca işlemci yükünün arşa çıkması beklenebilir. Yukarıda bahsettiğim çizim mesafesi düşüklüğü de tahminimce bu yüzden çünkü çizim mesafesini artırmak bildiğim kadarıyla yine işlemci yükünü artıran bir şey. Ancak PC’de 60 FPS için Ryzen 5800x isterken konsolların bunun bir nesil öncesinden kalma işlemcilerinde çalışabiliyor olması ortada bir problem olduğunu gösteriyor. İşlemci yükünü azaltmak için ayar kurcalayayım deseniz ayar menüsünden de istediğinizi alamıyorsunuz: dokular, gölgeler, çizim mesafesi ve duman yoğunluğundan ötesine elleşemiyorsunuz. Bir Ray Tracing açma şansınız var ama işlemcinin ağzına ağzına daha da vurmamak için kapalı tutmak daha mantıklı.
Bu kadar fazla çene çalmamdan anlayacağınız üzere Suicide Squad değerlendirmesi epey zor bir oyun. Bir yandan görev tasarımları fazla basit ama öte yandan bu muazzam keyifli oynanış için ödenmiş bir bedel. Bir yandan sanat tasarımı muhteşem ama öte yandan düşman tasarımları bu oyuna yakışmayacak kadar kötü. Bir yandan gelişim sistemleri iyi düşünülmüş ama öbür yandan eşyalar az. Bir yandan hikâye hevesi kursakta bırakıyor ancak devamı da gelecek. Bir yandan içeriği kıt ama denilene göre çok yakında, sezonların başlamasıyla düzenli aralıklarla bollaşacak…
Oyun ile alakalı en şaşırtıcı nokta, performans sıkıntılarından co-op tarafında yaşanılan senkron sıkıntılarına, insanların karşılaştığı hatalara, hiç de cilalı hissettirmemesi ki defalarca ertelendi bu oyun. Live-service bir oyunun büyük önceliklerinden biri içeriğin artışının yanında hataların giderilmesi ve içerikteki dengelemeler olmalı. Rocksteady bunu ne kadar hızlı başarabilecek merak konusu. Avengers’ın yıllar yıllar sonra hala saçma sapan hatalarla dolu bir oyun olduğu, ancak bunun biraz da Crystal Dynamics’in kullandığı Foundation Engine’in çoklu oyuncu tecrübeleri yaratmaya uygun bir motor olmamasından kaynaklandığını biliyoruz. Suicide Squad’da kullanılan Unreal Engine’in ise bu konuda kendini kanıtlamış devasa bir Live Service oyunu var: Fortnite. Yani Rocksteady’nin çok fazla teknolojik kısıtlamayla uğraşması gerekmeyecek gibi duruyor. Yine de bugüne dek hep tek kişilik oyunlar yapmış bir stüdyo olarak dengeleme ve hayat kalitesi artırma sürecini iyi yürütebilecekler mi, yoksa oyunun çevresinde oluşan negatif algı oyunun Fallout 76 gibi bir dönüş yapmasına engel mi olacak, göreceğiz.
“Sen oyunu şu an öneriyor musun?” derseniz de ülkemizde mevcut fiyatlarla hiçbir oyunu tam fiyattan önermediğim gibi Suicide Squad’ı da öneremiyorum. Ha paranız çoksa da sırf senaryosu için almaya kalkmayın çünkü gerçekten bunun için alınacak bir oyun değil. Açın Youtube’dan ara sahnelerini izleyin geçin. Oyunun sattığı şey ilginizi çekiyorsa da en azından ilk sezonu bekleyip, sonraki sezonu içeriklerinin kalitesini ölçüp tartmak isteyebilirsiniz. Sadece şunu bilin: Marvel’s Avengers, gelişim sistemleri çok kötü tasarlanmış bir oyundu, Suicide Squad değil. Avengers’ın kendini toparlama şansı bazı şeyleri sil baştan yapmadıkları takdirde yoktu, Suicide Squad ise ilk anda üzerine çok kat çıkamasa bile sonrası için sağlam bir temel atıyor.
Başlıklar
Muazzam keyifli oynanışı, ilerisi için hoş vaatleriyle potansiyeli yüksek ama içeriği kıt bir oyun. İnsanların söylediği kadar büyük bir facia ise kesinlikle değil.
- Eliniz bir kere alışınca başka yerde bulamayacağınız bir oynanış tecrübesi sunuyor
- Sanat tasarımı fevkaladenin fevkinde
- Canlı servis oyunlar arasında böyle sunum kalitesini anca Diablo 4’te bulursunuz
- Karakterler arasındaki diyaloglar yer yer sesli güldürüyor
- Gelişim sistemleri iyi düşünülmüş
- Oyuna dalmak ve oyundan çıkmak çok kolay
- Savaşlarda bazen efektten önünüzü göremediğiniz oluyor
- Düşman tasarımları çok sıkıcı
- Sistem ihtiyaçları işlemci tarafında çok yüksek
- Performans inişli çıkışlı
- Oyun sonu içeriğinde ciddi dengelemelere gidilmesi lazım
- Boss savaşları oyunun mekanikleri ile uyumsuz
Sanki şamar oğlanı yapılmayı hak etmiş gibi geldi, bilemedim. Oyun servis oyunu olarak sağlam temeller atabilir ama kimse Rocksteady'den böyle bir oyun beklemiyordu. Oyunun videoları çıktığından beri de tepkiler çoğalarak arttı.Oyunun karakterleri ve olaylar inandırıcılıktan çok uzak. Karakterlerle bağ kuramıyorsun zaten. Eğer yapılabilirse absürd saçma olaylar yaşanan hikayeler keyifli olabiliyor ama bunu yapabilmek de zor. Servis oyunundan bunları beklemek saçma evet ama sen reklamını servis oyunu gibi değil de hikaye odaklı bir oyun gibi yaparsan tepkiyi de yersin sonuç olarak. Avengers ve Gotham Knights kadar kötü bir oyun değil gibi ama onların üstüne geldiği için bir servis tabanlı süper kahraman oyununun da bayat çıkması, hem de Rocksteady gibi bir firmadan gelmesi ekstra tepkilere yol açtı gibi. Bir de DC evreninde başka bir şey yok mu yahu. Neden sürekli şu pek fazla gücü olmayan anti-hero lar, evrenin en güçlü kahramanlarına karşı konseptli Suicide Squad teması üzerine gidiyorlar?